Yaşlı Ez'i hiç unutmadık!

Eğer Ezra Pound faşist değil de ilerici bir sanatçı olsaydı, bu denli tartışma yaratacak mıydı? Örneğin, Kantolar’ın dünya şiirinin en özgün klasiklerinden biri olduğuna şüphe yok; ancak, bu epik dört dörtlük bir faşistin kaleminden çıkmamış olsaydı, bizi bu denli şaşırtacak, hatta sarsacak mıydı? Kantolar’a verdiğimiz önem, biraz da ters köşeye yatırılmamızdan, şaşkınlık içine düşmemizden mi kaynaklanıyor?

Abone ol

Altay Öktem

Ezra Pound’un dünya şiirinin en büyük, aynı zamanda da en tartışmalı isimlerinden biri olarak kabul edilmesi, alıştığımız ezberi bozmasından, tersyüz etmesinden kaynaklanıyor. Genel hatlarıyla faşizm sanata, edebiyata, kültüre düşmandır; değilse de elitist, toplumdan kopuk bir sanat önerir ki, bunun da gerçeklikle kopukluğundan dolayı etkili ve kalıcı olması pek mümkün değildir. Hermann Goering’in “Kültür denilince elim silahıma gidiyor,” (1) sözünün aklımıza kazınmış olması, bu sözün sadece bir kişinin fikri değil, tüm faşist ideolojinin özeti olmasından kaynaklanıyor. Nazilerin klasik sanata olan hayranlığı bu tezi sarsmıyor, aksine destekliyor. Sanatın hem günümüzü yansıtması hem de geleceği tasarlaması fikri elbette ki faşist yönetimler için bir tehdit oluşturuyor ve içinde bulundukları dönemin ilerici, çağdaş sanatçılarına karşı acımasızca davranırlarken, geçmişi, klasik olanı yüceltiyorlar. “Tutarlı tutuculuk” diyebileceğimiz böylesi bir tavır içine girmeleri, kendileri için risk oluşturmayan, tehdit olarak görmedikleri sanatı dışlamamaları gayet doğal.

Ezra Pound ise faşizmi sadece düşünsel olarak desteklemekle kalmayan, aynı zamanda pratikte de faşizm için mücadele eden bir sanatçı olmasına karşın, geçmişten edindiği sanat birikimini olduğu yerde bırakmak, muhafaza etmek yerine ileriye taşımaya çalışan bir isim. Belki kişiliğiyle bile çatışan bu yenilikçiliği, onun her zaman gündemde olmasına, tartışılmasına neden oldu. Bu noktada, şöyle bir soru sorabiliriz: Eğer Pound faşist değil de ilerici bir sanatçı olsaydı, bu denli tartışma yaratacak mıydı? Örneğin, Kantolar’ın dünya şiirinin en özgün klasiklerinden biri olduğuna şüphe yok; ancak, bu epik dört dörtlük bir faşistin kaleminden çıkmamış olsaydı, bizi bu denli şaşırtacak, hatta sarsacak mıydı? Kantolar’a verdiğimiz önem, biraz da ters köşeye yatırılmamızdan, şaşkınlık içine düşmemizden mi kaynaklanıyor?

Kantolar’ın adını Dante’nin İlahi Komedya’sından aldığını, Homeros’un Odysseia destanının on birinci rapsodisiyle, yani Ölülerin Ahvali'yle başladığını biliyoruz.

Pound, cebindeki 80 dolarla Cebelitarık’a geçip oradan da Avrupa seyahatine çıktığında, Paris’teki bir sahafta 1558 basımlı Odysseia’yı görür ve alır. Kısacası, okuduğu askeri akademide militarist bakış açısının zeminini oluşturan, ardından Pensilvanya Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat okuyan, “Otuzuma geldiğimde şiir hakkında herkesten çok şey biliyor olacağım,” diyebilecek kadar kararlı, hırslı, görmeden teşhis koymak gibi olmasın ama büyük ihtimalle de narsistik birinin yolunun Odysseia ile kesişmesinin, onun açısından büyük bir imkân olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Antik Yunan’dan yola çıkarak Yeni Platoculuk’tan Konfüçyüs’e, Çin ideografilerine, hatta mistisizme ve okültizme kadar uzanan Pound, bir yandan da, herhangi bir manifestoya veya merkezi bir yayın organına sahip olmadan, imagizm adlı, kararsız bir akım ortaya koymuştur. Bir İmagiste Göre Birkaç Adet Hayır adlı metin, sanki bir şiir akımı oluşturmaktan çok, adıyla anılacak bir isim türetmek amacıyla yazılmıştı. Zaten imagism hakkında, “Kelimeyi Hulme’e ait taban üzerinden yaptım ve… özellikle de, Flint tarafından Poetry Review’da katologlanan Fransız gruplarının, hiçbir tanesinden ‘biz’i ayırmamaya dikkat ederek Fransa’da asla kullanılmamış olan bir isim yarattım.”* diye yazmıştır Pound.

EZRA POUND'UN YENİLİKÇİ TAVRI 

Bir yandan entelektüel donanıma büyük önem veren ve bunları Kantolar’a, çoğu kez de doğrudan doğuya sokan Pound’un yenilikçi yanı onu avangardizme doğru da yöneltmiştir. İngiliz sanatının Fransız Kübizminden, İtalyan Fütürizminden ve Alman Ekspresyonizminden farklılaşmasını isteyen ressam Wyndham Lewis’in editörlüğünde Blast adlı bir dergi çıkarmaya başladı ve bu dergide de Vortisizm manifestosu yayınladılar.

