“Yas ne ki, neyin geçmesini bekliyorlar” der Roland Barthes “Yas
Günlüğü”* adlı kitabında. Hastalığında çocuğu gibi baktığı
annesinin kaybının ardından yazdığı günlüğü kitaplaştırır. 62 yıl
annesiyle yaşamıştır Barthes ve yas döneminin inişli çıkışlı
süreçlerini günlüğüne yazmıştır. Aslında her gün baskın çıkan
duygusunu bir-iki cümleyle özetlemiştir de denebilir.
Psikolojide yasın evreleri tanımlanmış: İnkar, öfke, pazarlık,
depresyon ve kabullenme…. Ama tabii hiç kimsede bu süreç böyle bir
düz çizgi izlemiyor. Barthes’ın günlüğünde de bunu görüyoruz.
Bir yakını, ailesini, birlikte yaşadığı evcil hayvanı, bazen bir
uzvu bazen bir sevgiliyi, eşi kaybetmek bazen de yaşadığı çevreden
uzaklaşmak, yasın başlangıcı oluyor. Ne kadar yavaş yavaş
göstererek de gelse, sürece de yayılsa kaybettiğimiz o an, her
şeyin kesinleştiği o dakikalar yoğun bir acı hissediyoruz. Günlük
rutininizden, bedeninizden, duygu dünyanızdan, kalbinizden,
evreninizden bir parça kopuyor ve yok oluyor. Yok oluşu
kabullenmek, o olmadan nasıl yaşayacağımızı bilememek, hatta nasıl
yaşayacağımızı düşünmek bile yoğun bir acı hissettiriyor.
“Şimdi beklenmedik bir anda, patlayan bir kabarcık gibi
içimde bir şey iyice belirginleşiyor: O yok artık, o yok artık,
sonsuza dek ve tamamen. Donuk bir şey bu, sıfatı yok –anlamsız
olduğu (yorumlama olanağı bulunmadığı) için baş döndürücü.
Yeni bir acı.”*
Yas iki duygunun gidip geldiği bir süreç. İnsan bazen o kadar
yoğun bir acı hissediyor ki, bunun bitmesini istiyor. Kalbine
saplanan bıçaklar, gözlerine batan çam iğneleri olmasın artık. Ama
bir yandan da sanki o acıyı hissetmezse o parçasını sonsuza kadar
kaybedecekmiş gibi geliyor. O acıya tutunuyor,o acı içerde bir
yerleri de sağaltıyor.
“Kime şu soruyu sorabilirim (yanıt almak umuduyla)?
İnsanın, artık sevdiği kişi hayatta olmadan yaşayabilmesi
onu sandığından daha az sevmiş olduğu anlamına mı gelir
(…)?”*
Yas Günlüğü’nü babamın ölümünden yıllar sonra almıştım.
Tamamlanamamış bir yas sürecini daha iyi anlar mıyım diye. Ama
kitabın başında bıraktım. İlerleyemedim. Sonra bir arkadaşım
babasını kaybettiğinde, yukardakine benzer bir notla kitabı ona
verdim. Hazır olduğunda yardımcı olmasını dileyerek.
Ama öyle görünüyor ki yas sürecinde hepimiz biriciğiz ve hepimiz
biraz yalnızız. Kendi yasımızı kendi bildiğimiz gibi, kendi
duygularımızı anlamaya çalışarak ve yüzleşerek yaşıyoruz. Öğrenilen
bir şey ama öğretilen bir şey değil yas.
***
Yazının burasında ayaklarımızı yere basacağız, Türkiye
topraklarına. Kimsenin yasını yaşayamadığı, zamansız ölümlerin,
sırasız ölümlerin ve cinayetlerin, faili meçhullerin ülkesi Türkiye
topraklarına.
Çocukları kurşunlanan, bombayla parçalanan, istismar edilip
öldürülen, iş çinayetlerinde ölen anne babaların yas süreci de
yukardaki gibi midir acaba?
Erkeklerin öldürdükleri kadınların ailelerinin ya da…
Çocuklarının ölmeden önce neler hissetmiş olabileceğini düşünen
anne babaların gözleri kapanıyor mudur, kaç bıçak saplanıyordur gün
içinde kalplerine?
Suruç’ta bombanın dağıttığı bedenleri gören aileler, unutmak
için kaç kez bakıyorlardır çocuklarının gülümseyen
fotoğraflarına?
Keşke o işe göndermeseydim, keşke evlendirmeseydim; keşke o an
yanında olsaydım… Keşke onun yerinde ben olsaydım…
Böyle keşke ile biten kaç sonsuz cümle kurmuşlardır acaba?
***
Yas sürecinin sonunda, artık o parçanızın kokusunu, sesini,
gülüşünü hatırlamasanız da anısını kalbinizin en derinliğine
saklarsınız. Hayattaki duruşunu, size bıraktığı güzel anıları,
insanların ondan sevgiyle söz edişini, tek tek ayrıntılar olmasa da
bütün bir varlığının enerjisini gururla yerleştirirsiniz içinize.
İçiniz alır artık tüm bunları.
O benim bir parçam dersiniz, kaybım değil.
Peki yas tutma hakları ellerinden alınmış insanlar, bu
bütünleşmeyi, bu huzuru nasıl yaşayacaklar? Biz onlar bunu
yaşayamazken, bu suçlulukla nasıl baş edeceğiz?
* Yas Günlüğü, Roland Barthes, Çev. Mehmet
Nifat, Sema Rifat, 272 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2023