Yargının güvenilirliği açısından kötü bir haftayı geride bıraktık.
Sanırım en ses getireni, bir hakimin avukatın etek boyunu ölçmeye çalışmasıydı. Konu çok konuşulduğu için detaya girmeye gerek duymuyorum; fakat beni korkutan şeyi belirtmem gerekiyor. Olayın hemen ardından adliyeye gittim. Meslektaşlarımız, baro yöneticilerimiz toplanmıştı, tepkiliydik. Onca olayın ardından hakimin duruşmalara devam etmeyeceğini umuyorduk. Fakat öyle olmadı, hakim hiçbir şey olmamış gibi geldi. Biz protesto amaçlı onu alkışladıkça o da bizi alkışladı. Meslektaşların haklı olarak öfkeli eleştirileri karşısında sürekli gülerek bir nevi bizlerle alay etti. Bize hiç yakıştıramadığını bile söyledi. Salonda insanlar birbirine girdi, o yerinden kalkmadı, gülmeye devam etti. Baro başkanımızı dinlemeye dahi kendince tenezzül etmedi. Nihayet protestoların bitmeyeceğini anlayınca, ısrarlar üzerine, izin aldı ve gitti. Akabinde Adalet Bakanı’nın da kınaması üzerine HSK tarafından açığa alındı.
Hepimiz şunu düşündük; bir hakim bunu nasıl yapabilir? Acaba olaydan önceki kararları neye göre veriyordu?
İşte kilit soru bu: Kararları neye göre veriyordu?
Bu hakim, uzun, oldukça uzun bir süre insanların, işçilerin haklarına ilişkin kararlar verdi. Belki de kimisinin hayatı bu hakimin vereceği karara bağlıydı. Acaba neye göre karar verdi? Eğer bir haksızlık yapıldıysa o haksızlık geri alınabilir mi? Geri alınamazsa bunun hesabını kim verecek?
Abdülhamit Gül açıklama yapmasaydı, yahut seçimler olmasaydı, yine de açığa alınır mıydı? Bu zamana kadar, temyiz kudretinden şüpheye düşülecek derecede ‘tuhaf’ davranan bu hakim nasıl görevde kaldı? Daha evvel bir avukatı darp ettiği, duruşmalara cübbesiz ve tıraşsız girdiği, duruşma esnasında sigara içtiği ve insanları kıyafetiyle, takısıyla çok kez yargıladığı bilindiği halde nasıl görevde kalabildi? Bundan sonra herhangi bir makamda olacak mı? Yahut bu davranışlarından dolayı gelecekte ödüllendirilme ihtimali var mı?
Ve esas soru: Bu hakim gibi şu an görevde kaç hakim daha var?
* * *
Hakimin açığa alınma gerekçesi yargıya olan güvenin sarsılacağı idi. Peki, yapılan yüzlerce başkaca haksızlık yargıya güveni sarsmıyor mu? Bilhassa kadına ve çocuğa yönelik suçlarda…
Bu alanda uzun süredir sahada avukatlık yapan biri olarak son zamanlarda sıkça şunu dile getiriyorum: Özellikle son altı aydır kadınlara ve çocuklara yönelik suçlara ilişkin davalarda cezasızlık artmaya başladı. Yani faillere hak ettiğinden çok daha az ceza verilmeye başlandı. Yahut Nevin Yıldırım örneğinde olduğu gibi, failin erkek olduğu durumlarda verilen indirimlerin kadınlara uygulanmadığını görmeye başladık. Doğrusu bu durum bir süredir beni endişelendiriyor.
Yine geçtiğimiz hafta avukatlığını yaptığım tipik bir şiddet vakasında çok kötü bir karar çıktı. Açıkçası failin hak ettiğinden azına karar verileceğini bekliyordum; fakat bu derece beklemiyordum. Şöyle ki; ocak ayında hukuk skandalı olması hasebiyle zaten manşete düşmüş bir olaydı. Fail, kendisinden boşanma isteyen eşinin ailesinin evine ruhsatsız bir silahla gitmiş ve silah tutukluk yaptığı için anne ile babayı vuramamış; fakat eşi olan kadının atardamarını patlatmak ve dizini parçalamak suretiyle ölümden dönmesine sebebiyet vermiş, ifadesi alındıktan sonra da serbest bırakılmıştı. Olaya halk tarafından büyük tepki verilmesi üzerine çabalarımızla fail tutuklanmıştı.
