Yaşamın yapısı: Umut+inanç+direnme gücü

Ünlü filozof Erich Fromm’a göre; yaşamın yapısında umut, inanç ve bir de direnme gücü var. Direnme gücü, dünya 'evet' sözcüğünü duymak istediğinde 'hayır' diyebilme yetisidir…

Atilla Özsever atillaozsever@gmail.com

İnsan yaşamı, çeşitli sevinç, üzüntü ve sıkıntılarla dolu geçiyor. Kimi zaman umutsuzluğa düşüyoruz, kimi zaman moral gücümüz artıyor ama büyük ölçüde içinde bulunduğumuz toplumsal koşullar, duygu ve düşüncelerimizi etkiliyor, belirliyor.

Sıkıntılı zamanlarımızda sorunlarımızla ilgili bir çıkış yolu bulmak, içimizdeki umudu yeşertmek istiyoruz. Bu konuda ünlü filozof, psikolog Erich Fromm’a başvuralım, derim. Erich Fromm “Umut Devrimi” isimli eserinde, insan yaşamının yapısında var olan üç unsurdan söz ediyor.

Fromm’a göre bu üç unsur; umut, inanç ve direnme gücüdür. “Direnme gücü, dünya ‘evet’ sözcüğünü duymak istediğinde ‘hayır’ diyebilme yetisidir”. Bu kavramları daha detaylı olarak açıklamadan önce kişisel olarak yaşadığım sıkıntılı bir süreçten bahsedeceğim.

Kişisel dediğim süreç aslında toplumsal nitelikteki yaşanmış bir olay. Böyle bir örnek vererek sıkıntılı ve zorlukla geçen süreçler içersinde insanın ne gibi duygular hissettiği, nasıl bir çıkış yolu bulabildiği, umudunu nasıl yeşertebildiğine dikkat çekmek istiyorum.

12 MART ASKERİ DARBESİ

1968 kuşağının bireyleri olarak içinde yaşadığımız toplumsal koşullardan etkilenmiştik. Politik bir atmosfer vardı. Kara Harp Okulu’nu bitirdikten sonra devrimci fikirlere sahip olduk. 12 Mart 1971 muhtırası ve askeri darbe süreci sonunda üsteğmen iken ordudan çıkarılıp siyasi düşüncelerimizden ötürü cezaevine girdik.

Şubat 1972’de girdiğimiz Selimiye Askeri Cezaevi’nde 12 yıllık bir ceza istemiyle yargılanıyorduk. Yargılandığımız “suç”, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) komünizm propagandası ve örgütlenmesiyle ilgili ünlü 141-142.nci maddeleriydi.

Bu süreçte ülkenin siyasal yaşamında da bir takım değişiklikler oldu. Ekim 1973 seçimleri sonrasında Ecevit’in başbakanlığında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milli Selamet Partisi ( MSP) koalisyonu kuruldu. MSP lideri Erbakan’ın “Milli Görüşü” savunan İslamcı bir kimliği vardı.

Hükümet programında düşünce suçları için bir af öngörülüyordu. İster siyasi, ister adli suçlar için olsun, af her zaman mahkumlar açısından ciddiye alınan bir kavram, bir umuttu.

TCK’nın 141-142.nci maddeleri için 12 yıllık bir af düşünülüyordu. İslamcı, şeriatçı bir düzen kurmak isteyenlerle ilgili TCK’nın 163.ncü maddesi de, MSP’nin talebi üzerine af kapsamına alınmıştı.

1974 baharında mecliste af görüşmeleri başladı. Afla ilgili haberler, gazetelerde çok dikkatli okunuyor, radyodan çok dikkatli bir biçimde dinleniyordu. Zaman zaman MSP kanadından af konusunda bazı “çatlak” sesler çıksa da hükümet programı esastı.

CEZAEVİNDE AF ŞOKU

Selimiye Askeri Cezaevi’nde geniş bir koridor vardı. Koğuşlar o koridora bakıyordu. Gündüz koğuş kapıları açık, koridorda volta atabiliyorduk. Bu arada koridorun duvarlarına asılı hoparlörden de haberleri dinleyebiliyorduk.

Meclis’te afla ilgili genel görüşmeler bitmiş, maddelere geçilmişti. O akşam saat 21.00’de haberleri arkadaşlarla hep birlikte dinledik. “Anayasanın tedbir ve tağyirine” diye başlayan TCK’nın ünlü 146. Maddesinin 3. Fıkrası için öngörülen 12 yıllık af maddesi CHP ve MSP oylarıyla geçmişti.

Artık rahat, rahat uyuyabilirdik. Siyasi amaçla adam kaçırma, banka soygunu gibi suçlara yönelik 146. madde Meclis’ten geçtiğine göre, düşünce suçlarını içeren 141,142 ile ilgili af maddesi hayli hayli geçerdi. Koğuşlara girdik ve özgürlük hayalleriyle uyumaya başladık.

