Yaptıkları ve yapmadıkları ile TİP

TİP’in tercihini, Kürt seçmenin sayısal çoğunluğunu barajı geçmek için kullanmak olarak değerlendirebilirsiniz. Hatta Kürt halkının kaderi ile Batı’daki sosyalistlerin kaderini birbirinden ayırma iradesi olarak da. Ama aynı tercih, Kürt siyasi hareketi ile; bahşedilen değil, hak edilen bir ilişki kurma talebi de olabilir.

Yavuz Halat yavuzhalatt@gmail.com

Seçim bitti. Türkiye tarihinin en kritik seçimi. Bir gün öncesi ile bir gün sonrası arasında ne değişti? Nicelik olarak çok bir şey değişmedi. AKP merkezli ittifak 21 vekil azaldı ama çoğunluk hala onlarda. CHP, daha çok vekil çıkardı ama kendi sayısı düştü ancak hala ana muhalefet. HDP’nin iki azaldı ama hala 3. Parti. TİP, dört idi hala dört (3+1). Siyasi arenada nitelik olarak ne değişecek, bakacağız. O konuda da “temel” bir değişikliğin olması beklenmiyor. Böyle bakınca değerlendirme yapmaya bile gerek yok. Hatta şu yaz aylarını atlatırsak, her şey eski rutinine bile dönebilir!

Ancak öyle olmamalı, öyle olmasına izin verilmemeli. Türkiye tarihinin en kritik seçimi iktidar değişikliğine yol açmadı belki ama tarihin en kritik seçimi, muhalefet için “kritik” değişikliklere yol açmalı. Açmak zorunda! CHP bürokratları, zaman kazanma peşinde, birkaç ay daha idare edebilirlerse onlar da rutine dönecek. Ama o iş artık CHP seçmeninin işi. Bu yazının konusu CHP değil Sol, özellikle de Türkiye İşçi Partisi.

SOSYALİZMİN PEŞİNDEN GİDECEK MİLYONLAR VAR

Moda deyimle “TİP’li olmayan TİP seçmeni”(1) olarak ve seçim değerlendirmelerindeki “TİP’in başarısı sadece kendisine ait değil, aynı zamanda ülkemiz sosyalist hareketinin bütününe aittir ve herkesin bu başarının yaratacağı imkanlardan faydalanmasına açıktır” ifadesine yaslanarak değerlendirme yapma hakkını elde etmiş bulunuyorum.

İlk başta söylemek gerekir ki TİP’in kendi ismiyle seçime girme tercihi (taktiği) başarılı oldu. Bu tercih; şimdiye kadar büyük oranda HDP içinde, eser miktarda CHP içinde bulunan ama sayılara bir türlü yansımayan “sol seçmen”in, gözle görülür elle tutulur nicel bir varlık haline gelmesine neden olmuştur. 1,5 milyon solcuya tek bir işin yaptırılabileceği kanıtlanmıştır. Artık bundan sonraki süreçler için bu nicelik, herkes için bir çıtadır.

Bu potansiyelin varlığına rağmen bunun daha önce yapılamamış olması TİP’in başarısını daha da büyütmekte. Bilindiği üzere bu “sınır”a gelinen birkaç zaman dilimi ve bu “sınır”a gelen birkaç siyasi hareket olmuştu.

Bunların başında Özgürlük ve Dayanışma Partisi geliyor, kuşkusuz. Uzun uğraşlardan sonra 1996’da kurulan ÖDP, 1999 seçimlerine girmiş ve yüzde 0,8 oy alabilmişti. Şu an ki TİP ile aynı hedefe kilitlenmiş olsa da, hatta ondan daha iyi “donanıma”(2) sahip olmasına rağmen “işletim sistemi” nedeniyle bilgisayar hep yanlış çıktılar verdi. Hatta dönem dönem “kapatılıp açılmasına”, yeni sürümler yüklenmesine rağmen, bu sefer de donanım eski kaldığı için yanıt alınamadı.(3) Gelinen noktada; elli yıllık anı birikimi bütün belleği doldurduğu için özeleştiri güncellemesi bile yapamaz halde.

