İnsanın hiç mi başı öne düşmez; yaşadığından, yaşattığından hiç mi utanmaz? Soğukkanlı kalmaya çalışarak bu siyasal kültürün adını koymaya çalışıyorum. Rejimin parçası olmuş kim varsa aynı siyasal kültürün içinde; milyonlarca depremzede dahil, yurttaşlarına bağırıp çağırıyor, hakaret yağdırıyor. Üzüntülerini bildirmeye gerek duymayanlar bir yana, üzüntüsünü bile bir şerhle söylüyorlar: “Devletimizi güçsüz göstermeye çalışanlar…” Devletiniz benim canımdan sorumlu, güvenliğimden sorumlu, beni yaşatmakla, insan onuruna yaraşır bir hayat sürmemle yükümlü. Yoksa bir eşkıya da güçlü silahsız bir yurttaşın karşısında, eline silah almış bir soyguncu da güçlü, kendisinden başkasına söz hakkı tanımayan zorba da, işkenceci de güçlü. İşte bu siyasal tipin hep hatırlattığı güç, saf şiddet. Hukuk ile devletin bir türlü üst üste gelemediği boşlukta büyüyor bu tip, o boşluğu bir virüs davranışıyla büyütüyor. Türkiye’nin uzun olağanüstü halinin gübresi bu siyasal tip.
Erdoğan rejimini besleyen, ona gübre olan insan kaynağını yetiştiren kültürden söz ediyorum. O hep haklı, uğradığı haksızlıklar hiç bitmeyen, lüksü devleti için yaşayan, suçu devleti için işleyen, devletinin ona sunduğu imkanları konu komşusu dahil bütün sülalesine genişletme yarışında olan, bunu da devleti için yapan tip var ya, işte o tipin adını bulmaya çalışıyorum. Sanırım ülkemizde yer yer, zaman zaman yetişmiş, semirmiş bir kanadı hep iktidarda olmuş olsa da siyasi kültürümüzde hâkim olmaya başlayan tip bu artık. Kamu kadrolarını yağmalayan da aynı tipin içinde, kamu mallarını yağmalayan da, hiçbir çaba göstermeden her şeyi elde etmeyi kendisine hak gören de. Depremde evladını, eşini, kardeşini, anasını babasını kaybetmiş yurttaşı telefonla arayıp “valiliği arasaydınız, AFAD’a ulaşsaydınız” diye azarlamaktan utanmayan tip bu. Bilmem ne tarikatının vakfı, bilmem ne cemaatinin derneği can kurtarmış görüntüsü vermek için canla başla çalışıp iğne deliğinden can çıkarmaya çalışan kurtarma ekibine, "siz durun bu noktadan sonra biz çıkaracağız" deyip kameraları çağırarak insanların ölümüne sebep olan bu tip. Milyonlarca kişinin en acı biçimde zarar görmesinden sorumlu olan kamu kurumlarını yöneten bu siyasal tip. Becerebildikleri tek şey var: Kendi güçlerini arttırmak için ince hesap yapmak, bu ince hesabı uygulamak için güç kullanmak, manipülasyon yapmak.
Pazartesi günü, deprem bölgesinden Ankara’ya vardıktan birkaç saat sonra bir öğrencimiz aradı Mülkiye’den, yeni gündemimizi bu sayede duydum. Seçimler ertelenebilir mi? Öğrencimiz de biliyor benim bildiğimi, söyleyebileceğim şeyleri; bunun için anayasa uzmanı olmaya gerek yok, anayasa okuryazarı olmak yeterli. Anayasa hükmünü okuyorsunuz, o hükmün ne zaman değiştirildiğine bakıyorsunuz, aksini kanıtlamak için sunulan AYM kararını anayasa sistematiği içinde değerlendiriyorsunuz, 4 aylık sürenin seçimleri ertelemeye neden olabilecek mücbir sebebi ortadan kaldıracak bir dönem olduğunu aklınız alıyor, öyle olmasaydı hükümet üç değil altı ay olağanüstü hâl ilan ederdi diyorsunuz. Öğrencimiz, soruyu sorunca önce zihnim almadı, sonra zaten yabancıladığım koltuğumda oturup zihnimi temizlemeye çalışırken kafamda öfkeyle çarpıştığım siyasal tip yanıt olarak beliriverdi. Oturmuşlar hesap yapıyorlar, yine test edecekler, yine ince hesaplar yapacaklar, yaptıkları hesaplar tuttuğunda yine güç kullanacaklar, yine manipülasyon yapacaklar. Artık öğrendik, defalarca çektiğimiz ızdırapla, acıyla, çaresizlikle öğrendik. İzin vermemenin, bu siyasal kültüre hayır demenin yollarını bildiğimizi de umuyorum. Türkiye’de emek ve demokrasi güçleri bunu hep biliyordu.
Bu tip ile gübrelenen, büyütülen boşluğa izin vermeyecek, o boşlukta yok edilen hayatların, edinilen servetlerin hesabını soracak bir yurttaş hareketi olabilir ancak. Hiç yeni kavram uydurmaya gerek yok, düpedüz bir hükümet darbesi girişimi olan seçimleri erteleme girişimine engel olacak bir yurttaş hareketi ortaya koyamazsak iş işten geçmiştir demektir. Şu süreçte dört ay sonra yapılması gereken olağan seçimleri düşünmek bile azap verirken bu ince hesapları yapan çıkar şebekesinden kurtulmak için başka bir çare düşünemiyorum.
Artık yurttaş karşısında başını öne eğmeyi öğrenmiş bir devlet, yurttaş tarafından azarlanabilen ama yurttaşını azarlama hakkını kendinde görmeyen bir siyasal iktidara ihtiyacımız var. Planı kadere bırakılmış değil, hayatı yaşanılabilir yapmaya odaklanmış bir kamu idaresine, anayasal düzenin dışına çıkarak sürekli bir boşluğu büyüten ve orada büyüyen yasa dışı güç odaklarını yok edecek hukuk devletine ihtiyacımız var. Yaşamaya, onurlu bir yaşam sürmeye hakkımız var, devlet eğer burada olacaksa, güçlü olur, var olur. Yoksa, devlet burada yoktur!