Bu dünyaya yaşamaya mı geldik, yaşamak için savaşmaya mı?
Güçlü olmaya mı geldik, insan olmaya mı?
Kendimizi sevmeye mi geldik, bir ömür kendimizle didişmeye
mi?
Bir grup işçi temsilcisi, bir Pazar sabahı kahvaltıya gitmiştik.
Önümüzdeki günlere ilişkin planlanacak işler vardı ve keyifli bir
ortamda konuşalım istemiştik. Ancak önceden aramamıza rağmen bize
yer ayrılmamıştı ve tuvaletin kapısına yakın bir yere oturmamız
isteniyordu.
Garsona şöyle dedim: “Bak bizler işçi temsilcileriyiz ve
günlerimiz haklarımızı almak için eylem planlamakla geçiyor. Lütfen
bizi kahvaltı için de eylem yapmak zorunda bırakma”
Adam bizi o sırada boşalan ön masalardan birine oturttu ve orda
olduğumuz sürece sürekli çay, kahve getirip “işçi sınıfı keyfiniz
yerinde değil mi?” diye sordu.
İşçiler, öğrenciler, göçmenler, kadınlar yoksullar… Dünya
yüzünde milyarlarca insan her sabah güne yorgun uyanıyor. Ertesi
günün sorunlarını düşünerek başını yastığa koyuyor ve sabah yaşamak
istemediği bir güne doğru yola çıkıyor.
Sıcak bir ev, ihtiyaçları karşılayacak kadar para, hak ettiğinin
karşılığını alabileceği bir iş, yarın ne olacağını bilebilmek, daha
doğrusu yarın kötü bir şey olmayacağına inanabilmek… Güvende
olduğunu bilmek…
Güvensizliğin yorgunluğunu yaşıyoruz hepimiz. Kendimiz,
yakınlarımız, geleceğimiz ve dünya için kaygı doluyuz. İki ucu
kirli değnek gibi hayat, biraz iyi hissettiğimizde suçluluk
duyuyoruz, biraz kötü hissettiğimizde kaygıya boğuluyoruz.
Yaşamıyoruz, yaşamak için savaşıyoruz.
Ve en sık duyduğumuz cümle: Güçlü olmalısın! Muhtemelen bunu biz
de kendimize söylüyoruz sık sık. Güçlü olmalıyım!
Zayıf olmaya, tökezlemeye, yorulmaya, ağlamaya, savrulmaya
hakkımız yok gibi.
Oysa güçlü olmaya çalışmak bir tür inkar. İnişleri çıkışları
olan bir hayatı inkar etmek. Duygularını yok saymak, insan
yanlarını görmezden gelmek, kendi için bir şey istemeyi hak
görmemek, almayı bilmemek, yardımı reddetmek…
Yakınını kaybedene cenazede daha, ağlama denir. Hasta olacaksın
bu kadar ağlama… Aşk acısı çekenin sızlanması dinlenmez. Derdi olan
çocuğa niye ağladığı sorulmaz, acilen susturulmaya çalışılır.
Sen erkeksin, sen babasın; sen annesin; sen büyüksün…
Zayıflığını gösterme, ağlama. Birine “sen güçlüsün, halledersin”
dediğimizde iyi bir şey yaptığımızı düşünüyoruz.
Oysa ağlamamak hasta ediyor insanı. Kayıpla yüzleşmemek, yas
tutamamak derdini anlatamamak içinde büyüyor.
Sıkıntılar ya da üzüntüler çabayla aşılıyor evet, güç toplayarak
yoluna devam ediyor insan. Ama bunların hepsi içsel süreçler ve
zaman istiyor. Her şey birdenbire olmuyor. Kimse güçlüsün deyince
ya da kendi kendine güçlü olduğunu söyleyince gökten bir güç
inmiyor. Yavaş yavaş doğruluyoruz ayaklarımızın üzerinde. Her bir
adımımızın farkına vararak ancak güçlü olduğumuza inanabiliyoruz.
Başkalarının daha kötü hikayelerini ya da süper başarı
hikayelerinden çıkaracağımız hisseleri dinleyerek değil, kendi
insanlığımızı hatırlayarak doğrulabiliyoruz.
Güçlü olduğunu düşünmek aslında daha büyük bir şeyi de inkar
etmek: Koca dünyanın düzenini… Bizi köşeye sıkıştıran,
güvencelerimizi elimizden alan, bizi insan yerine koymayan, büyük
çıkarlar için bizim küçük yaşantılarımızı umursamayan, her gün
omuzlarımıza yeni yükler bindiren ve bizi güçsüz kılan sistemi
inkar ediyoruz.
Bu yüzden bize anlatılan o hikayelerdeki kadar güçlü olamıyoruz.
Odağımızı sisteme değil kendimize çevirdiğimiz için, kendimizi
sevemiyoruz, ömür boyu kendimizle didişiyoruz. İşsiz kaldığımız
için kendimize kızıyoruz, terk edildiğimiz için suçu kendimizde
arıyoruz, ağladığımız için küçüldüğümüzü düşünüyoruz, zayıf, güzel,
başarılı olamadığımız için kendimizi aşağılıyoruz.
Bir de güçlü olduğunu düşünenlere bakalım: Her gün o gücü
kaybedecekleri korkusuyla yaşıyorlar. Güçten düşmemek için
kötülükte el artırmaya devam ediyorlar. En küçük bir zaaflarında
sırtlarında bir hançerin soğukluğunu hissediyorlar. Bütün
ilişkilerinde içtenliği, sevgiyi, güveni yitiriyorlar. İlaçlarla
ayakta duruyorlar ve hayatlarının son günlerini sakin ve huzurlu
geçirmek gibi bir seçeneklerinin olmadığını düşünüyorlar. Bir
hastane odasında aletlere bağlı bir ölüme hazırlıyorlar
kendilerini. Onlar gücü değil; güç onları kontrol ediyor.
Dünyaya gelmek bizim seçimimiz değil, ama hangi değerlerle
yaşayacağımız bizim seçimimiz. Öyle ya da böyle mücadele edeceksek,
ona anlam katacak değerleri seçebiliriz. Hem yaşlanınca anlatacak
güzel hikayelerimiz olur, “çok konuşuyorsun” diyenlere de “yaşadık
ki anlatıyoruz” diyebiliriz…