Yasin Atlıoğlu: Lübnan’da sorunların kaynağı, mezhepçi sistem
Kimliklerden bahsetmeden Lübnan’ı anlamanın mümkün olmadığını belirten Yasin Atlıoğlu, ülkedeki Hıristiyanların Osmanlı ve Türk kimliğini ötekileştirme üzerinden bir Lübnanlı kimliği oluşturmaya çalıştığı kanaatinde. Ülkede son dönemde ortaya çıkan protestoların bir şeyleri değiştirebileceğine dair bir umut yarattığını ancak üst üste gelen felaketler nedeniyle umudun yerini kısa sürede karamsarlığa bıraktığını kaydediyor.
Lübnan her ne kadar zihnimizde kaos ve karmaşa, savaş ve çatışma imgeleriyle birlikte anılsa da aslında uygarlığın en önemli unsuru olan farklı kimliklerin bir arada yaşama çabasının sembolleştiği bir yer. Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu’yla oldukça yüksek bir eğitimli ve entelektüel aydınlar kitlesine sahip olan Lübnan’da bir türlü istikrarlı bir demokratik yapının kurulamamasının tarihsel ve toplumsal köklerine inmeye çalıştık.
'GÖSTERİLERLE BAŞLAYAN DEĞİŞİM UMUDU, PANDEMİ, EKONOMİK KRİZ VE BEYRUT PATLAMASIYLA SÖNDÜ'
Lübnan’daki kimlik tasavvurları ve çatışmaları, ekonomik krizden, çöp sorununa, yetmişlerde başlayıp doksanlara kadar süren iç savaştan Lübnan’ın bugün yaşamakta olduğu sorunlara kadar nasıl bir rol oynamakta?
Lübnan’ın geçmişini ve bugününü anlamada kimlik meselesi her zaman önemli olmuştur. Daha doğrusu kimliklerden bahsetmeden Lübnan’la ilgi konuşmak neredeyse imkânsız. Bu nedenledir ki Lübnan çalışan bir grup akademisyenin katkılarıyla ortaya çıkan yeni “Lübnan” kitabımızda kimlik meselesi merkezli bir tartışma etrafından bu ülkenin siyasetini ve toplumunu analiz etmeyi amaçladık. Kuşkusuz kimlik, toplum ve siyaset üçgeninde Lübnan’ın yaşadığı siyasi ve iktisadi krizlerin arkasında yatan nedenleri tespit etmek, Osmanlı hâkimiyetindeki 19'uncu yüzyılın Lübnan’ından 1943 sonrası bağımsız Lübnan’a uzanan uzun bir süreci ele almayı zorunlu kılıyor. Ne yazık ki bu uzun süreçte çok kimlikli Lübnan’ın yaşaması için bir umut olarak sunulan mezhepçi siyasal sistemin ülkedeki istikrarsızlıklar ve kanlı iç çatışmaların ana kaynağı haline dönüştüğünü görüyoruz. Lübnanlıların ortak bir ulusal kimlik inşa etmelerinin önünden en büyük engel olan mezhepçi (konfesyonal) sistem, aynı zamanda devletin yetersizliklerinin, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin ve yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık gibi müzminleşmiş sorunların yok sayılmasına sağlayan bir araç işlevi görüyor. Mezhepçi sistemden beslenen siyasi ve iktisadi güç odaklarının kendi çıkarlarının tehdit altına girdiğini hissettiğinde mezhepsel farklılıkları ve düşmanlıkları kullanmaktan çekinmediği aşikârdır. Toplumun genelini etkileyen müzminleşmiş sorunlar ise çoğu zaman mezhepsel temelli gerilimlerin gölgesinde kalarak ve yıllar içinde birikerek içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Bu bağlamda 2019’da başlayan sokak protestoları, Lübnan bayrağı etrafından toplanan kitlelerin yeni bir kimlik arayışını gösteren ve ülkedeki sorunların temel kaynağı olan mezhepçi sistem ve bu sistemden beslenen siyasetçilerin tasfiyesini hedefleyen bir umut olmuştur. Fakat bu protestoların ortaya çıkardığı umut, Covid-19 salgını, Beyrut Limanı’ndaki korkunç patlama gibi yeni sorunların eskilerine eklenmesiyle ve Lübnan’ın dibe vurma noktasına gelmesiyle kısa sürede ortadan kalkmış görünmektedir. Son zamanlarda çok sayıda Lübnanlı’nın da işin kolayına kaçıp ülkeyi terk edip Batılı ülkelere göç ettiği aşikâr.