Aslında Emek Partisi de benzer “sıçrama” noktaları yakalamıştı. O da ÖDP gibi 1996’da kurulmuş, 80 öncesinden devralınan güçlü örgütsel bağlara sahip bir yapıydı. 2009 yerel seçimlerinde 3 belediye başkanına sahipti. Hatta 2011 seçimlerinde, HDP listesinden olsa da genel başkanlarını milletvekili yapmışlardı. TİP’in ulaşamadığı bir örgütsel yapıya sahip olan bu örgüt, ya yerel yönetim pratiği ile ya da siyasi kürsüsü ile TİP’in bu dönem yapabildiğini pekala yapabilirdi (Sanırım, bunu öngöremediler, belki de örgütün zorunlulukları “izin” vermedi).

Benzer bir sıçrama sınırına Halkevleri adıyla tanınan siyasi faaliyet de ulaşmıştı, farklı bir politikayı ve farklı bir tarzı kullanarak.(4) Kamusal hak mücadeleleri ve bu mücadelelerin örgütlenmeleri ile yaratılacak “siyasi birikimin” nitelik değiştirmesi/değiştirilmesi idi amaç. Neo-liberalizmim kat ettiği aşamalar ve geldiği nokta, bu çizginin ilerlemesini nesnel olarak imkansızlaştırdı, var olan birikimin “siyasal düzleme” sıçratılmasını imkansızlaştıran ise öznel statükolar ve dogmatizm.(5)

Tekrar etmek gerekirse TİP, daha önce hedeflenen ancak yapılamayan olanı yapmıştır. Nesnel olanı görmüş ve “biraz da” pragmatik bir tarzda, önce HDP listesinden Genel Başkanı Erkan Baş’ı vekil yapmış, daha sonra sırasıyla Barış Atay’ı, Ahmet Şık’ı ve Sera Kadıgil’i ekleyerek dört kişilik bir vekil (Meclis) grubu oluşturmuştur. Bu ekip; AKP’ye karşı sert/saldırgan bir söylemi ve sol popülist bir propaganda çizgisini izledi ve vekil olmanın avantajlarını sınırlı da olsa sokak eylemlerinde hayata geçirdi. Kuşkusuz bunlara Erkan Baş’ın olumlu karakter özelliklerinin, alçak gönüllü ve yapıcı söylemlerinin etkisi de eklendiğinde çok geniş bir sempati halkası oluştu. CHP’nin sağa kayışı ve içerisinde solcu denebilecek neredeyse hiçbir aktörün olmaması, HDP merkezinin edilgen ve tutuk tarzı TİP’in bu alanda “yalnız” kalmasına da katkıda bulundu. (6) Olumsuzluk ise örgütlü solun TİP’i “yalnız” bırakması oldu.

***

TİP’in bundan sonra ne yapacağı, ne yapması gerektiği elbette TİP kadrolarının vereceği kararlarla belirlenecek ve öyle de olmalı. Örgüte, örgüt dışından ahkam kesmek işin kolay ve boş kısmı. Sonuçta örgüt; çok sayıda akıl, çok sayıda bilgi, çok sayıda deneyim sahipliği ve biraz da zorunluluk demek. Yani en doğru “iş”i tercih etmek, yapmak için gerekli her şey. Ancak örgütün yaptıklarını değerlendirmek herkesin “iş”i. Çünkü orada bitmiş tamamlanmış bir süreç ve kesinleşmiş sonuçlar mevcut.

HEP ELEŞTİRİ HEP ELEŞTİRİ

Bu noktadan hareketle TİP’in yaptıklarına ilişkin dört başlıkta eleştiriler sıralanabilir.

1- Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turda bitirilmesi yönündeki ısrarlı tutum. Seçim ilk turda noktalanmış olsa, bu tutum belki hiç gündem bile olmayacaktı, hatta başarılı addedilecekti. Ancak bu tutumun, o zaman da şu an oluşan sonuç itibariyle de çok ciddi olumsuz yönleri göz ardı edilmiştir. Hatırlanacağı üzere bu tutum TİP tarafından “işi ilk turda bitirelim” ve “ikinci turda destekleyeceğimiz adayı, neden ilk turda desteklemeyelim” şeklinde formüle edildi.

Oysa ilk turda Tayyip Erdoğan’ın yüzde 50’yi bulduğu her durumda muhalefetin, ister tek adayla ister on adayla seçime girsin sonuca bir etkisi olmayacaktı. Yani kazanma taktiği en baştan ikinci tur üzerine kurulmalıydı.

Diğer yandan solun tamamının onayını almış (sadece EÖİ adayı bile olurdu) bir tercihin hiç gündeme getirilmemesi ve hatta daha Kılıçdaroğlu ismi üzerinde onaşılmamış olmasına rağmen Millet İttifakı’nın olası adayına angaje olunması, CB seçiminde solcuları tamamen “nesne” haline getirmiştir. Sinan Oğan’ın, Muharrem İnce’nin sonuca etkisi bir kenara, tüm o dönem boyunca siyaseti nasıl domine ettiğine hep birlikte tanıklık ettik. Aynı durum sosyalist bir aday üzerinden de pekala kurulabilirdi.(7)

Kısacası, CB seçiminde bir sosyalist aday çıkarılmalıydı, üstelik bu aday, tüm solun onayı alınarak belirlenmeliydi –ki solun ileride birlikte hareketine de katkı sunabilsin- ve il il, ilçe ilçe bu aday üzerinden sosyalist politika propaganda edilmeliydi. İkinci turda da Millet İttifakı ile “pazarlık masası”na oturulur, diğerlerine meydan boş bırakılmazdı.

TİP’in bu taktiğinin hiçbir işe yaramadığı söylenemez. İlk turda aday çıkarılmamasının, hatta Kılıçdaroğlu’na açık destek verilmesinin, CHP seçmeninde TİP’e karşı büyük bir sempatinin oluşmasına ve hatta Oy’a dönüşmesine neden olduğu aşikar. TİP’in bu sonucu gözeterek taktik belirlediğini iddia edemem elbette, bunun yanıtı TİP yöneticilerinde.

2- Doğrudan sonuca bakılarak yapılan bir eleştiridir bu; TİP’in vekillerinde ne değişiklik oldu? Barış Atay’ın yerine Can Atalay. Ve Can’ın cezaevinden çıktıktan sonra yaratacağı farkı düşününce sormadan edemiyor insan, Ahmet’in yerine İrfan, Sera’nın yerine Mısra olsa daha iyi olmaz mıydı? Evet, verilecek yanıt belli; onların da olması planlanmıştı. Ama yapılması gereken Ahmet ve Sera’nın olmamasının planlanması idi. Madem sol popülist bir söylemin büyütülmesi ve yüzlerin arttırılması hedefleniyor, pekala eskilere yeniler eklenip toplam sayı arttırılabilirdi. Eski iki vekil, yenilerle birlikte tek bir vekil grubu gibi faaliyet sürdürebilirdi, herhalde “seçilmedik” diye kenara çekilmezlerdi.

Bu sonucun doğurduğu “algı” ise yenilenme/ilerleme değil, ne yazık ki tekrar! Bu iki vekile böylesi bir yükün yüklenmesi de çok ağır?! Çünkü niceliğin aynı kaldığı yeni dönemde, niteliği arttırmak için çok daha fazla "efor" gerekecek.

