Yannis Ritsos: Türkçede sözcükler halkın malı...

Yannis Ritsos'un “Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin Beni” adlı kitabı Kırmızı Kedi etiketiyle okurlarıyla buluştu. Herkül Millas'ın 1989 yılında yaptığı söyleşide Ritsos, “Türk okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?” sorusuna “Dostluk ve sevgi, bu güzel şeyler nasıl sağlanır?” yanıtını veriyor.

Abone ol

DUVAR - Çağdaş Yunan ve dünya şiirinin en büyük imzalarından Yannis Ritsos'un “Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin Beni” adlı kitabı Kırmızı Kedi etiketiyle okurlarıyla buluştu. Cevat Çapan'ın derleme ve çevirisiyle yayımlanan kitabın sonunda ise Herkül Millas'ın Yannis Ritsos ile 1989 yılında yaptığı röportaj yer alıyor. Ritsos bu röportajında hiç bitmeyen Türk-Yunan 'çatışması'na yine kendi üslubuyla, şiirin, kelimelerin gücüyle değinmiş. Herkül Millas'ın “Türk okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?” sorusunu Ritsos “Dostluk ve sevgi, bu güzel şeyler nasıl sağlanır?” sorusuyla yanıtlamış. Ve eklemiş: “Birbirimizi tanıyarak bunu sağlayabiliriz kuşkusuz. Ve bunu en güzel bir biçimde yapacak olanlar sanatçılardır. Çünkü sanatçılar bir toplumu en güzel biçimde ortaya çıkarırlar, gösterirler. Birbirimizin ozanlarını okumalıyız örneğin. Biz Yunanistan’da Türkleri nasıl tanıyoruz, nereden öğrendik? Nâzım Hikmet’i okuyarak. Onun çizdiği Türkleri tanıdık. Sonra Yaşar Kemal’in Türkiye’sini biliyoruz. Aziz Nesin’in insanlarını tanıdık. Böyle tanıyacağız birbirimizi böyle seveceğiz.”

Dünden bugüne kötü bir miras olarak aktarılan “Türk-Yunan çatışması”, dilimizdeki nefret, ozanların sesine kulak verirsek belki biraz olsun diner, diyerek biz de Herkül Millas'ın Yannis Ritsos’un ölümünden çok kısa süre önce gerçekleştirdiği bu özel röportajı paylaşmak istedik:

Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin Beni, Yannis Ritsos, çev: Cevat Çapan, 288 syf., Kırmızı Kedi Yayınları, 2018.

Konuşmamıza eski bir söyleşinizden bir konuyu ele alarak başlayalım. 1987 yılının Mayıs ayında Rizospastis gazetesinde gerçekleşen bir söyleşide “iyimser sanatçının, güzele ve yaşama karşı duyduğu sevgiyle ve bu sevgi yüzünden ilerici de sayılacağını” söylemiştiniz. Şimdi de kötümser bir sanatçıyı, diyelim ki Verlaine’i ya da Kariotakis’i nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyorum. Ayrıca politik olarak tutucu olan bir sanatçı, hatta reaksiyoner bir sanatçı da, diyelim bir Ezra Pound ya da T.S. Eliot, büyük sanatçı sayılabilir mi?

O konuşmamda sanatın bizim üzerimizde bıraktığı etkilerden söz etmiştim. Ezra Pound gerçekten radyo konuşmalarında örneğin, faşist rejimi övmüştür, T.S. Eliot ise aşırı dinciydi. Ama onların yapıtlarına bakınca gördüğümüz başka bir şeydir. Yaşamı bize her yanıyla ya da onların karşı çıktıkları yanıyla göstermişlerdir. Kaygıları, öfkeleri, korkuları vardır yapıtlarında. T.S. Eliot beğenmediğini ortaya koyarken bir protesto sesi yükselmiştir. Ve bu ozanlar başka ozanlara da yol göstermişlerdir. Politik yanlarından başka, onların yapıtlarına da bakmalıyız, çünkü bu insanların sanatsal yanlarını, yazdıklarında görüyoruz. Yaşamı resmetmiş olmaları onları büyük sanatçı kılmaktadır.