'LÜBNANLI HIRİSTİYANLARLA HAÇLILAR ARASINDA KURULAN BAĞLANTI KURGUDAN İBARET'
Haçlı Seferlerinin sonucu olarak Filistin ve Lübnan’da kurulan Haçlı devletçiklerinin Marunilerle bağlantısı var mıdır? Maruni kimliğinin oluşumunda 1860 katliamı gibi seçilmiş zafer ya da travmaların rolü nedir?
Maruniler ile Haçlılar arasında kurulan bağlantı 19. yüzyılda bölgedeki misyoner okullarında temeli atılan Marunilere ortak bir geçmiş arayışı ve bu çerçevede ortaya çıkan yeni tarih yazımının bir neticesi, büyük ölçüde bir kurgudan ibaret. Marunilerin bundan önceki 300-400 yıllık süreçte Fransa ve Roma Katolik Kilisesi ile geliştirdiği ilişkilerin de yeni bir Maruni kimliği inşa edilmesinin alt yapısını hazırladığı aşikâr. Bu nokta, yeni Maruni kimliğinin içinin doldurulması için Müslüman Araplara karşı savaşan, Haçlılara yardımcı olan ve mitolojik hikayelerle süslü Maruni atalar tezinin neden gerekli olduğunu daha iyi açıklar. Bunlara ek olarak tarih boyunca Müslümanların baskısından kaçan Hıristiyanlar için bir sığınak olarak görülen Cebel-i Lübnan coğrafyasının Maruni milliyetçi kimliğinin pekiştirilmesi rolü oynadığını söylemek mümkündür. Tüm bu iddialar, yeni Maruni kimliğinin merkezine Müslüman/Arap/Türk düşmanlığını oturturken Marunilere de birçok seçilmiş zafer ve travma sunuyor.
Günümüzde bile bu seçilmiş zafer ve travmalar Maruni toplumunun büyük bir kesiminde kendi kimliklerini ve düşmanlarını tanımlarken önemli bir role sahip. Müslümanlara karşı Haçlılara yardım etmenin verdiği gururdan 1920’de kurulan Büyük Lübnan’ı bir Hıristiyan devlet olarak görmenin verdiği zafer duygusu Marunilerin toplumsal hafızasında her zaman canlılığını korudu. Bu seçilmiş zaferler, Marunilerin iç dayanışmasını kuvvetlendirmekle birlikte Müslüman Araplardan üstün oldukları inancını da pekiştiriyor. Öte yandan 1860 katliamı gibi bir tarihsel olay, Maruni toplumsal hafızasında kalıcı izler bırakan en önemli seçilmiş travmalardan biri. Nitekim 1975’te başlayan iç savaşta yaşananlar, düşman olarak görülen bir toplumsal grubun veya otoritenin elinden çekilen acılar ve uğranılan kayıpların, üzerinden uzun yıllar geçse de Marunilerin tehdit algılamalarını yönlendirebildiğini açıkça gösteriyor.
'LÜBNAN’DA İTTİFAKLAR, RÜZGÂRA GÖRE ŞEKİLLENEN KUM TEPECİKLERİ GİBİDİR'
Kendisi de bir Maruni olan Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın yaptığı 2019’da Osmanlı aleyhtarı açıklama, Osmanlılar döneminde yaşananlarla ilgili gerçekleri yansıtıyor mu? Yoksa politik konumunu tahkim etmek için araçsallaştırılan abartılı bir anlatım mı?
