Geçtiğimiz hafta içinde önümüze bir liste düştü: 208 şarkının yayımlanması TRT tarafından “sakıncalı” bulunmuş ve bu şarkılar yasaklanmış. Yasaklar yeniden hortlamış gibi üzerine atladık, mevzu hakkında cümleler sarf ettik ama bu yeni bir şey değil. TRT, bir sürü şarkıyı yıllardır yayımlamıyor ve buna her seferinde yenileri ekleniyor. Listenin sızması, durumu konuşulur hâle getirdi sadece…
TRT’nin yasakları çeşit çeşit. Hep böyleydi. Bir dönem aktif olan TRT Hafif Müzik Denetleme Kurulu bütün şarkıları denetliyor ve “yayımlanabilir” bulunanları periyodik aralıklarla basılan kitapçıklar aracılığıyla duyuruyordu. Bu kitapçığa girememiş şarkılar denetimden geçmemiş sayılıyordu. Gerekçeleri farklıydı: Kimi ahlaka mugayyir bulunuyordu, kimi prozodi yüzünden kimi de içinde geçen kelimeler bahane edilerek yasaklanıyordu. Kelime yasakları programcıları da etkiliyordu: Metin denetimi denen şey –ki bildiğim kadarıyla hâlâ sürüyor– metin yazarlarının elini kolunu bağlayan bir durumdu. Bilhassa 12 Eylül sonrasında “sakıncalı” kelimelerin sayısı artmış, “özgürlük”ten “barış”a pek çok kelime metinlerden çıkartılmış, bunları içeren şarkıların çalınması engellenmişti.
Memleketteki değişim, kelimeleri de etkiliyor elbette. Bugün, içinde alkolle ilgili herhangi bir kelime geçen şarkının TRT ekranlarından yayımlanması pek de olası değil. Sadece “bira, şarap, rakı, mey, alkol” gibi kelimeler değil, “fondip”ten “şerefe”ye uzanıyor liste ve çağrışım yapan bütün şarkılar yasaktan payını alıyor. Sadece alkol değil, sigara da öyle. Sorsanız, “gençleri zararlı alışkanlıklardan koruma” diyorlar. Bir ölçüde anlaşılabilir bir durum ama bu kelimelerin yanına öpüşme, sevişme gibi kelimeleri de iliştirince işin rengi değişiyor. Bir dönem repertuvarın vazgeçilmezi “Yıldızların Altında”, artık söylenemeyen/çalınamayan şarkılardan. Sözlerini hatırlayalım: “Benim gönlüm sarhoştur / Yıldızların altında / Sevişmek ah ne hoştur / Yıldızların altında…” Her yeri “sakıncalı”! “Sarhoş” geçse “sevişmek” denetime takılıyor.
Geçmişe baktığımızda yaşanan denetim hikâyelerinin her biri diğerinden eğlenceli aslında. Bu, kurumu eğlenceli kılmıyor ama. Eskiden adı TRT Hafif Müzik Denetleme Kurulu olan oluşum işlevini yitirdi belki ama yerine bir başkası geldi: Yayın Denetleme ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı. TRT’nin sitesine bakarsanız, başkanlığını Kudret Doğandemir’in vekaleten üstlendiği bu kurul, “haber ve spor yayınları ile canlı yayınlar hariç olmak üzere kurumumuz mecralarında yayınlanan tüm radyo ve televizyon programlarının metin, ses ve görüntüleri ile kurum repertuarına alınacak müzik eserlerinin sözleri, yerli-yabancı sinema ve televizyon filmleri ile müzik klipleri yayından önce denetlemekle ve denetim sonuçlarına uygun olarak yayınlanıp yayınlanmadıklarını kontrol etmekle görevli”. RTÜK’e karşı bir önlem aslında bu. Onun denetiminden kaçan, RTÜK’e takılıyor.
Yakında RTÜK’ün sınırları genişledi ve internet üzerinde yayımlanan sesli ve görüntülü her şeyi kapsar hâle geldi. Belli ki bu sınır daha da genişleyecek ve RTÜK’ün kolu, yakında sosyal medya üzerindeki kişisel sayfalarımızda yaptığımız paylaşımlara kadar uzanacak. Sonrasında otosansür başlayacak –ki en fenası bu. Denetim Kurulu, sanatçıların ve toplulukların “dikkatli” adımlar atmasını sağlamıştı. Zeki Müren yıllar önce “entarisi ala benziyor / şeftalisi bala benziyor”daki “şeftali”yi “hoş sözler”le değiştirmiş, türkü TRT ekranlarından öyle yayımlanabilmişti. Mazhar Fuat Özkan’ın “Ali Desidero”sunun sözleri “reklam var” gerekçesiyle denetime takılınca topluluk şarkının sözlerinde geçen “MFÖ”leri “müzik” yapmış, böylelikle kendi reklamlarını yapmaları kurum tarafından engellenmişti.
