Son dönemde takip ettiğim düşünürlerin metinlerinde bağlamlar
farklılaşsa da “dünyada aynı devam etmemek”, meselelerin kilit
noktasını oluşturuyor. Çünkü korona virüsü süreci, çok öncesinde
açık olanı apaçık hâle getirdi. Ana akım siyasette pek yer
bulamayan iklim ve toprak krizi, zaten eşitsiz koşullarda
sürdürdüğümüz yaşamın daha da eşitsiz koşullara evrilmesi, başka
türlerle kurduğumuz ilişkilenmenin artık aynı devam etmemesi
gerektiğinin sorgulanması, pek çok metnin ve dünyanın güncel ve
temel sorunsalını oluşturuyor. Korona virüsü, kapitalizmi ve
sinsice sürdürülen politikalarını gün yüzüne çıkardı. Daha önce
soyut gibi görünen pek çok konu, yaşamımızın ortasında duran
sorunlara dönüştü. Her şey askıya alınırken kimlerin hâlâ sistemin
çarklarını döndürmek için işe koşulduğuna bakmak bile bu sistemin
eşitsizliğinin en temel göstergelerindendi. Dahası, iklim krizinin
yol açabileceği virüslerin hiç de distopik bir anlatının parçası
olmadığını birebir yaşayıp gördük, görmeye de devam ediyoruz. Pek
çok insanı kaybettik, hayatta kalanlar için ise endişenin hâkim
olduğu yeni bir yaşam başladı. Hele ki otoriter rejimlerle
yönetilen Türkiye gibi ülkelerde, sorun sadece virüs de değildi. En
baştan pek çok düşünürün uyardığı gibi korona virüsü bize daimi
istisna hâlinde yaşamayı, sokak siyasetinin önünün kesilmesini,
yaşam tarzı müdahalesini getirirken, ayrıcalıklılar sınıfının
kendilerini dışında bırakarak sürdürdüğü sözde önlemler, onların
gerçek yüzünü daha net görmemizi sağladı.
Donatella Di Cesare,(1) devletlerin yükselttiği duvarları aşan,
dünyanın tamamını etkileyen korona virüsünü “egemen virüs” olarak
değerlendirirken, yukarıda açıklamaya çalıştığımız daha görünür
olma meselesinden de bahsediyor ve şuna dikkat çekiyordu: "Son
yıllarda yaşadığımız terör saldırılarında eğer orada değilsek
izleyici konumundaydık, şimdi ise görünmez, elle tutulmaz, uhrevi,
neredeyse soyut korona virüsü vücudumuza saldırırken sadece
izleyici değiliz, kurban durumundayız. Havadan gelen bu saldırı
karşısında kimse güvende değil. Virüs sinsice nefesinizi hedefleyip
onu sizden alarak korkunç bir ölüme neden oluyor. Bu nefessiz
bırakan bir virüs.”
Pandemi sürecinde tüm özneler tek tek kurban hâline gelirken
kapitalizmin şartlarında bunun da eşit olmadığını gördük elbette,
kapitalist şirketlerin daha da zenginleşmesinin gösterdiği gibi,
sistemin çarkları dönmeye devam etti. Evden çalışma adı altında
kurulan yeni düzen, insanların gece-gündüz tüm zamanını çalışma
disiplininin bir parçası hâline getirirken, kadınların zaten
görünmez kılınmaya çalışılan ev içi emeği, üzerlerine yüklenen işle
kat kat arttı. Korona virüsü hepimizi kurbanlaştırıyordu ama biz
kurbanken bile eşit değildik. Sanırım kapitalist sermayenin ve
işbirlikçi devletlerin performanslarının hayatlarımız üzerindeki
kara bulutlarını deneyimleyerek farkına varmanın daha iyi bir yolu
yoktur. Bunlar sistemin asıl yüzünü daha görünür kıldı ama
öncesinde de zaten eşit bir düzende yaşamıyorduk, bunu da görmek
gerekiyor. Di Cesare bu duruma da dikkat çekiyordu: “Açlık, sosyal
eşitsizlik, savaş, terör, küresel iklim felaketi ve kaynakların
tükenmesi gibi etkileri olan adaletsiz, yozlaşmış ve köhnemiş
ekonomik sistem nedeniyle son yıllarda artan değişim arzusu
gizlenemez.” Bu nedenle o, korona virüsünü bir çıkış, bir “İmdat
Freni” perspektifinden görebileceğimizi hatırlatıyordu.
