Geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ederken içinde bulunduğumuz koşulların insanı umutsuzluğa sevk ettiğinden söz ettik. Ben de Şilili şair, diplomat ve siyaset insanı Pablo Neruda’nın “Eylem umudun anasıdır” sözünü hatırlatmaya çalıştım.
Arkadaşım da ardından Yunan müzisyen Mikis Teodorakis’in “Direnme Günlüğü” isimli kitabından söz etti. Teodorakis’in sürgün yıllarını değinerek hem direnci, hem de müzisyenliği açısından “Muhteşem bir adam” olduğunu söyledi.
Ben de kendisine Mikis’in daha sonra “sol” çizgisinden vazgeçip “sağa” yöneldiğini hatırlattım. Bu pazar yazısı bir anlamda, insanın yaşamdaki tutarlığı üzerine olsun diye düşünüyorum…
Öncelikle Mikis Teodorakis hakkında kısaca bilgi verelim. Mikis, 1925 doğumlu. Faşist İtalya’nın Yunanistan’a savaş açması üzerine 17 yaşında iken direniş hareketine katılıyor. Esir düşüp yoğun işkencelere maruz kalıyor. Ölüm cezasına çarptırılıyor ancak bir tesadüf sonucu kurtuluyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Yunan İç Savaşı boyunca da (1946-1952) Komünist Parti saflarında yer alıyor ve birkaç kez hapse girip sürgüne gönderiliyor. Bu arada Paris’e gidip müzik eğitimi görüyor.
1967’deki Albaylar Askeri Darbesi sürecinde de cuntaya karşı mücadele ediyor, müzikleri yasaklanıyor, yeraltına giriyor ancak kısa bir süre sonra yakalanıyor. Teodorakis, cezaevinde bulunduğu süreçte dünya çapındaki dayanışma kampanyası sonucu yurt dışına sürgüne gönderiliyor.
1981-1990 yılları arasında Komünist Partili bir milletvekili olarak görev yapıyor. Ancak 1990 yılında Komünist Parti’den ayrılarak merkez sağdaki Yeni Demokrasi Partisi’nden milletvekili oluyor ve daha sonra bu partinin Kültür Bakanlığı görevini yürütüyor.
Daha ileriki yıllarda da faşist Altın Şafak Partisi’nin mitingine katılıp bir konuşma yapıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında faşistlere karşı savaşan Mikis’in bir faşist parti mitinginde konuşması büyük bir tepkiyle karşılanıyor. Teodorakis, 2 Eylül 2021 tarihinde 96 yaşında iken vefat ediyor.
DÖNMEYENLER DE VAR
Teodorakis’in yaşam öyküsü özetle böyle. Gerçekten insan şaşırıyor, böyle bir mücadeleci yaşamdan sonra iyice “sağa” savrulmanın arka planında ne yatıyor diye. Tabii dünya çapında Pablo Neruda, bizden de Nazım Hikmet gibi ömrünün sonuna kadar “sol” değerlere sadık kalan birçok sanatçı var.
Daha önce ifade ettiğim gibi Pablo Neruda, İspanya İç Savaşı’na cumhuriyetçilerin safında katılıp Franko faşizmine karşı mücadele ediyor, daha sonra ülkesi Şili’ye dönüp Komünist Parti’den milletvekili oluyor ve 1973’teki askeri darbeye karşı da savaşım veriyor. Nazım’ı ise anlatmaya gerek yok.
12 Mart 1971 askeri darbe sürecini yaşayan biri olarak da bizimle birlikte hapis yatan, işkence gören birçok arkadaşımızın daha sonra sosyalist dünya görüşünden vazgeçip farklı mecralara yöneldiğine de tanıklık etmiş bulunuyorum.
İnsanlar, çeşitli nedenlerle, hayatın zorlukları karşısında dünya görüşünden vazgeçebilirler ancak kimileri ise bilinçaltındaki bu “dönüşünü” alt edebilmek için ciddi bir sosyalizm, komünizm düşmanı oluyor.
Tabii zaman zaman da kapitalist toplumun yarattığı çıkar ilişkileri, sosyalist dünya görüşünü tam olarak içselleştirmemek, öncesinde bir “moda” olarak sosyalizmi benimsemek, dünya görüşünün gerekliliğine uygun bir yaşam biçimini hayat pratiğinde uygulayamamak, vazgeçmenin nedenleri arasında sayılabilir.
YAŞAMDA TUTARLILIK NE DEMEK?
Yazımızın bundan sonraki bölümünde de değerli yazar Erdal Atabek’in 14 Ocak 2008 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yazdığı “Yaşamda Tutarlılık…” yazısından alıntılarla devam edelim.
Atabek’e göre, “Yaşamda tutarlılık, kendisiyle çelişmeden, düşünceleriyle, duygularıyla, yaşamak istedikleriyle bütünlük içinde yaşamaktır." Erdal hocam, bu tutumun zorluğuna değinerek “yaşam koşulları zaman zaman öylesine zorlar ki, kişi tutarlılığını koruyamaz, iç çelişkiler yaşar ve acılar çeker. Ama tutarlı bir yaşamın ödülü büyüktür: Huzur ve mutluluk” diye insanın kendisine olan saygısına vurgu yapıyor.
Günümüzde dürüstlük, yararlı olmak, yardımseverlik, dostluk, hak yememek, başkalarını da düşünmek, duyarlılık gibi birçok insani yaşam değerleri söz konusudur. Bu değerlere bağlı kalarak seçimlerimizi yapmak gerçekten insana huzur ve mutluluk verir.
Bilinçli olarak bu dünyada niçin yaşadığımızın farkında olmak, yaptığımız işle neye hizmet ettiğimizi bilebilmek, kuşkusuz hayatımızı idame ettirebilmek için çalışmak zorundayız ancak “aç gözlülük” düzeyinde olmayan bir tutumla, hırslarımıza engel olabilmek, yaşamdaki tutarlılığımız açısından önem kazanıyor.
Kendimizi geliştirmek tabii ki önemli ancak bu değişim ve gelişim sürecinde yaşam tutarlılığını koruyarak duygu, düşünce ve yaşam biçiminin bütünlüğü içinde davranabilmek de hayat felsefemizin esasını oluşturmalıdır.
Yaşam tutarlılığı, aslında insanın iç huzuru ve mutluluğu açısından büyük bir öneme haizdir diye düşünüyorum…