Değişime yönelmek yerine anaforun (vortex) merkezine yoğunlaşmayı önemseyen Pound, vortex’i düşüncelerin daimi olarak akış halinde olduğu bir yer olarak gördü ve resimdeki bu hareketi şiire de uygulamaya çalıştı. Pound’a göre vortisizm en yüksek enerji seviyesini ve dinamikliği temsil ediyordu. İmge bir resim değil, bir birlikti.

Pound’un klasik metinlerden yola çıkıp, geleneği dönüştürmeye, değiştirmeye çalışması, yetinmemesi ve yeni bir imgecilik yaratmaya, oradan imaja farklı anlamlar yüklemeye, gelecek tahayyülünü fütürizmden ayrışarak, dinamizmi düşünsel bir anaforun içinde araması her ne kadar yenilikçilik gibi görünse de, aslında bağlı bulunduğu siyasi doktrinle çok da çelişmiyor. Çünkü ileriye doğru gitmek, geleceğe sıçramak değil, olduğu yerde, bir anaforun içindeymiş gibi hızla dönerek derine inmeyi ve ulaşmayı çalıştığı yüksek enerjiyi buradan çıkarmayı planlıyor Pound.

Kantolar, Ezra Pound, çeviri: Efe Murad, 888 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2020.

EZRA POUND'UN EKONOMİK SİSTEM ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ 

İnandığı siyasi doktrine uygun başka bir yaklaşım da, Pound’un ekonomik sisteme olan karşıtlığı. Batı kapitalizminden ve bankercilikten uzak, paradan azade bir düzen düşlüyor Pound. Sanayicilik ve tefecilik, yani paradan para kazanma olgusu Pound’un ideal kültürünün baş düşmanıdır. Bu anlayış, sosyalist bir dünya özleminden kaynaklanmadığı gibi, Türkiye’deki İslamcı bazı çevrelerin sandığı gibi faiz karşıtlığından dolayı İslami anlayışla da örtüşmüyor. Pound’un ideal kültür diye adlandırdığı şey, ekonominin militarizasyonu ve devlet tekelinde olmasından başka bir şey değil. Kapitalizme, artı değer üretme üzerine kurulu bir sömürü düzeni olduğundan değil, ekonomik militarizasyona engel olma riskinden dolayı karşı çıkıyor Pound.

Bu anlamda, Kantolar'ın çevirmeni Efe Murad’ın kitabın sonuna aldığı Geçişli Maskeler, Parçalı Kayıtlar: Ezra Pound’un Kantolar’ı Üzerine adlı değerlendirmede belirttiği gibi, Pound’u bir ilerlemeci olarak değil, geçmişi kendi bağlamında anlamak isteyen bir kültür fetişisti olarak görmek gerekir.

Henüz copy-paste yönteminin keşfedilmediği, post-modernizmin “metinlerarası ilişki” kavramının da olmadığı bir dönemde Pound, Kantolar’ı çok dilli bir montaj tekniğiyle kaleme almıştı. Pisa Kantonları’ndan sonra yaptığı kolajlarda ise pek konu bütünlüğü ya da uyum da bulunmamakta. Pound, Kantolar’da Çince kelimeleri de sıklıkla metinlerin arasına yerleştirdiği, farklı dillerden montajlar yaptığı gibi sıklıkla dilekçeleri, mektupları, tarih kitaplardan alıntıları ve benzeri metinleri de kullandığı için, Kantolar’da ne derece şiirsel bütünlük olduğu, bağlamdan kopulup kopulmadığı, dahası, özellikle de Pisa Kantoları’ndan sonra bu epiğin gerçekten de bir bağlamı olup olmadığı gibi soruları yanıtlayabilmek pek de kolay değil.

Pound’un, çalkantılı hayatının içinde, 1915 ile 1962 yılları arasında, tam 47 yıl Kantolar’ı yazmayı inatla sürdürmesi bile başlı başına bir takıntıyı gösteriyor. Bu hayırlı takıntı, modernist şiirin önemli yapıtaşlarından birinin oluşmasına neden oldu. Kantolar’a neresinden bakarsak bakalım, nasıl değerlendirirsek değerlendirelim, ortada önemli bir gerçek var: Pound ölümünden 48 yıl sonra bile kafamızı karıştırmaya devam ediyor.

1958’de, akıl hastanesinden çıkarıldıktan sonra gemiyle Napoli’ye giden Pound, gemi limana yanaşırken, hiç değişmediğini kanıtlamak istercesine Nazi selamı vermiş, sonra da “Ben meşhur biriyim, adım ansiklopedilerde geçiyor… Diyorlar ki şarkım hep söylenecek. Yaşlı Ez’i hiç unutmadılar,” demişti.

Faşizm insanlıkla uzaktan yakından ilişkisi olmayan, kapkaranlık bir şiddet ideolojisi. Ezra Pound yanlış bir faşist mi, yoksa bu karanlık zihnin içinde yanlışlıkla renkli çiçekler mi açtı, bilmiyoruz. Ama şu konuda kesinlikle haklı olduğunu biliyoruz artık: Bugün bile Kantolar’ı tartıştığımıza göre, sahiden yaşlı Ez adını unutulmazlar arasına yazdırmış çoktan.

  1. Hugh Kenner, The Pount Era (Berkeley University of California Press, 1971, sayfa: 178)