Bundan beş yıl önce bugünlerde dünya koronayı konuşuyordu. Henüz
ülkemize gelmemişti, dışarıda olanları endişeyle takip ediyorduk.
Sonra ilk vaka görüldü, hemen ardından pandemi ilan edildi ve
hastalık hızla yayıldı.
Süreci yönetemeyen iktidar bu yayılmanın baş sorumlusu ama ceza
başkalarına kesildi. AVM’lerin açık olduğu ama insanların açık
havada, sahilde yürümesinin engellendiği tuhaf bir dönemdi bu.
Herkes evde çalışırken işçilere izin verilmedi, insanlar sabahın
köründe işe gitmeye devam etti. İçkili mekânlar kapatıldı ama
açılmasını takiben müzik yasaklandı. Mekân açıkken müziğin
kesilmesi, kısık sesle çalanlara ceza kesilmesi açıklanabilir bir
şey değil. Üstelik bu yasak pandemi bitiminde de sürdü. Sadece
saati değişti ve susma saati 01.00 olarak belirlendi.
Yasağın pandemiyle alakalı olmadığı aşikar. Sonrasında da
sürdürülmesi, bunun kanıtı. Pandemi, müziğe karşı olanların işine
geldi. O kadar ki, geçtiğimiz haftaya kadar bu yasak sürüyordu.
Nihayet bir şekilde ortadan kalktı ve bu yapılırken, aslında bu
yasağın hukuksuz olduğuna hükmedildi. Yıllardır çalamayan, bu
yüzden işinden (ve hatta hayatından) olan müzisyenlerin zararını
kimse karşılamayacak elbette. Hukuksuzluğun ortalığı sardığı şu
devirde bunu beklemek bile abes.
Türkiye bir yasaklar ülkesi. Tarihini yakmaya kalksak bu
satırlar yetmez, içinden çıkamayız. Yine de, müzik yasağının
kalkması şerefine, olanları kısaca toparlamaya çalışayım. 1934
yılında getirilen alaturka yasağından 2022’deki festival
yasaklarına uzanan süreç sıkıntılı. Üstelik yasaklar her dönemde
yeniden şekilleniyor, iktidarların değişmesi sadece yasağın
kapsamını değiştiriyor ama kimse bunları ortadan kaldırmayı
düşünmüyor.
Yasaklar bahsinde ilk büyük adım, radyodaki denetim. Bölge
radyolarının radyoda çalınacak şarkıları denetlemeye başlaması,
TRT’nin kuruluşuyla bambaşka bir yere evrildi. Televizyonun yayına
girmesiyle denetim sıkılaştı, bir denetleme kurulu oluşturuldu ve
çoğu zaman akla zarar gerekçelerle şarkıların yayını engellendi.
Kimi zaman şarkıcılar ya da topluluklar yasaklandı, kimi zaman
türler. Anadolu-pop’tan arabeske. Selda Bağcan’dan Zülfü
Livaneli’ye herkes bu yasaklardan nasibini aldı. Kimi küpe taktığı
için ekrana çıkartılmadı, kiminin giysisi, kiminin uzun saçı dert
oldu. Şarkı sözlerinde yarın, aydınlık, umut gibi ‘sakıncalı’
sözcükleri kullananlar bu şarkıları ekranda söyleyemedi. İlerleyen
yıllarda bunlara içki, sarhoş, şerefe, fondip gibi sözcükler
eklendi; sevişmekten, öpüşmekten söz eden şarkılar 'yasaklı'
kapsamına girdi.
Müzisyenler derseniz, her dem baskı altında. Hemen her iktidar
“bizim dönemimizde yasaklar kalktı” diyor ama bu doğru değil. Şu an
iktidarda olan AKP de bunu söylüyor ama yasaklar, baskılar sürüyor.
Grup Yorum hâlâ konser veremiyor mesela. Festivaller ve konserler
sudan sebeplerle ve hatta çoğu zaman sebep bile gösterilmeden
yasaklanıyor.
'80’li yıllarda, iktidar, “biz yasaklamıyoruz” diyebilmek için
yetkiyi valiliklere devretmişti. O dönem yayınlanan albümlerin çoğu
valiliklerce yasaklandı. Kimi mahkemede 'suçsuz' bulundu ve yeniden
yayınlandı ama arada kaybolanlar da oldu. Bu on yılın sonlarına
doğru kapaklarında 'Danıştay kararıyla' yazan kasetler görmek
normaldi.
Kürtçe ve Ermenice kasetler dillerinden dolayı 'suçlu'
bulunuyor, yayınlanamıyordu. Yasak resmî olarak kalktıktan sonra
bile fiili durum devam etti ve uzun yıllar bu dillerde herhangi bir
ürün dinleyiciye ulaşamadı. Ahmet Kaya, 1999 yılının 11 Şubat günü
Magazin Gazetecileri Derneği tarafından düzenlenen ödül töreninde
“Kürtçe şarkı söyleyeceğim” dediği için bu ülkeyi terk etmek
durumunda kaldı ve ertesi yıl Paris’te, sürgünde hayatını
kaybetti.
Özeti şu: İktidarlar değişiyor ama yasaklar değişmiyor.
Yasaklara karşı bir olmak, yan yana gelmek gerekiyor ama memlekette
bu da yasak. Her şeyden öte, daha tehlikeli bir durum, otosansürün
ortalığa çıkması. Şu an üzerimizdeki en büyük tehdit bu. İkinci
büyük tehdit, 'sayın muhbir vatandaş'lar. İhbarlar yüzünden pek çok
insan gözaltına alınıyor ve bunların arasında müzisyenler, yazarlar
ağırlıkta. Gerçeği yazmaya çalışan gazetecilerin susturulduğu,
parti liderlerinin sebepsizce hapiste tutulduğu bir dönemdeyiz ve
yasaklar artık normal karşılanıyor. Bu da başka bir sorun.
Bütün bunları yaşarken müzik yasağının kalkması bizi
sevindirmiyor çünkü biliyoruz ki aklımızdakileri şarkıya (ya da
yazıya) dökersek o da yasaklanacak. Yasaklanması gereken tek şey
yasaklar ama hayatımızın her alanına etki ediyorlar. Yine de
susmayan, yan yana gelmekten korkmayan, konserlerinde “sakıncalı”
şarkıları söyleyen sanatçılar, topluluklar var.
Doğruları yazanları da bunlara eklersek aslında yalnız
olmadığımızı görürüz. Ses yükselirse, direnç artarsa, saflar
sıklaştırılırsa ilerleyen günlerde çok şey değişebilir. Önümüzdeki
günlerin güzel olacağına inanıyorsak, o günlere dair bir umut
taşıyorsak, bundan. Bu satırlardan sonra başlıkta sorduğum sorunun
cevabını vermeyi okura bırakayım.
Bence mümkün ama buna inanmak ve geri adım atmamak gerekiyor.
Sonrası, şairin dediği gibi “iyilik, güzellik".