Birinci Dünya Savaşı sırasında imparatorluğun pek çok yerinde olduğu gibi Cebel Lübnan’da da salgın hastalıklar, kıtlık ve açlıktan dolayı insan kaybı yaşandı. Bu insan kaybının miktarı, kaybın nasıl yaşandığı vs. konular bu söyleşinin sınırlarını zorlayacak kadar karmaşık ve uzun tartışmaları içinde barındırıyor. Öte yandan Osmanlı sonrası süreçte Lübnan’daki milliyetçi çevrelerde bu kayıpların abartılı ve tek taraflı bir anlatıyla sunulduğunu, hatta Feyruz’un başrolünde oynadığı “Safarbarlik” filminde olduğu gibi kitlelere hitap eden bir propaganda aracı olarak kullanıldığını söylemek mümkün. Osmanlı/Türk kimliğini ötekileştirmek üzerinden bir Lübnan kimliği (Suriye tarafında da Arap/Suriyeli kimliği) yaratma çabası, bu tür ulus inşa süreçlerinde sık yaşanan bir durum. Aynı dönemde Türkiye’deki ulus-inşa sürecinde de Arap kimliğine yönelik olumsuz veya ötekileştirici bir bakış açısı vardı. Tabii her iki örnekte de karşı tarafı şeytanlaştırma, çatışmacı bir ortam için zemin hazırlamaktan başka işe yaramıyor. Lübnan’da sokakta rastladığınız bir Maruni’yle yapacağınız sıradan bir konuşmada Türkiye’den geldiğinizi söylediğinizde ilk duyacağınız iki sözcüğün “Osmanlı ve zalim” olması muhtemeldir. Böylesi bir tarih algısı ve toplumsal hafızanın sorunlu olduğu aşikâr. Avn’ın 2019’daki Osmanlı aleyhtarı açıklamalarını da bu çerçevede okumak daha anlamlı olacaktır. Ayrıca siyasetçilerin asıl sorumluluk alanı olan güncel sorunları çözmedikleri ve unutturmak istedikleri zamanlarda geçmişte yaşanan olumsuz olayları gündeme getirmek istemesi de sık rastlanan bir durum.
Maruni kimliği, Müslümanlık ve Arap karşıtlığıyla kristalize olurken, bir zamanlar İsrail’i kendilerine potansiyel müttefik olarak gören Marunilerin önemli bir temsilcisi olan şimdiki Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın kendisi ve partisinin İsrail’le savaşan bir hareket olan Hizbullah’la iyi ilişkilerini nasıl yorumlamalı?
Maruniler ile Siyonist örgütler arasındaki ilişkiler, 1930’lardan itibaren bir “azınlık ittifakı” çerçevesinde ortaya çıktı. Marunilerin Araplarla çevrili bir coğrafyada Yahudilerle aynı kaderi paylaştığı ve burada varlıklarını korumak için ortak hareket etmeleri gerektiği görüşü Lübnan’da kendine taraftar bulmakta zorlanmadı. Siyonist örgütler ve 1948’den sonra İsrailli yetkililer de Lübnan’daki Marunilerle ilişkileri geliştirmek ve ittifak kurmak için birçok girişimde bulundu ve karşılarına çıkan her fırsatı değerlendirmeye çalıştı. Nitekim iki taraf arasındaki ilişkilerin açık bir hale gelmesi 1975’te iç savaşın başlamasından sonraki birkaç yılda gerçekleşti. İsrail’in 1982’de Lübnan’da başlattığı işgal, Maruni lider Beşir Cemayel’in devlet başkanlığına oturmasını sağlarken İsrail-Maruni ittifakı da zirve noktasına ulaşmış oldu. Tabii burada dikkat çekici olan iki taraf arasındaki yakınlaşmanın daha çok Lübnan veya Maruni toplumunun kriz yaşadığı süreçlerde gündeme gelmesi. İç savaş sonrası Lübnan’ın görece istikrarlı bir süreç yaşadığı 1990’lar boyunca Maruni liderlerin İsrail’in Lübnan topraklarına yaptığı saldırılara sert tepki gösterdiğini ve vatansever bir tutum takındığını gördük. Kuşkusuz iç savaş sırasında ortaya çıkan radikal Maruni liderlerin hayatını kaybetmesi veya Lübnan siyasetinden tasfiye edilmeleri, bu tavır değişikliğini etkileyen diğer bir faktördü.