Kötümserliğiyle bilinen Kariotakis de aynı biçimde bir protesto sesidir. Tüm yaşamı boyunca kentten kente sürülmüş, memuriyet yaşamı onu rahat ettirmemiştir. Onun şiirleri bu beğenmediği yaşama karşı bir haykırıştır. Onun intiharı bile bir protestodur.

Büyük sanatçıların yapıtları bize yaşamı sevdirir, kötümser ya da acılı da olsa büyük bir sanat yapıtıyla karşılaştığımızda güç kazanırız. Biz de bir şeyler çizmek ya da yazmak isteyebiliriz. Sanatsal yapıtın gücü öylesine olabilir ki bir sanatçının politik yanı ikincil kalabilir.

'BATI'DAN ALDIĞIMIZ SÖZCÜKLERİ KOLAYLIKLA KULLANAMIYORUM!'

Şiirinizde ve daha genel olarak Yunan şiirinde Grekofonların ve Türkofonların birlikte yaşadıkları Osmanlı devrinden kalma etkiler, eğilimler, sözcükler görüyor musunuz?

Böyle etkileri ölçmek, açık bir biçimde saptamak olanaksızdır. Ama hiç kuşkusuz vardır bu etkiler. Yunanistan, hep söyledim hem Batı’dan hem de Doğu’dan etkilenmiştir. Batı’dan herhalde mantığı aldık Doğu’dan da duyguyu. Türkçeden Yunancaya geçmiş bunca sözcüğü rahatlıkla kullanıyorum. Artık bu sözcükler halkın malı olmuşlardır. Bir yaşam biçiminden mal edilmiş sözcüklerdir bunlar. İlginçtir Batı’dan almış olduğumuz kimi sözcükleri aynı kolaylıkla kullanamıyorum. Örneğin “asansör” sözcüğünü, ki artık herkes bunu kullanıyor Yunanistan’da, ben kullanana kadar tereddüt ettim. Acaba dedim bir ara -bir şiirimin başlığı olarak kullanacaktım- Yunancası “anilkistir” sözcüğünü mü kullansam diye... Sonunda “asansör”ü kullandım ama içim rahat etmedi. Hep böyle oluyor, Batı dillerinden gelen sözcükler -Fransızca bana böylesine yakın olmakla birliktebana yabancı kalıyor. Türkçeden sözcükler öyle değil. Onlar halkın malı olduklarından daha kolaylıkla kullanıyorum.

Bir de sınıfsal diyebileceğimiz bir soru. Ailesi tarafından ya da toplumca geçimi sağlanmış bir ozan -ve bu soruyu sorarken sizin yaşamınız var gözümün önünde- acaba toplum gerçeğinden kopar mı?

Bu pek belli olmuyor. Kimi zaman insanın elde ettiği “rahat” onu yapıcı kılabilir. Örneğin bütün gün ekmek peşinde koşan bir işçi nasıl zaman bulup oturup okuyacak, araştıracak ve sonra da nasıl yaratacak? Ama bazen de sıkıntılar içinde olan bir kimse bu sıkıntıya karşı çıkarak başkaldırır. Ve umulmayan bir güç kazanarak kendini aşabilir. Hem o az zamanda çalışabilir, toplumun ona vermediğini kendi çabasıyla elde etmeye çalışabilir. Ama ayrıca elde etmekle yetinmeyebilir; bu kazandığını öteki insanlara da iletmeye çalışabilir. Yani kimi zaman zorluklar insanda daha da büyük bir güç sağlayabilir. Geçmişte bunun birçok örneğini gördük. Ama herhalde bunu bir kurala bağlayamayız. (DUVAR KİTAP)