Ertesi sabah erkenden kalktık. 07.30 haberleri için radyo hoparlörlerinin yanına koştuk. Evet, yanlış duymamıştık, bir grup MSP’li Demirel’in AP’si ve diğer muhafazakar milletvekilleriyle birlikte hareket edip 141-142’ye ilişkin af maddelerini reddetmişlerdi. Herkes de büyük bir “şok”. Cezaevi bir anda sessizliği büründü.

O gün ailelerimizin, yakınlarımızın ziyaret günüydü. Annem Münevver Ertin, daha cezaevinin kapısından içeriye girmeden gür sesiyle penceredeki parmaklıklardan bakan bizlere şöyle seslendi: “Merak etmeyin aslanlarım, ben sizi ölünceye kadar beklerim”. İki oğlu hapiste olan annem, o günlerde büyük bir direnç göstermişti.

CHP ANAYASA MAHKEMESİ’NE GİDİYOR

Cezaevindeki af şokunu kısa bir süre içinde atlattıktan sonra moralman toparlanmaya başladık. Anayasa Mahkemesi vardı, CHP, Anayasadaki eşitlik maddesine aykırılık açısından ilgili maddeler için iptal davası açabilirdi. Dahası bizler siyasi tutukluyduk, 12 yıllık cezayı göze almıştık, doğrusu af da onurumuza dokunuyordu. Bu gibi düşüncelerle kendimizi teselli etmeye çalışıyorduk.

CHP, af yasasının 141-142 maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Bu arada İstanbul’daki davanın dışında Ankara’da da başka bir davadan yargılanıyordum. Mayıs 1974 sonunda Ankara’da yargılandığım ikinci dava için Mamak Askeri Cezaevi’ne nakledildim.

ANNEME YAZDIĞIM MEKTUP

O sıralarda af sonrası tartışmalar yine gündemdeydi. Cezaevinde iken anneme yazdığım 20 Haziran 1974 tarihli mektupta şunları ifade etmişim:

“Hükümetin gensoru meselesini atlatması iyi oldu. Bu durum, belki Anayasa Mahkemesi’nin tutumuna tesir edebilir. Af kanununun 5.maddesinin iptalini Anayasa Mahkemesi 3 Temmuz’da görüşmeye başlayacak. Esastan bozarsa hemen çıkabiliriz. Usulden bozarsa yeniden meclise gelecek.

Artık biz eskisi gibi fazlasıyla bu işlere bel bağlamıyoruz, af kanunundaki gibi sürpriz bir durumla karşılaşmayalım diye. Anayasa Mahkemesi iptal etmese bile bizim dava Yargıtay’da bozulursa sene sonuna doğru tahliye olma durumumuz olabilir. Yine de biz ve sizler, ne çok iyimser ne de fazla karamsar olmamamız lazım. Her şeye rağmen umudumuzu yitirmiyoruz.”

Kısa bir süre sonra Anayasa Mahkemesi, olumlu bir karar verdi. TCK’nın 141-142.nci maddelerinden yargılananlar da af kapsamına alındı. Takvimler 12 Temmuz 1974’ü gösteriyordu. Artık özgürlüğe kavuşmamıza saatler vardı.

Tahliye işlemleri yapıldı. O gece saat 24.00’te hapishanenin kapıları açıldı. Arkadaşım Yücel Top’la birlikte 2.5 yıllık bir hapis hayatından sonra cezaevinden çıkar çıkmaz sokaklarda koşmaya başladık. Bu özgürlüğe doğru bir koşuydu…

UMUT: SIÇRAYACAK BİR KAPLAN

Yine Erich Fromm’un umut kavramına dönecek olursak; yazar umudu, atlama anı geldiğinde sıçrayacak olan çömelik bir kaplana benzetir. Fromm’a göre, “Umut etmek demek, henüz doğmamış şey için her an hazır olmak ama doğumun bizim yaşam sürecimiz içinde gerçekleşmemesi halinde umarsızlığa, umutsuzluğa düşmemek demektir”.

Erich Fromm, yaşamın yapısındaki ikinci unsur olan inanç kavramını da, iman etmek değil, “henüz kanıtlanmamış şeyin doğru olduğuna inanmak, bir olasılığa inanmak, gebeliğin farkına varmak” şeklinde tanımlıyor.

Ve devam ediyor: “Umut, inanç’a eşlik eden ruh halidir. Umutluluk hali olmaksızın inanç ayakta duramaz, dayanaksız kalır. Umut, yalnız ve yalnız inanç temeli üzerinde durabilir”.

Üçüncü unsur olan “direnme gücü”nden yukarıda söz etmiştik. Son sözü yine Erich Fromm’a bırakalım. Bu kez “Sevme Sanatı” isimli kitabından bir alıntı yaparak; “Zorluklara, aksilik ve üzüntülere meydan okumak, onları bize verilen haksız bir ceza olarak almamak, bizi güçlü kılar. Bunun içinse inanç ve cesaret gerekir…"

Tüm yazılarını göster