En başta bahsettiğimiz gibi, “dünyada aynı devam edemeyiz” çok
açık, bu nedenle ne yapacağımız üzerine düşünmemiz gereklilik
olmayı çoktan aştı. Devletlerle ve kapitalist sistemle, türümüzün
ve dünyadaki başka türlerin geleceği yok. Ancak şu an dönüştüğümüz
şey yine Di Cesare’ın “narkokapitalizm” kavramıyla ilişkilendirerek
kullandığı “bağışıklama” bahsini hatırlatıyor: “Bağışıklama aynı
zamanda anestezi anlamına gelir. Bireyler acıyı hissetmeden, öfke
patlaması yaşamadan korkunç adaletsizliklerin izleyicisi olurlar.
Felaket, bir iz bırakmadan ekran boyunca akıp gider.” Açıkçası tek
tek bireyler olarak hiçbir şey hissetmediğimiz, biraz haksızlık
olarak da görülebilir çünkü dünyanın farklı yerlerinde ve
coğrafyamızda yükselen direnişlerin de olduğunu biliyoruz. Ama tek
tek çıkardığımız sesler, içimizi kavuran yıkımlara pek çare
olamıyor. İzleyici konumunu aşma gayreti duysak bile
ortaklaştıramadığımız direnme pratikleri bizi yalnızlığa ve
çaresizliğe itiyor.
Bruno Lator(2) da korona virüsünü bir çıkış olarak tahayyül edip
edemeyeceğimizi sorgulayan isimlerdendi. Çünkü korona virüsü,
sistemde bir şeyleri durdurmayı başardıysa onu aynı zamanda
sorgulanabilir de kılıyordu. Bugüne kadar iklim krizini inkâr
edenler bunu uzun süre sürdüremeyeceklerini biliyorlardı çünkü
öngörülerin bir kısmı artık gizlenemeyecek kadar çıplaktı. “Bugünkü
durumu bu kadar tehlikeli kılan, her gün artan ölü sayısı değil
sadece; gezegendeki dünyanın dışına kaçışta çok daha uzağa gitmek
isteyenlere 'her şeyi sorgulama' gibi harika bir fırsat sunan,
ekonomik sistemin umumî askıya alınması” diyordu. Ekonomik sistem
ne kadar askıya alınabildi bu tartışılır ancak Lator’un söylemeye
çalıştığı, bu süreçte sistemin başındakilerin kaçış planlarını
sorgulamak zorunda kalmaları, planlarının bir şekilde kesintiye
uğraması. Bu sorgulama, sistemin dışarıda bıraktıklarını için de
geçerliydi elbette, rutin bir şekilde sürdürdüğümüz yaşamın
duraksaması bir yandan sistemin işleyişini de durduruyor, bunun
yapılabilir olduğunu gösteriyordu. Bu daha güçlü ve örgütlü bir
şekilde tüm çarkları durdurmaya dönüştürülebilseydi bambaşka bir
şey ortaya çıkardı ama bu olmasa bile bir sorgulama imkânı
içeriyordu.
“Unutmamak lâzım ki küreselleştirmecileri bu kadar tehlikeli
kılan, iklimdeki mutasyonu inkâr etmeyi ilânihâye
sürdüremeyeceklerini, “kalkınma”larını sonunda ekonomiyi de
karıştırmak gerekecek muhtelif gezegen kılıflarıyla uzlaştırmak
için artık hiçbir şans kalmadığını, kaybettiklerini illâki biliyor
olmaları” diye devam ediyordu Lator. İklim değişimini inkâr
edemeyecek noktaya gelmek dünyanın zenginlerinin şansını bitiriyor
gibi görünse de onlar zaten çoktandır kendi kaçış planlarını
hazırlıyorlardı, kaybetmişlerdi ama yaşamlarını çoktan garanti
altına aldıklarını düşünüyorlardı, adalar satın alıp stok yapmaya
çoktan başlamışlardı. Onlar sorgulamaya, dünyanın felaketlerinden
payını alacak ezilen sınıflardan çok önce başlamışlardı, yok gibi
davrandıkları tek şey dünyanın kendileri dışında kalanlarıydı çünkü
yarattıkları yıkımı içeriden biliyorlardı. Bu nedenle Lator, bizim
de burada harekete geçmemiz gerektiğini hatırlatıyor; “Mümkün
olduğunca çabuk tekrar üretime atılalım” çağrısında bulunan
sağduyuya, “Aman sakın ha!” diye haykırarak cevap vermek
gerektiğini savunuyordu. Durdurulan şeyi daha da durdurmaktı
bahsettiği, bugünlerde çok sık duyduğumuz “yeni normal”i veya
patronların bu süreçte kaybettiklerini geri kazanmak için öne
sürecekleri daha çok çalışmayı kabul etmemek gibi bir anlam
içeriyordu.
