Bir tartışma açabilmek için, asgari koşul muhatap olmalı.
Eşyayla tartışamazsınız mesela, eşyayı anlamaya gayret
edebilirsiniz mesela, icracının sazıyla arasındaki ilişki belki
müstesnadır. Bazen de ağaçlar konuşur. Konuşmaz mı yoksa?
Hürriyet isimli ceridede genel yayın yönetmenliği de
yapmış, bir rivayete göre gençliğinde solculuk da etmiş Ertuğrul
Özkök isimli yazarın 2 Mart 2018 tarihinde “Yaşar Kemal’i niye bu
kadar çok özledim” isimli bir yazısı neşredildi. Anladığım
kadarıyla Hürriyet ceridesinin kimi yazarları aynı yazıda
tek bir konu üzerine konuşmuyorlar. Ya zül buluyorlar bunu ya da
bilmediğimiz bir aritmetikten haberdarlar. Televizyonda aynı planda
üç saniyeden fazla kalınmaması gibi bir kural duymuştum, bu da onun
gibi herhal. Her türden okuyucuya “konuşmak” aritmetiği. Mümkündür.
Dolayısıyla, yazının başlığı, aslında metnin bir kısmını temsil
ediyor. Gerisinde “Muhafazakâr kadın daha çok mu çikolata yer”;
“Cihangir canavarı hani nerede o ‘biz’”; “Bir siteden kedisever
komşu manzaraları” ve “Dicaprio ve Brad Pitt Tarantino Filminde”
[özgün imla] başlıklı metinler, metincikler var. Biz, başlığa
çektiği kısmıyla ilgileneceğiz. Kompütere saydırdım, 1233 vuruşmuş.
Ben daha konuya giremeden 1260 vuruşa ulaştım bile. Herkesin
yeteneği başka. Fakirinki konuya girememek.
Özkök bahsi geçen 1233 vuruşta, şu an burada olmayan biriyle,
Yaşar Kemal’le diyaloğa giriyor. Daha doğrusu, “Keşke sen de burada
olsaydın” diyor. Batmanlı sanatçı Ahmet Güneştekin’in evinde Yaşar
Kemal’i anmışlar. Yazıda ismi geçen öteki kimseler Rojda, Dodan ve
Kubat. İstanbul hüzünlü bir memlekettir, Özkök de o gün
hüzünlenmiş: “Masanın kenarından hüzünle izledim... Ve Yaşar
Kemal’i ne kadar özlediğimi hissettim...” Çünkü hemen önce Rojda,
merhum Yaşar Kemal’in sevdiği Kürtçe bir ağıt icra etmiş. Dodan,
Türkçe bir şarkı ile katkıda bulunmuş. Nihayet Kubat da Emirdağ
türküleri söylemiş. Bunların ardından hüzünlenilmiş. Mümkündür.
Hakka yürümüş bir büyüğümüz için üşenmemiş toplaşmışlar. Ne
âlâ.
Özkök’ün merhum Yaşar Kemal’le diyalog gayreti buradan sonra
başlıyor:
Keşke bugün yaşasaydı ve hepimizi karşısına alıp tek
tek sorsaydı diye hayal ettim...
Keşke hayatta olsaydı ve biz Türklere deseydi ki...
“Daha ne kadar süre bu ülkenin Kürtlerini yanınıza almadan bir
millet olabilirsiniz.”
Özkök, “biz Türkler” diye bir kategorinin, aslında bir
rabıtanın, bir mensubiyetin, genişletirsek bir milletin adına
“dinliyor” Yaşar Kemal’i. Ve “onlara” öğüt vermesini hayal ediyor.
Temsilen dinlediği mensubiyetin, “millet” olabilmesinin koşulu
olarak da “Kürtleri yanına almayı” öne sürüyor. Bu öne sürüşe göre,
cümlenin manası şu şekilde okunabilir: Türkler bir millettir ama
Kürtler onların yanında değildir. Neden değildir, o kısım
müphemdir. Ama cümlenin vardığı kesin yargı, iki milletten birinin
ötekinin yanında olmamasıdır. Bu “olmamak” da kendiliğinden bir
olmamak değildir. Türk olan millet, Kürt olan milleti yanına
“almalıdır”.
Devam ediyoruz.
Sonra Kürtlere dönüp deseydi ki...
“Ortadoğu’yu gördünüz.. Irak’taki, Suriye’deki Kürtlerin halini
gördünüz... Daha ne kadar süre Türkiye’ye tam ait olmadan
gidebilirsiniz...”
Türklerin yanına alırsa, millet olmaklığı bir şekilde (o kısım
müphem, söylemiştik) tamamlanacak yahut ferahlayacak Kürtlere
geldik. Ortadoğu diye bir yerde yaşıyor belli ki Kürtler. Belli ki
Irak’ta ve Suriye’de de yaşıyorlar, Türkiye’nin yanı sıra (İran
bahsi açılmamış, gerek görülmemiş). Türkiye’deki millet olmaklığı
ferahlamamış Kürtlere diyor ki bu cümle; gördünüz işte Irak’ı
Suriye’yi, orada bir “hal” vardı ve bu “hal” iyi değildi. Oradan
çeşitli sonuçlar çıkarmalısınız. Ama bu sonuç, ardı sıra gelen
cümlede açık ediliyor: “Türkiye’ye ait olmak”. Türkler, Kürtleri
yanına “almalıydı” az evvel, şimdi de Kürtler Türklere “ait olmalı”
aşamasına geçildi. Aidiyet ilişkisinde bir “yan yana olmak” yahut
bir “millet” olmak nasıl tesis edilebilir, benim aklım çok ermiyor.
En azından sentaksın, cümlenin anlamının ufku yetmiyor. Kürtler,
merhum biriyle girilen hayalî diyalogda bile (ki diyaloğun merhum
muhatabı Kürt) “ait olmak” zorunda kalıyor.
Çok sevdiğim bir arkadaşım, “Rüyalarımda bile fakirim. Ya bir
rahat bırak kendini, han hamam köşk saray hayal et değil mi? Yok,
rüyada bile fakirim,” demişti.
Başlığın, Yaşar Kemal’in yazarlığına dair olmadığını söylemeye
bilmem gerek var mı? Ben, bu yazıda bahsi geçen Yaşar Kemal’i
özlemedim doğrusu. Özleyenlere diyeceğim 4549 vuruşluk nefesim
varmış. Hepimize bol rüyalar, güneşli bahar ayları ve selametler
diliyorum.