Yaşam ve yıkım arasında ‘son’suz bir roman

Roberto Bolaño'nun polisiye romanı "Gerçek Bir Polisin Çilesi", Can Yayınları tarafından yayımlandı. Hikâye içinde hikâyelerle; birbiriyle bağlantılı anlatılarla, şiddet sarmalıyla ve tarihsel kesişmelerle örülü olan kitap, okuru Bolaño tarafından yakalamaya mecbur bırakıyor.

Abone ol

Roberto Bolaño romanlarında insanı diri ve tetikte tutan, adını koymanın zor olduğu şeyler var. Şöyle demek de mümkün: Zaman zaman bulanıklaştırdığı gerçeklerle kurguyu bir araya getirmesi, olay akışını düz veya çizgisel değil de geriye dönüşlerle ve yan yollara saparak yaratması, karakterlerle birlikte okuru da köşeye sıkıştırması ve bütün bunları tarihsel anekdotlarla beslemesi, Bolaño’nun yazarlığının belirgin özelliklerinden.

Küçük ya da önemsiz diye nitelenebilecek olayları, bir film sahnesi gibi kurgulayarak okurun gözünde canlandıran yazar; mizahı, hüznü ve karanlığı bütünleştirirken metinlerindeki ayrıntılardan hiçbiri için “Bu da olmasa olurdu” dedirtmiyor. Dahası, labirente attığı ya da bir bulmaca çözdürdüğü okuru, hayatın sakat ve sakatlayıcı noktalarına sürüklüyor.

Vahşi Hafiyeler, Katil Orospular, 2666, Uzak Yıldız, Tılsım, Mösyö Pain ve Lümpen Roman’da bu yollardan geçmişti okur. 1980’lerde yazmaya başlayıp ölümüne dek (2003) üzerinde çalıştığı Gerçek Bir Polisin Çilesi ise hem otobiyografik öğelerin bolluğu hem de Bolaño klasiklerine (Vahşi Hafiyeler, Katil Orospular, Uzak Yıldız ve 2666) göndermeleriyle öne çıkan; yazarın giderayak şekil verdiği ironik, yer yer karanlık ve trajikomik bir sürpriz.

BİLİNMEDİK ÜLKEDEKİ BİR YENİ YETME

Bolaño, geçmişlerinden ayrıntılara yer verdiği, geri gidişler ve güne dönüşlerle tanıttığı iki ana karakter üzerine kuruyor romanı: Padilla ve ellisine gelmiş, dul, on yedi yaşında bir kızı olan profesör Amalfitano. İkilinin tutkulu ilişkisi ve aile hikâyeleri, romanın bir ayağını oluştururken diğer ayak, Padilla ve Amalfitano’nun kültürel derinliğiyle ve bazı tarihsel olaylarla biçimleniyor.

Barselona Üniversitesi’nde belli bir ağırlığı olan Amalfitano’nun rektör tarafından görevlendirilen arkadaşlarının tebliğiyle, gürültüsüz patırtısız bir şekilde istifaya zorlanması, bunu reddederse (istismarla suçlanarak) “kirli çamaşırlarının” ortaya dökülmesiyle tehdit edilişi, romanın ilk kırılma noktalarından. Bolaño, bu mevzuyu İspanya İç Savaşı, ünlüler geçidi olan bir film projesi ve şiir üzerine tartışmalar gibi pek çok yan yolla derinleştiriyor. İş bu noktada, itibara ve hayatta kalma, daha doğrusu bildiği ve istediği gibi yaşama arzusuna gelip dayanıyor Amalfitano için. Hatta Padilla’yla ilişkisi, masaya yatırılan ana mesele olup çıkıyor. Fakat buradaki asıl olay, Amalfitano’nun lisan-ı münasiple tehdit edilmesi veya onun Barselona’dan ayrılıp Meksika yollarına düşmesi değil, insani bir durum: Arzular ve hayata tutunma çabası.

Amalfitano ile Padilla aşkı, karanlık bir tünelden çıkışı andırıyor; şiirle ve edebiyatla sarmalanmış, zaman zaman telepatik bir dilin hâkim olduğu ve daha uzun vakit geçirmeyişten doğan pişmanlığın ikiliyi ara ara yokladığı bir ilişki bu: Genç Padilla ve onun karşısında kendisini “bilinmedik bir ülkede yeni yetme gibi” hisseden Amalfitano…

Kızı Rosa’yla beraber İspanya’dan ayrılmak için bindikleri uçakta Amalfitano’nun ve geride kalan Padilla’nın gözünde canlanan mazi misali dönüp duruyor bunlar: Bir bakıma yakın geçmiştekiyle yakın gelecekteki hayatın gelgiti bu. Elbette mesele yalnızca bununla sınırlı değil.

Gerçek Bir Polisin Çilesi, Roberto Bolaño, Çevirmen : Saliha Nilüfer, 272 syf., Can Yayınları, 2020.

