14 ve 28 Mayıs 2023 seçimleri sonrasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yeniden seçimleri kazanması üzerine muhalif kesim büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bireysel anlamda insanlarda bir karamsarlık, bıkkınlık, umutsuzluk havası egemen olmaya başladı.
Bu pazar yazısında, bu durumun siyasal sonuçları değil bireysel ve psikolojik sonuçları üzerinde durmak istiyorum. Siyasal ve toplumsal sonuçlarını zaten diğer zamanlara yazmaya çalışıyoruz.
Bu seçim yenilgisi üzerine zamlar, vergiler gelince yurttaş ister istemez büyük bir kıskacın, bunalımın içine girdiğini hissetmeye başladı. İnsan psikolojisi iyice bozulmaya yüz tuttu.
Kuşkusuz bu durumdan kurtuluşun temel reçetesi, toplumsal bir nitelik taşıyor. Tüm baskı ve zorluklar, diyalektik bir biçimde karşıtını da yaratır. Yani insanda giderek baskıya, zulme, sömürüye karşı bir direnç de başlar. Tabii ki toplumsal olarak bu ayağa kalkış kolay meydana gelmez.
Öncelikle bireysel anlamda da kendimizi yeniden silkinmeye, yaşam direncimizi artırmaya nasıl çaba harcayabiliriz?
YAŞAM DİRENCİ NEDİR?
Cumhuriyet yazarı, değerli hekim Dr. Erdal Atabek, 14 Aralık 2020 tarihli “Direncin en az olduğu yer...” başlıklı yazısında yaşam direncine değiniyordu. Erdal Atabek, “Yaşam direncimiz, ‘zihinsel-bedensel direncimizdir’. Yaşamak, hayatta kalmak, sadece bedensel değil, öncelikle zihinsel bir ‘yaşam mücadelesi kararı’dır” diyor.
Daha sonra bir tıp insanı olarak deneyimli hekim ve hemşirelerin hastalarda yaptığı gözlemleri aktarıyor. Ve Atabek, diyor ki; “Onlar bir hastanın ‘iyileşme azmini’ ya da ‘iyileşmekten vazgeçme’ umutsuzluğunu iyi bilirler. İyileşmek isteyen iyileşecektir. İyileşmekten vazgeçmiş kötümser hastalar tedaviye yanıt vermekte zorlanırlar”.
Erdal Atabek, bireysel ya da toplumsal hakların yok edilmesi karşısında zamanla insanların tepkisinin artığını ve yaşam direncinin güçlendiğini belirterek “Yaşam mücadelesi bitmez, yaşam direncimiz tükenmez. Bunu da yaşayarak göreceksiniz...” diye ekliyor.
Zor koşullar karşısında öncelikle kendi gücümüzü değerlendirip gücümüze olan inancı tazeleyebilmek, belli bir dünya görüşü çerçevesinde bu inancımızı, umudumuzu bilince çıkarabilmek önem kazanıyor.
PSİKOLOJİ – BİYOLOJİ İLİŞKİSİ
Yine bireysel anlamda mümkün olduğunca zihinsel-bedensel bir şekilde sağlıklı yaşayabilmenin koşulları üzerinde de durmamız gerekiyor. Kendimizin bedensel ve zihinsel yapısını elverdiği ölçüde sağlıklı tutabilirsek yaşam enerjimiz ve mücadele azmimiz de artacaktır.
Öte yandan insan psikolojisinin biyolojisiyle yakından ilgili olduğunu çeşitli bilimsel olgular da ortaya koyuyor. Biyolog Buket Elbeyoğlu’nun bu konudaki görüş ve önerileri şöyle:
- Vücut yapımız, özü itibariyle sağlıklı olmaya kodlanmıştır.
- Hastalık, bir sonuçtur.
- Her duygunun bir ömrü vardır, bu duygumuzu yaşamaya izin verirsek o duygu ömrünü tamamlar ve sönümlenir.
