Yanık vicdan, yanık şehir: Tarih nasıl icat edilir?
Yanık Yurt, farklı bir misyonla yola çıkmış: İzleyeni İzmirli Hıristiyan halkların düşman olduğuna ikna etmek. Yunan Ordusu’nun hanesine yazılan yangın, bu kez Hıristiyan sivillerin üstüne kalıyor.
Eagleton, geçmişi bir son söz olmaktan çıkarıp özgürlüğün damgasıyla yeniden yazarak önünü bir kez daha açmaktan bahseder. Bunu geçmişte yenilmiş sürülmüş katledilmiş ezilenler için ister Marksist düşünür. Cumhuriyet Rejimi de bunu yaptı aslında ama geçmişin kaybedenleri için değil. Temsil ettiği sınıflar bloku lehine kendine bir geçmiş yazdı. İzmir, bu tarih yazımında şahsına münhasır bir yere sahip. Çünkü kuruluş-kurtuluş bağlamında ulus-devletin kritik tarihi 9 Eylül. İzmirli için de kritik. Kimliğinin mütemmim cüzü çünkü. “Kurtuluş Savaşı’nda son ana kadar tutsak kalmış ve sonra işgalci ordu tarafından yakılmış bir şehrin sakini olarak.” Resmi tarih anlatısıyla kimlik böyle kuruldu..
İzmir’de bir sergi var: Yanık Yurt. Büyükşehir Belediyesi sponsorluğunda düzenleniyor. İşgal altındaki Batı Anadolu’nun uğradığı yıkım ele alınıyor. Yunan Ordusu’nun çekilirken yarattığı tahribat ve işlediği savaş suçları. İzmir Büyük yangını dâhil. Tarih icadı kolay değil. Önce gerçek ve yalanlardan oluşan bir kolaj hikâye yazmanız sonra hikâyenize iyi çalışmanız gerekiyor. Özellikle “kolaj”a yeni “icatlar” eklerken dikkatli ve tutarlı olmanız. Yurttaş açısından sorun yok. O her şeye inanmaya çoktan hazır. Okul bunun için var zaten. Lakin ezberin dışından ve dışarıdan bir itiraz geldiğinde açığa düşmemek şart. Mümkün mü? Olmadığını tarihi İtfaiye Binası’ndaki sergide içimiz karararak görüyoruz.
Bir diğer nokta ise şu: 9 Eylül’de Hükümet Konağı ve Kadifekale’ye bayrak çeken Türk Ordusu iddiaya göre günlerce Rum ve Ermeni milislerle savaşıyor lakin işgal sona erdiği halde nasıl oluyor da hâlâ hâkim olamıyor şehre? Ve 13 Eylül’de bu sivil savaşçılar daha ileri giderek nasıl böyle devasa bir yangın çıkarıyor? Akılları zorlayan diğer husus ise bu kundakçı Rum ve Ermenilerin neden şehrin düştüğü gün değil de günler sonra dört bir yanda fitilleri ateşlemeleri? Yunan Ordusu çoktan gemilere binip gitmiş, savaşın kaderini değiştirecek bir durum yok neden bekliyorlar da dört gün sonra yakıyorlar? Ve sahiden ne için Rum ve Ermeniler savaşa devam ediyorlar? Sebep ne? Sergide bunun cevabı yok. Ve İzmir’in 180.000 Hıristiyan Rum ve Ermeni’si arasında bilindiği kadarıyla bir tek kişinin bile kundakçılık ithamı ile mahkeme edilmemiş olmasının da cevabı yok. Bu kadar örgütlü olduğu iddia edilen kundakçılar ordusundan bir kişi dahi ibret olsun diye yakalanamadı mı?
Agresif milliyetçi ateş, sergiyi tutuşturmuş yakıyor. İtfaiyede çalışan 12 Rum itfaiyecinin görevlerine son verilerek tutuklandığı yazılıyor. Emri veren Asker Vali Sakallı Nureddin bu arada. İyi ama o itfaiyeciler zaten yedi kuşak İzmirli. Bunu sergiyi düzenleyen küratörler bilmiyor mu? İzmir’in binlerce yıllık yerli halkı bir anda ölümcül düşman statüsüne geliyor. Kimin umurunda. Fakat bu kadar değil. Öyle ifadeler var ki sergideki seçkide biz “Başka bir ülkenin tarihi mi bu?” diye hayretle soruyoruz kendimize. Mesela “Ermeni mülteci” sözü ne anlama geliyor sahi? “Ermeni mülteciler tarafından terk edilen birkaç kurumda…” panoda yazan bu. İzmir’in bin yıllık Ermenileri ne zaman mülteci oluyor? 9 Eylül sabahı mı? Peki, bu ifadenin geçtiği hatırat nasıl sorgusuz sualsiz Sergi’ye alınıyor? Ya, Çeşme’den ayrılan son birlikler için kullanılan “Yunan artıkları” ifadesine ne demeli? Hamaset yüklü Nasyonalizm sancağı Serginin orta yerinde dalgalanıyor. O yüzden Rum ve Ermeniler ya yağmacı ya kundakçı ya fırsatçı. Bir pano hariç her tarafta böyle geçiyor. Sergi değil Cüneyt Arkın’ın Kara Murat filmi sanki. Senaryolar ruh ikizi.