Benzer bir uyarıyı David Graeber de(3) yapmıştı: “Önümüzdeki
birkaç ay içinde bir noktada krizin bittiği ilan edilecek ve
“gereksiz” işlerimize dönebileceğiz. Birçok kişi için bu, bir
rüyadan uyanmak gibi olacak. Medya ve siyaset sınıfları bizi
kesinlikle bu şekilde düşünmeye teşvik edecek. 2008 finansal
çöküşünden sonra olan buydu.” (Bahsedilen kriz özellikle ABD’de
taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesiyle ortaya çıkan,
kişisel pek çok iflas getiren ve birçok ülkeyi etkileyen 2008’de
başlayan kriz) 2008 sonrası bu çağrıları kabul ettik, artık
etmemeliyiz demeye çalışıyordu düşünür ve korona virüsünün bizim
için farklı şekilde bir rüyadan uyanış olması gerektiğini altını
çiziyordu. “Çünkü gerçekte yaşadığımız kriz bir rüyadan uyanıştı,
insan hayatının asıl gerçekliğiyle, yani birbirimize bakan kırılgan
varlıklardan oluşan bir yığın olduğumuz gerçeği ile bir
yüzleşmeydi. Bizi hayatta tutan bu bakım işinin büyük kısmını
üstlenenler aşırı yük altındalar, düşük ücretler alıyorlar ve her
gün aşağılanıyorlar.” Bu cümleler, kriz olarak tabir edilen bu
dönemin, başka bir rüyaya dönüşmesinden bahsediyordu; bu sefer
türümüzle yüzleştiğimiz, düşük ücretle çalışanları, sistemin
aşağıladıklarını gördüğümüz, eve kapananlara hizmet etmeye, bir
anlamda onlara “bakmaya” devam edenlerin sorunlarını fark ettiğimiz
ve “gereksiz” işlerimize dönmediğimiz, böylece sistemi
durdurabileceğimiz, çıkışı bulabileceğimiz bir rüyaya… Tersine bir
krize, bizim krizimiz gibi görüneni sistemin krizine çevirebilmekti
bahsettiği. Çünkü ekonomi denen şeyin devam etmesi sistemin ortağı
devletlerin, kapitalist şirketlerin devam etmesinden başka neydi
ki? Durmak gerekiyordu; korona virüsünün durdurmaya çalıştığını
devam ettirmek, daha ileri noktaya taşımak, senin durmanın sistemin
de durması anlamına geleceğini bilmek…
Graeber’e kulak verirsek: “Şu anda yaptığımız işlerin çoğu rüya
işi. Sadece iş olsun diye ya da zenginlere kendilerini iyi
hissettirmek ya da yoksullara kendilerini kötü hissettirmek için
varlar. Ve eğer basitçe durursak, kendimize çok daha makul bir dizi
söz vermek mümkün olabilir.” Tüm bu cümlelerin çoğu zaman hayatta
karşılığı yokmuş gibi gelebilir çünkü öyle düşünmeye alıştırıldık.
Kendi gücümüzü, neler yapabileceğimizi unuttuk. Kapitalizmi,
devletleri sabit ve değişmeyecek güçler olarak kurmalarına izin
verdik. Bugün bunca felaketin ortasında yaşıyorken, genel grevlerin
bahsi bile açılmıyorsa sorgulanacak çok şey var. Bizi felaket
seyirciliğine alıştıranlara, “bağışıklama”nın parçası yapanlara bir
cevap vermenin ne kadar acil olduğu ortada, bunu yapmak için
yeterli zemin çoktan oluştu, tabii tüm bu bahsettiklerimizi
Lator’un ifadesiyle bir “sorgulamaya” dönüştürdüysek.
Dünyanın ve coğrafyamızın kapitalizm ve devletlerden kaynaklı
sorunları daha ne kadar görünür olabilir? Koskoca denizler ölüyor,
balıklar nefessiz can veriyor, nehirler kuruyor, doğa varlıkları
tek bir ağaç, tek bir göl bırakmamaya adeta yemin etmişçesine talan
ediliyor, zenginler ayrıcalıklı konumlarını her gün daha üst
seviyeye çıkarırken, biz her gün nasıl hayatta kalacağımızın
hesabını yapıyoruz. Böyle bir durumda yapılması gereken, yaşamak
için yaşamı durdurmak, “bilinçli felaket” tellallığını sürdürmek,
seyirci olmadığımızı, bu hayatı yaşamaya geldiğimizi haykırmak.
Yoksa nefes almadan yaşamanın, yaşamak olarak değerlendirilmesi
imkânsız.
- Di Cesare, D., (2020), “Egemen Virüs ‘Kapitalizm Nefessiz
Bırakır’”, s. 10-36, (Çev. Balkır Uysal), İstanbul: Pinhan
Yayıncılık.
- https://medyascope.tv/2020/04/22/bruno-latour-artik-uretime-itiraz-eden-bir-sosyalizm-icat-etmenin-zamani/
-
https://sosyalekonomi.org/david-graeber-salgindan-sonra-uyumaya-devam-edemeyiz/