3- Bu başlıkta ise TİP’in 12 maddelik seçim değerlendirmesinden bir bölüme başvurmamız gerekiyor; “Son olarak, seçim sürecinde, hatta seçime öngelen süreçte yaşanan hızlı büyüme koşullarında bilinçli bir tercihle belirli bir örgütsel esneklik sağlanmış, ancak bu esneklik kaçınılmaz olarak parti-üye ilişkisi ve tanımını aşırı ölçüde zorlayacak örnekler yaratmıştır. Önümüzdeki süreçte üye tanımı, hakları ve görevleri, örgüt işleyişi ve parti kültürü konularında tahkim edici müdahalelerde bulunulacaktır”.

Yani seçim döneminde ilişkileri çok tolere ettik artık örgüt disiplinini sağlayacağız! Bu çok anlaşılabilir ve yapılmalıdır da! Örgütler bazı dönemlerde kontrollü ya da kontrolsüz çok fazla büyüyebilir ve bu durumda “yapılması gerekenler” ertelenebilir, (yukarıda bir yerlerde ifade edildiği gibi) örgüt aynı zamanda hem yöneticilere hem üyelere zorunluluklar dayatır, tercihler değil!

12 maddelik değerlendirmedeki “sıkıntı”, seçmen pusulasında TİP’i işaretleyen 1.5 milyon oyun şu an merkezde bulunan 3+1 vekil tarafından ve zayıf kadro profili ile örgütlenebileceği planını yapmak. TİP’e oy verenlerin önemli bir kısmı CHP seçmeni yani Atatürk’e laf edildiğinde, Ermeni soykırımı dendiğinde, mülteciler “bizim sahip olduğumuz tüm haklara sahip olmalı” dendiğinde, Akşener aslında “bir faşisttir” dendiğinde, hele hele Kürt sorunu “bir terör sorunu değildir” dendiğinde kaçacak olanlar! Ve belki de daha büyük sorun yaratacak olan ise örgütlenmemeyi “bir üstünlük, bir zeka ve bir farkındalık” olarak kabul etmiş ve “mahalle baskısıyla” oy vermiş sol entelijansiyamız! (örgütü olanların tırtıklama hamlelerinin süreğenleşeceğini söylemeye gerek bile yok). Bunların “dönüştürülmesi” teoride elbette mümkün ancak pratikte neredeyse imkansız.

Değerlendirmede görülüyor ki (daha doğrusu görülmüyor) TİP’in, solun tamamına ilişkin, hatta Emek ve Özgürlük İttifakı’na ilişkin “kapsamlı bir yenilenme ve örgütlenme planı” bulunmuyor. Yelkenleri şişen tekne, yol almaya çalışacak…

4- Çokça dile getirilen bir başka eleştiri konusu da kendi adı ve ayrı listeyle seçime girmenin HDP’yle, özellikle de Kürt halkı ile sosyalistlerin “arasının açılmasına” yol açması. Kabul etmek gerekir ki bu tercih böyle bir sonuç doğurdu. Daha doğrusu tercihin kendisinden çok, sürecin “iyi yönetilememesi” bu sorunu gidermek yerine büyüttü. Ve ne yazık ki yönetememe sorunu hala devam ediyor.

Ahmet Şık’ın bir sokak muhabbetinde sarf ettiği ifadeler (bunları düzeltmek için yazdığı onca yazıya rağmen) nasıl ki kendi mahallesinin ortalamasına seslenme refleksi ise HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Emirali Türkmen’in Birikim Dergisi’ne verdiği röportajda tercih ettiği ifadeler de benzer refleksin tezahürü.(8)

TİP’in tercihini, Kürt seçmenin sayısal çoğunluğunu barajı geçmek için kullanmak olarak değerlendirebilirsiniz. Hatta Kürt halkının kaderi ile Batı’daki sosyalistlerin kaderini birbirinden ayırma iradesi olarak da. Ama aynı tercih, Kürt siyasi hareketi ile; bahşedilen değil, hak edilen bir ilişki kurma talebi de olabilir. (Ve böyle bir kabul, gelecekteki ilişkinin daha sağlıklı ilerlemesine yol açar, sanırım)

Ancak kabul etmek gerekir ki bu aşamadan sonra durumu “telafi” etmesi gereken TİP olmalı. “YSP ile ortak listeden girilse oy vermeyecek TİP seçmenini” birlikteliğe ikna etmek de onun görevi, “kendi oyu sayesinde vekillik ayrıcalığı edinildiğini düşünen YSP seçmenini” de.