Oysa bakın yangının sönmeye yüz tuttuğu 18 Eylül 1922’de yayımlanan 5 No.lu Sıkıyönetim Bildirisi’nde İzmir Vali-Komutanı (Sakallı) Nurettin Paşa ne buyuruyor: 18-45 yaş arası tüm Rum ve Ermeniler “sulhun akdine kadar” “esir garnizonlarında” tutulacak ve bu yaş sınırı dışındaki “gerek İzmirli, gerekse dâhil memleketten gelmiş olan” tüm Rum ve Ermeni aileler (toplama kamplarına alınanların eş ve çocukları) 30 Eylül 1338 akşamına kadar “Türkiye haricine” gidecek!(1) Bu bildiri tehcirin tescili oluyor. İzmir’in meşhur “Gâvur” alt kimliğinin nasıl ortadan kalktığını, 9 Eylül sonrası yaşanan tüm o trajedi sonrasında hayatta kalanların nasıl İzmir’den ülke dışına çıkarıldığını ortaya koyuyor.
Yanık Yurt, farklı bir misyonla yola çıkmış. Anlaşılıyor: İzleyeni ikna etmek. İzmirli Hıristiyan halkların düşman olduğuna ikna etmek. Amaç bu. O yüzden ders kitaplarında Yunan Ordusu’nun hanesine yazılan yangın, bu kez Hıristiyan sivillerin üstüne kalıyor. İşgal bitmiş ama savaş devam ediyor İzmir’de. Sergiye gelenleri buna ikna etmek. Dert bu.
Bu nedenle farklı tezlere yer vermek ne kelime, alıntı yaptıkları yazarın “Yangın” hakkındaki sözlerine değinmiyorlar bile. Çünkü o sözler Resmi Tarih’i yıkıp geçiyor. Madem bunu yapacaksınız neden o halde sergi girişine o yazarın bir başka sözünü asıyorsunuz. Yunan Ordusunun ricatında Türk sivillere yapılan mezalimi aktarmış Falih Rıfkı Atay. Sergi bu sözle açılış yapıyor. Aynı Falih Rıfkı, sadece İzmir değil Ermeni Tehciri sırasında çıkan yangınların da sorumlusunu, büyük bir cesaretle yazıyor. Var mı peki duvarlarda? Sergi bir tarihe tanıklık etmek istiyor. Ama elde cımbız işine geleni istediği gibi alıp yerleştiriyor panolara. Bir tarih icat ediyor: Bilim dışı, gerçek dışı ve farklı görüşlere kapalı. Düşman eden, kör eden bir tarih. Bakın ne diyor Falih Rıfkı Atay: “Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum:… İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa gene bu korkuyla yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi vardır. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hıristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi…Koyu bir mutaassıp öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum.”(2)
Falih Rıfkı, sadece İzmir’in değil İç Anadolu’daki Ermeni şehirlerin de kimler tarafından yakıldığını söylemekle kalmıyor üstüne İzmir yangını için suçluyu da ifşa ediyor. Fakat Sergi’nin amacı bu görüşleri hasır altı etmek.
Peki, sonuç? Sergiyi gezecek binlerce gencin bu topraklara terini emeğini ve ölülerini bırakmış ve sonra katledilerek, sürülerek Anadolu’dan kazınmış Rum ve Ermeni halklarına karşı bir kez daha ve bir asır sonra nefretten ibaret milliyetçiliğin cehennemine sürüklenmesi. Bu cehennem bugünün ötekisi her kim ve neyse onu da gözüne kestirecek: Süryani, Alevi, Kürt, Arap, Hıristiyan Yahudi, Liberter, LGBT…
Çünkü milliyetçi histeri, tarihe hapsolmaz! Kendisi tarih yazmak ister: Kan ve ateşle.
Yanık Yurt; vicdanları dostluğu yaralayan barışı yakan bir sergi. Şehri simgeleyen meşhur İzmir Marşı’nın ajitatif ruhu sergideki tarihsel bakışa mührünü vurmuş görünüyor. Bu mühürden barışa fayda yok. Birileri umursamıyor.
NOTLAR:
(1) 16.09.1338 (16 Eylül 2022) tarihli Ahenk Gazetesi’nde yayımlanan 5 Numaralı Örfi İdare Beyannamesi. Dönem Araştırmacısı Yazar Talat Ulusoy’un Arşivi’nden. Belgenin latin harfleri ile transkripsiyonu da yazara ait. Ayrıca İzmir Yangına ilişkin yorum ve belgeler için . https://talatulusoy.com
(2) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 8. Baskı, (İstanbul: Pozitif Yayınevi), syf. 337.