ROMANIN YAN YOLLARI

Amalfitano, zaman zaman filmi geri sarıp “tüm kötü alışkanlıklarının temelinde yatan şeyleri” düşünüyor; devrimcilere, Yahudilere, uyuşturucu bağımlılarına, homoseksüellere, suçlulara, fahişelere ve kaçıklara hayranlığının, kötü huylarını beslediğine inanırken kendisiyle hesaplaşıyor: “Yeni yetme bir delikanlıyken Yahudi, Bolşevik, siyahi, homoseksüel, uyuşturucu bağımlısı, yarı kaçık ve bunlar yetmezmiş gibi çolak olmak istemiştim ama sadece profesör olup çıktım. Hiç değilse binlerce kitap okuyabildim bu sayede, diye düşündü. İyi ki şairleri tanıdım ve romanları okudum (Amalfitano açısından şairler birer yıldırımı andıran ışıltılı varlıklardır ve romanlarsa Quijote’nin kaynağından beslenerek doğan hikâyelerdir). İyi ki okumuşum. İyi ki diye düşündü, biraz şüpheci biraz umutlu bir tarzda, hâlâ da okuyabiliyorum.”

Bu hesaplaşmada edebiyat, şiir, siyasi tarih ve Amalfitano’nun duygu labirenti gibi yan hikâyeler var: Bolaño’nun “konu”dan uzaklaştığı, hatta araya başka bir kitap sıkıştırdığı izlenimine kapılmanın işten olmadığı bu anlarda, Amalfitano’nun zihninde gezinirken aniden dünyadan kopup sonra aynı noktaya dönme hissini yaşıyoruz. Kısacası tam da Bolaño’dan beklenecek bir hareket bu.

Pek çok hikâye arasına sıkışan ve atlanmaması gereken noktalar var. Bunlardan biri, Amalfitano’nun geç keşfettiği eşcinselliğini kızı Rosa’nın Meksika’ya gittiklerinde fark etmesi, Amalfitano ile Padilla’nın sanatsal yönler barındıran aşkı, ikili üzerinden yürüyen ahlaki tartışmalar ve bunların Bolaño tarafından bazı tarihi olaylarla birbirine bağlanışı. Bir başkasının, bazen geçmişine bakan ana ve yan karakterlerin, hem kendisiyle hem de etrafındaki insanlar ve olaylarla kavgaya tutuşup buradan aklıselim sonuçlar çıkarması ya da körleşmesi. Bunlarla birlikte, Amalfitano’nun kitaplarını okumaya daldığı ve onlardan hikâye avladığı (okura tanıdık gelecek bir Bolaño karakteri olan) J.M.G. Archimboldi’nin romana sızışı. Tabii Pandilla’nın, AIDS’e yakalandığı için bir türlü bitiremediği romanını da unutmamak lazım.

BİTMEMİŞ AMA TAMAMLANMIŞ BİR KİTAP

Ahlak kisvesi altında yaratılan kalıpyargıları paranteze alan ve ahlak kumkumalığına kulağını tıkayan Bolaño, Gerçek Bir Polisin Çilesi’nde bunlarla edebî bir hesaplaşmaya giriyor. Karakterlerin yaşama bağlılığını, tehditlere rağmen hayata tutunma uğraşı ve bildiği gibi yaşama ısrarını geniş geniş anlatıyor yazar.

Juan Antonio Masoliver Ródenas, kaleme aldığı önsözde, Bolaño’nun “kırılgan ve geçici” anlatımından bahsederken Gerçek Bir Polisin Çilesi’ne dair “teknik” bir özelliği hatırlatıyor: “Gerçek Bir Polisin Çilesi, tıpkı 2666 gibi bitmemiş bir roman olsa da tamamlanmamış değil çünkü yazarı için önemli olan, onu bitirmek değil ilerletebilmek.”

Çıkmaz sokaklara ve tali yollara saparak ilerleyen Gerçek Bir Polisin Çilesi, konuşkan bir roman; bir dolu hikâye arasından Amalfitano’ya, Padilla’ya, Rosa’ya, Archimboldi’ye, Rosa’yla yakınlaşan Carrera ailesinin oğlu Jordi’ye, şair Girau’ya ve diğer karakterlere ilişkin ipuçları yakalıyor, daha doğrusu Bolaño tarafından yakalamaya mecbur bırakılıyor okur. Kopuşlar, kaçışlar, geri dönüşler ve dağınıklıklar, yazarın okura bıraktığı bir yapboza benziyor. Dahası, mutsuz veya mutlu bir son bekleyenler hayal kırıklığına uğrayabilir çünkü Bolaño, kitabı akış üzerine kurmuş; düşünmelerden, konuşma ve tartışmalardan çekip çıkarılacak bir sürü şey var.

Romanı hâl yoluna sokması için Bolaño tarafından görevlendirilen okur, Gerçek Bir Polisin Çilesi’nde düz çizgide seyretmeyen bir Tarantino filminde bulabilir kendisini, bazı anlarda ise 2666’nın, Vahşi Hafiyeler’in, Katil Orospular’ın ve Uzak Yıldız’ın… Öte yandan, biraz Avrupa ve İspanya, biraz da Latin Amerika tarihinin… Kısacası kitap, hikâye içinde hikâyelerle; birbiriyle bağlantılı anlatılarla, şiddet sarmalıyla ve tarihsel kesişmelerle örülü. Bu “savruk” anlatıyı, okurun istediği yerinden çekip düzeltebileceği ya da daha fazla “bozabileceği” şekilde kurgulamış Bolaño.