Ve bu görev; basın açıklamalarına sıkıştırılmış birkaç cümle, birkaç eylemde destek görüntüsü, EÖİ toplantısından ortak bir fotoğraf ile yerine getirilmiş olmaz.

Açıkçası, bundan sonraki süreç; doğru politik taktikler, katılımcı bir tarz ve etkili pratik müdahaleler ile birlikte, TİP açısından her konuda bir “samimiyet testi” olacak.

1) “TİP’li olmayan TİP vekili” bile olduğuna göre...
2) ÖDP’nin kuruluşundaki “ağır sol topları” saymaya kalksak yazı bitmez…
3) Haziran Hareketi, yeni bir program yüklemesiydi, olmadı. İsim değiştirme (ÖDP’den Sol Parti’ye geçiş), O da olmadı.
4) Dışarıdan “halkevciler” olarak adlandırılmalarına rağmen, çok geniş bir “portföy”e sahiptiler. Üniversite gençlik çalışmasından (Koordinasyon/Kolektif) lise çalışmasına (Genç Umut), 10’dan fazla işçi sendikası faaliyetinden Devrimci Kamu Çalışanları’na (özellikle Devrimci Öğretmen), Devrimci Mühendis-Mimar çalışmasından (Politeknik) Avukatlar çalışmasına, Kadın çalışmasından üç ayrı yayın faaliyetine ve 100’e yakın Halkevi şubesinden oluşan bir ilişki ağı idi. Ve eğitimde, sağlıkta, barınmada, .. meclisleri. (ve fazlası).
5) Statüko ve dogmatizmin tahakkümü; bu çalışmanın, tarihte bir “anomali” olarak anılmasına neden olacak. Aynı çizgide ısrar eden bir grup halkevcinin faaliyeti de yardımlaşma, dayanışma ve sendikacılık sınırlarına hapsedilmiş kalacak.
6) TİP’in 4 vekille yaptığını, HDP yıllar içinde “militan” vekilleriyle hayata geçirdi aslında. Hatta yeni bir vekil profili yarattı. Ancak toplumsal algıda TİP’li vekiller özellikle son dönem daha önde yer buldu. Demirtaş’ı tüm bu kategorilerin dışında değerlendirmek gerekir elbette.
7) “Belirleyici güç olmanın en “basit yolu” cumhurbaşkanı adayını açıklamaktan geçiyor”.. “Bu noktada belki de etkili müdahale Selahattin Demirtaş’ın adaylığının açıklanmasıdır. (Farklı bir isim de olabilir elbette. Bartın’dan bir madenci, Cumartesi’den bir anne, erkek şiddetine direnmiş bir kadın, .., hatta toprağından sökülmüş bir zeytin ağacı).” https://www.gazeteduvar.com.tr/emek-ve-ozgurluk-ittifaki-ne-yapmiyor-haber-1587607 
8) “İttifak kurulmasa TİP’in baraj sorunu olacağından bugün TİP’e giden oyların önemli bir kısmı gitmeyecek, Yeşil Sol’da kalacaktı.” Cımbızladığımın elbette farkındayım ancak böyle bir cümleye gerçekten neden ihtiyaç duyulur? Ve bu mantığın “karşı taraftaki” tezahürü; İttifak kurulmasa YSP’nin baraj sorunu olurdu. Ve bazı HDP yöneticilerinin anlaması gerekir ki bütün sosyalistler bir seçenekte ortaklaşırsa HDP’ye giden oyların önemli bir kısmı gitmeyecek, Batı’da kalacaktı.

Tüm yazılarını göster