Mişel Avn’un 2005’teki seçimlerin sonunda Hizbullah ile ittifak ilişkisine girmesi ise tuhaf bir durum gibi görünse de aslında doğrudan Lübnan siyasetinin kendine özgü koşullarıyla ilgili. Lübnan’da siyasi bir aktör olarak varlığını sürdürmek istiyorsanız her şeyden önce esnek ve pragmatik bir siyasi duruşa sahip olmanız gerekli. Bu açıdan Lübnan siyasetindeki ittifaklar çöldeki kum tepelerine benzetilir, rüzgâr farklı yönden estiğinde bu kum tepeleri farklı yerlerde ortaya çıkar. Bu bağlamda iç savaşın sonunda Suriye Ordusu’na karşı bir kurtuluş savaşı verdiğini söyleyen Avn’un 2005’te ülkedeki değişen koşullara ayak uydurup Hizbullah ve Suriye yanlısı ittifakın içinde yer alması doğal karşılanmalı. Buna ek olarak Hizbullah’ın 1990’lı yıllar boyunca iç kamuoyunda İsrail’e karşı ülkeyi savunan bir aktör olarak görülmeye başlanması, hatta ülkedeki Hıristiyanlardan bile ciddi bir destek bulması bu ittifaka tesir etmiş olabilir.
'DÜRZİ LİDER CANBOLAT, LÜBNAN’DAKİ MEZHEPÇİ SİSTEMİ TASFİYE ETMEYE KALKTI'
Dürzilerin Lübnan’da başından beri Filistinlileri desteklemeleri ve Filistinli mültecilere sahip çıkmalarının tarihte yaşanmış Maruni-Dürzi çatışmasıyla bağlantısı var mıdır sizce?
Lübnan’da Dürzi toplumuna liderlik eden ailelerin ve onların kurduğu siyasi örgütlerin Filistin meselesine bakışı eskiden beri Arap milliyetçiliği ideolojisiyle yakından ilişkili. Bu noktada Kemal Canbolat gibi sıra dışı bir lideri hatırlatmakta fayda var. Canbolat, 1960’ların sonunda Lübnan’daki Müslüman/ilerici cephenin liderliğini yaparken ülkedeki Filistinlilerin haklarının en önemli savunucusuydu. Lübnan temel sorunun mezhepçi sistem olduğunu fark eden ve bu sistemi değiştirmek için büyük çaba sarf eden Canbolat, bir anda Marunilerin bir rakibi ve onlar için bir tehdit olarak ortaya çıktı. Tabii Maruni-Dürzi toplumları arasındaki ilişkiler bağımsızlık yıllarında tarihte yaşanmış kötü olayların gölgesinde şekillendi. Dolayısıyla Canbolat’ın mezhepçi sistemi tasfiye etme girişimi ve Filistinlilere verdiği destek, Marunilerin geçmişten gelen korkularını tetiklemiş olabilir. Nitekim 1982’de “Dağ Savaşı” olarak bilenen çatışmada Dürzilerin uzun bir aradan sonra doğrudan Marunilerle karşı karşıya gelmesi bir tesadüf değil.
Neden Marunilerde bir Filistinli karşıtlığı/düşmanlığı var? Lübnan’da Filistinli mültecilerin feci durumun görmüş biri olarak soruyorum, Filistinlilere yapılan haksızlık ve ayrımcılığın arkasında Lübnanlı Hıristiyanların ülkenin demografik yapının değiştirilmesine dair korku ve tehdit algısının rolü nedir?