İşte o olayda, daha önce neredeyse örneğine rastlanmamış şekilde davanın ikinci celsesinde savcı mütalaa verdi ve üçüncü celsede karar çıktı. Kanaatim o ki, fail Kartal Belediyesi'ndeki işine devam edebilsin, mağdur olmasın(!) diye yapıldı. Zira, toplu iş sözleşmesi gereği 1-2 ay daha tutuklu kalsaydı iş akdi fesih olacaktı. Savcının mütalaası da çelişkilerle doluydu; bir yerde öldürme kastı yok derken bir başka yerde eylemin silahta mermi olmadığı için gerçekleşmediğini belirtmekteydi. İşin ilginç yanı, silah da bulunamamıştı, içinde mermi olmadığı nereden bilinmekteydi.
Failin ilk ifadesi ile mahkeme önündeki sorgusu birbirinden tamamen farklıydı örneğin. Failler indirim konusunda gayet bilinçliler artık malum; mahkeme sorgusundaki beyanı apaçık indirim almaya yönelik değiştirilmişti. Ve hatta sanık avukatları da müvekkili ahlaki birtakım değerlerle suçlayacak şekilde ataerkil savunma yapmaktan geri durmadılar. Hukuki olarak hiçbir hükmü olmasa da belli ki bir fayda görmekteydiler.
Nitekim karar, iddianame ile atılı suçtan (üç kişiye ayrı ayrı öldürmeye teşebbüs, tehdit, ruhsatsız silah taşımak olmak üzere 60 yıl civarı hapsi istenmişti) fersah fersah uzaktı; yaralama, tehdit ve ruhsatsız silahtan topu topu Dokuz yıl hapis cezası verildi ve tahliye edildi! Birkaç yıl yatıp –o da belki- çıkacak yani. Aile boyu katliam yapmaya çalışmanın ve bir kadının ölümün kıyısından döndürmenin cezası maalesef bu ülkemizde. Faillerin kadına yönelik suçlarda hak ettikleri cezayı almaları için artık kadınların ölmesi gerekiyor ne yazık ki.
O fail artık aramızda, sanki koca bir ailenin hayatını mahvetmemiş gibi normal hayatına devam ediyor. Üstelik işinden bile olmadı…
Oysa benim müvekkilim ve ailesi korku içinde. Müvekkil aylardır panjurları kapalı bir evde yatalak duruyordu. Şimdi de dışarı çıkamıyor; çünkü failin yarım bıraktığı işi tamamlamasından çok korkuyor. Hiçbir koruma kararı bu korkuyu dindiremez, hiçbir tazminat bu travmayı telafi etmez.
* * *
Kadına ve çocuğa yönelik olarak yargıdaki bu kötüye gidiş tesadüf değil. Muktedirlerin ağzından çıkan kadın düşmanı cümleler, başkalarının ağzından çıkanları meşrulaştırmaları, yaptıkları ve yapmakta oldukları yasalar, kadını eve kapatmaya yönelik politikalar, şiddete, cinayete ve her türlü soyutlamaya rağmen boşanmaların önüne geçme politikaları, çarpık ahlak anlayışının dikte edilmesi ve daha nicesi… Bunların hiçbiri buharlaşıp uçmadı. Hepsi suç ve daha çok suç olarak halka geri döndü. En son yargının kendisi dahi kadınları etek boyuyla yargılayacak, müşteki-mağdurları ahlaksızlıkla suçlayan savunmalar yapacak kadar zıvanadan çıktı.
Velhasıl kelam tuz koktu!
İşte iktidar, böyle bir ortamda Yargı Reformu Stratejisi'ni açıkladı. Bir nevi “Yargıda Yapıyor” görüntüsü verdi yani. Açıkladıklarını yapar mı? Muamma. Nitekim, iktidarın huyudur, yapmak istemediği şeyleri böyle açıklar açıklar durur; çok yapmak istediklerini de gece yarısı hop diye geçiriverir meclisten. Yıllar önce bir “Çocuk Koruma Hizmetlerinde Koordinasyon Strateji Belgesi” vardı. Tam aradığımız şeydi. Uygulanırsa çocuk hakları konusunda bayağı bir ileri gideceğiz dedik durduk da hâlâ uygulanmadı. Bu strateji belgeleri yapıyor görünmek ama yapmamak için en ideal yöntem kısacası. Bu Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde açıklananlar da yıllardır konuşulan şeylerdi zaten. Kaldı ki tamamı parlamentoda konuşulması ve karar bağlanması gereken yasamaya ilişkin hususlar. Niçin ayrıca konuşulup gösteriye dönüştürüldü bilin bakalım? İstanbul seçimleri mi? Yok canım, daha neler.
Dememiz o ki; bu tesadüfen olmayan gidişata dur demek yine bizim elimizde. Farkındalığı elden bırakmayarak hak, hukuk ve adalet için mücadeleye devam.
Herkese iyi bayramlar.