Yazının burasında sözü, bir dönem TRT Hafif Müzik Denetleme Kurulu’nun içinde yer alan Timur Selçuk’a bırakayım. Zaman zaman denetimle başı derde giren sanatçı, 1977 – 78 yılları arasında kurulun içinde yer almıştı. O günleri ve kurumun işleyişini, kendi sitesinde şöyle anlatıyor:
“Haftada bir gün Ankara’ da TRT’de toplanıp şarkıları dinliyor ve ‘yayınlanır’ ya da ‘yayınlanamaz’ diyorduk. Bu kararları TRT’nin hafif müzik ilkeleri doğrultusunda alıyorduk, Müzik Dairesi bizlere bu ilkelerin neler olduğu hakkında önceden yazılı bir bilgi iletmişti. Kurul sekiz kişiden oluşuyordu: TRT Müzik Dairesinden bir yetkili, Ankara Devlet Konservatuvarından iki besteci, iki hafif müzik sanatçısı, bir TRT müzik programcısı, ve TRT Hukuk Dairesinden iki hukukçu. Şarkılar dinlenir, söz-müzik uyumuna dikkat edilir, bestenin, form ve ezgi özellikleri belirlenir, çok seslilik ve çalgılama açısından değerlendirilir, yorumcunun ses özellikleri ve yorumu dikkate alınırdı. Ayrıca söz denetimi, hukukçular tarafından gerçekleştirilirdi.”
Timur Selçuk, görevde olduğu süre dahilinde kurulla alakalı önemli bir adım atmış ve toplantıları sanatçılara ve basına açık hâle getirmişti. Dahası, “denetleme” sözcüğünün yerine “danışma” sözcüğünü önermiş, kararlarının yapımcıları bağlamadığını söylemişti:
“Şarkılar hakkındaki görüşlerimizi müzik dairesine yazılı olarak bildirecektik, onlar bu raporları program yapımcılarına ileteceklerdi, yapımcılar da, özgür iradeleriyle bu görüşlerimizi inceleyip, programlarına hangi şarkıları ya da sanatçıları alacaklarına karar vereceklerdi, belki de bizim görüşlerimizi hiç önemsemeyeceklerdi, o zaman müzik dairesine karşı savunmalarını tek başlarına yapacaklardı.”
Ancak bu “şeffaflık ve demokrasi” kurum tarafından “fazla” bulunmuş ve Timur Selçuk’un görevi, 1978 yılının ilkbaharında “yukarıdan” gelen bir emirle sonlandırılmış. Selçuk o günlerini savunuyor ama ne kadar şeffaf olursa olsun bir “eser”in denetlenmesi, tuhaf. Bu sadece şarkıları ya da türküleri içermiyor elbette: Edebiyattan tiyatroya, sinemadan heykele sanatın bütün alanlarında denetim, kabul edilemez bir şey. Yakın dönemde “ben bu heykelin içine tükürürüm” diyen belediye başkanlarını, bir heykeli “ucube” bulduğu için yıktıran başbakanları gördük. Sevmedikleri bir şeyi yok etmek, fıtratlarında var. Başkalarının sevmesi onları ilgilendirmiyor. İşin tuhaf tarafı, buna “demokrasi” diyor oluşları. Yakında ortama düşen 208 şarkının yasaklanması da (sorarsanız) demokrasinin gereği.
TRT Hafif Müzik Denetleme Kurulu ve yasakları hakkında bir yazım 2016 yılının Aralık ayında bu mecrada yayımlanmıştı. Orada söylediklerimi tekrarlamayayım ama bir ek yapayım, yaşanan bir “durum”a dikkat çekeyim: Hrant Dink öldürüldüğünde albümüne onun anısına “Sarı Gelin”i koyan ve bir dörtlüğünü Ermenice sözlerle seslendiren Yavuz Bingöl, TRT tarafından “sakıncalı” bulunmuş, programlara katılması ve şarkılarının/türkülerinin çalınması engellenmişti. Bugünkü konumunu anlatmaya gerek yok.
Yasaklardan payını alanlar, zaman zaman saflarını değiştiriyor ve TRT’ye çıkma pahasına inandıkları değerleri yok sayabiliyor. Yavuz Bingöl buna küçük bir örnek. Geçmişe dönüp baktığımızda pek çok başka örnekle karşılaşabiliriz –ki bu, bir başka yazının konusu. Küpe taktığı için ‘80’li yılların ortalarında TRT’ye çıkması engellenen İlhan İrem küpesini çıkartsaydı, o dönem bütün programlara katılabilecekti. Çıkartmadı, katılmamayı tercih etti. Şarkılarına uyduruk bahanelerle “yayımlanamaz” kararı çıkartıldı. Tek değildi üstelik: Pek çok şarkıcı, kılığı, kıyafeti ya da siyasi duruşu bahane edilerek ekrandan uzak tutuldu. Tıpkı bugün gibi.
Söylediğim gibi, TRT içindeki yasaklar her dönem vardı. Ortama düşen liste bunu görünür kıldı. Fena olan, TRT dışındaki televizyonların bu tip listeler yayınlıyor oluşu. Görünürde basılı bir liste yok belki ama pek çok isim programlara çağrılmıyor, pek çok şarkı “sakıncalı” bulunabileceği iddiasıyla ekranlara çıkamıyor. TRT’nin listesinden uzaklaşıp biraz da bunlar üzerine kafa yormakta fayda var zira o liste ne ilk ne de son olacak.
Yasaklar sürdüğü sürece memleketin ilerlemesi mümkün değil. Yasakların artıyor oluşu –ki geçmişe baktığımızda bütün “karanlık” dönemlerde pek çok şeyin yasaklandığını görüyoruz– memleketi biraz daha geriye götürmekten başka bir işe yaramıyor. Bunun bilincinde olmak, yasaklara karşı çıkmak gerekiyor. Bilhassa keyfi yasaklara… Son dönemde en büyük derdimiz bunlar çünkü.