- Duygularımızı bastırmayalım. Duygularımızı boşaltmanın bir yolu vardır. Ya bu duygumuzu, makul bir biçimde etkilendiğimiz olay ya da kişilere dönük olarak aktarmak gerekir, ya da bu mümkün olmazsa kendimiz o duygumuzu yalnız bir şekilde öfkeyi de yaşayarak boşaltabiliriz.
- Bastırılan duygular, biyolojik yapımızda ağrı ya da başka bir biçimde görülür.
- Uzun süreli korku, kaygı ve üzüntü, bağışıklık sistemini zafiyete uğratır.
- Neden kaygılanıyoruz, niçin korkuyoruz, biraz farkına varmak gerekir. Korku, normal bir duygudur, doz aşımı, yani fazlası iyi değildir.
- Korkunun üstüne gitmek gerekir, üstesinden gelemezseniz yardım alın.
- Yaşam enerjimizi yükselttiğimiz zaman kendimizi iyi hissederiz, olumsuz duygulardan arınırız.
- Bir başkasına destek olduğumuz zaman oksitosin hormonu artar. Yani iyilik yaptığımız zaman, sevdiğimiz zaman, üretici ve verici olduğumuz zaman bu hormon artar. Eksikliği, bu aktivitelerimizin, bağlılığımız az olması demektir.
- Endorfin hormonu da, yürürken salınır. Bu hormon da endişeli halimizi baskılar, kendimizi iyi hissettiğimizde ağrılarımız da az olur, yani ağrılarımızı az hissederiz.
- Paylaşmak, dokunmak, hep bu tür hormonlarımızı yükseltir, sağlık getirir.
- Beyin telkin alabilir. Telkin yoluyla duygu durumumuzu değiştirebiliriz.
- Geçmiş ve geleceği sıkça düşünmemek gerekir. Geçmişe takılmak, olumsuz duyguları harekete geçirir, dolayısıyla beynimiz vücudumuzu etkiler.
- Sevgiyi hissettiğimiz yerde olumsuz duygularımız da bastırılır, kaybolur.
- Neyi seviyorsanız onu yapın. Sevgiyi deneyimlediğiniz olayları yaşayın, hormonlarınız yükselir.
NERUDA: EYLEM, UMUDUN ANASIDIR!
Bu kadar bireysel önerilerden sonra yine toplumsal yaklaşıma dönelim. Sosyalist şair, diplomat ve siyasetçi Pablo Neruda’nın karamsarlığı yırtan, umuda dönük ünlü bir sözü de şöyledir: “Eylem, umudun anasıdır!”.
Pablo Neruda, yaşamı boyunca da çektiği bütün sıkıntı ve zorluklara rağmen umudunu kaybetmediğini ve hem bireysel, hem toplumsal anlamda eyleme dönük tavrıyla umudunu koruduğunu ifade etmiştir.
Şili’de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Pablo Neruda, İspanya İç Savaşı ve García Lorca'nın ölümünden çok etkilenmiştir. Neruda, İspanya’daki Cumhuriyetçi harekete katılmış ve daha sonra Fransa ve Meksika’da konsolosluk görevi üstlenmiştir.
Ülkesine döndükten sonra Şili Komünist Partisi’ne katılıp senatör olan Neruda, Şili’deki baskıcı yönetimlerle mücadele etmiştir. Yaşamı boyunca faşizme karşı çıkmıştır. Nazım Hikmet adına Barış Ödülü almıştır. Bir kongrede Nazım Hikmet ile ilgili 'Onun (Nazım Hikmet'in) yanında biz şair bile olamayız' diyerek Nazım Hikmet'i övmüştür.
Şili’deki 1973 askeri darbesinden sonra sorgulanmış daha sonra da vefat etmiştir. Cenazesinin kitlesel bir şekilde kaldırılması cunta yönetimi tarafından yasaklanmış olsa da, sokağa çıkma yasağını tanımayan binlerce kişi cenazeye katılmıştır.
İşte böyle bir yaşam öyküsü olan insanın “Eylem umudun anasıdır” sözü çok değerli oluyor. Nitekim, Akbelen’de de doğa katliamını karşı mücadele eden köylülerimizin ve yurttaşların direnişi bu sözü bir anlamda hayata geçiriyor…