Filistinliler 1948 Savaşı’ndan sonra ilk kez mülteci olarak Lübnan’a geldiğinde İsrail saldırganlığının kurbanı kişiler olarak görülmüştü. Arap milliyetçisi atmosferin de etkisiyle Lübnanlıların büyük bir kısmı Filistinlilere destek oldu, onların geçici olarak Lübnan’da bulundukları inancı yaygındı. Hatta Maruniler arasında bu konuda kaygı duyan radikal milliyetçi çevreler bile ülkedeki Filistinli varlığına karşı seslerini fazla yükseltemedi. Bu durum, 1960’ların ortalarından itibaren değişmeye başladı. Lübnan yaşadığı iktisadi çöküş ve 1967 Savaşı’ndan sonra ülkedeki Filistin kamplarına yerleşen silahlı gruplar Maruniler başta olmak üzere Hıristiyanların büyük bir kısmının Filistinlilere karşı tepkiler giderek arttı. Beyrut örneğinde görüldüğü gibi, Filistin mülteci kamplarının refah düzeyi daha yüksek Hıristiyan mahallelerinin çevresinde olması ve kamplardaki silahlı grupların devlet kontrolünün dışında kalması, Marunilerin kendi varlıklarının tehdit altında olduğu algısını kuvvetlendirdi. Nitekim silahlı Filistinli varlığı ve Canbolat’la işbirliği halinde kendilerinin ayrıcalıklı bir konumda olduğu mezhep sistemi tasfiye edeceklerine dair korku, iç savaşın başında “Sedirin Muhafızları” gibi çok sayıda radikal Maruni silahlı örgütün ortaya çıkmasına yol açtı. Maruniler bu süreçte Filistinli silahlı grupları kendi varlıklarına yönelik büyük bir tehdit olarak görürken, onların ülkeden çıkarmanın yolunun silahlı mücadele ve İsrail’in yardımından geçtiğine inanmaya başladı. Beşir Cemayel gibi radikal söylemlere sahip Maruni liderlerin bu inancın kitlelere yayılmasında ve destek bulmasında önemli bir rol oynadığı da aşikâr.
Mekke, Şam ve Kudüs hakkında övgü dolu şiirler kaleme alan Maruni şair Said Akl nasıl hızla radikalleşerek Filistin düşmanı bir şair haline geldi? Bu oldukça ilginç bir dönüşüm değil mi?
Said Akl, Türkiye’de pek tanınmasa da, Arap dünyasının yetiştirdiği en meşhur ve yetenekli şairlerden biri. Aynı zamanda Lübnan Maruni milliyetçiliğinin önde gelen ideoloğu. Milliyetçilik macerasına gençliğinde Antun Saadeh’in Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi’nde başlayan Akl, bu partiyle yolları ayrıldıktan sonra Fenikeciliğe dayalı Hıristiyan Lübnan milliyetçiliğine fikrine yöneldi. Akl’ın milliyetçilik anlayışı bu süreçte Arap kimliğini ötekileştiren ve Lübnanlılık üzerine odaklanan bir dönüşüm yaşamasına rağmen onun Filistinlilere karşı yaklaşımı olumlu oldu. Akl, Lübnan’daki Filistinlileri vatanlarına geri dönüp İsrail’le savaşmaya çağıran şiirler kalem aldı. Bununla birlikte Filistinli silahlı grupların Lübnan’a yerleşmesi bir Maruni kanaat önderi olarak onu da tedirgin etti. Bu tedirginlik iç savaşın başlamasından sonra açık bir Filistinli düşmanlığına dönüştü. Akl, Filistinli savaşçıların devletin kontrolü dışında ülkede rahatça hareket etmesini Lübnan’ın bağımsızlığı ve egemenliğine yönelik bir saldırı olarak algıladı. Akl’ın İsrail Ordusu Lübnan’ı işgal etmeye geldiğinde onları bir kurtuluş ordusu olarak tanımlaması ise onun Filistinlilere karşı duyduğu nefretin ulaştığı boyutu açıkça gösteriyor. 2014 yılında 103 yaşında hayata veda eden Akl, Arap dünyasında hâlâ büyük bir şair olarak anılsa da bu durum onun Filistin düşmanlığını kışkırtan radikal Maruni milliyetçiliğinin fikir babası olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
DOÇ. DR. YASİN ATLIOĞLU KİMDİR?
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi, Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü, Orta Doğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı’nda tamamladı. 2009-2011 tarihleri arasında dil eğitimi için Suriye’nin başkenti Şam’da ikamet etti ve doktora çalışması için Lübnan’da saha araştırması yaptı. Bu süreçte Lübnan’daki konfesyonal siyasal ve toplumsal sistem çerçevesinde Hristiyan Maruni toplumu merkezli kimlik-çatışma ilişkisine odaklandı. Beşşar Esad Suriyesi’nde Reform (2007) ve Savaşta ve Barışta Lübnan Marunileri (2014) adlı kitapların yazarıdır.