Yaşsız bir zamanın mümkünleri üzerine

Marc Augé'nin kaleme aldığı Yaşsız Zaman Türkçeleştirildi. Augé "Meselemiz zaman, istediğimiz gibi şekillendirdiğimiz, oluşturduğumuz, zevk için oyun oynadığımız zaman” diyor.

Abone ol

İnsanın zamanı ne ile ölçülür diye bir soru sorsak herkesin aklına yaşı gelir. Yaşımız bizi bir rakamla yaşama dair bir döneme hapseder. Peki, bu verili zamanın sınırları dışında insanın varolması mümkün olamaz mı? Antropolog Marc Augé “Yaşsız Zaman ‘Kendi Etnolojini Yapmak’” adlı kitabında bu konuyu yaşlanma ve yaşlılık üzerinden tartışıyor. Düşünür kendi deneyim ve gözlemlerinin yanı sıra edebi metinlerden, antropoloji araştırmalarından örnekler vererek bize bu konu üzerinden farklı bir zaman anlayışı ve kişinin zamanla kendisi üzerinden yapılabileceği bir etnoloji öneriyor.

VERİLİ YAŞ VE TOPLUM

Marc Augé, çev. Öncel Naldemirci - Yaşsız Zaman / Yapı Kredi Yayınları

Marc Augé insanın en azından Batı’da, emin olunan bir doğum tarihi ile genelde farklı olması dilenen bir ölüm tarihi arasında sıkıştırıldığından bahsediyor. Zaman bir özgürlük; yaş ise bir sıkıntı, bir zorlamadır diye ekliyor. Sanırım düşünürün bahsettiği sadece Batı’ya özgü bir durum değil, kültürel farklılıklar olsa da her coğrafyada benzer bir durum söz konusu. Bir zamanın içine hapsedilmiş gibiyiz ve o zamanı nasıl kullanacağız diye dert ederek koşuşturup duruyoruz. Yaşımıza göre nasıl davranacağımız yaşadığımız toplumla da ilişkileniyor ve onun tarafından da belirleniyor. Belli bir yaşa gelince evlenmeniz bekleniyor mesela veya bir iş sahibi olmanız çoluğa çocuğa karışmanız.

Augé konuyu yaşlılık üzerinden tartışıyor demiştik yaşlılık da verili yaşa göre anlam kazanıyor. Yazar şöyle örnekler veriyor; tecrübeyle gelen bir bilgelik vasfı ekleniyor bireye ve bu bir otoriteye sözü dinlenir kişiye dönüşüyor. Augé Le Monde gazetesindeki bir makaleyi de örnek vermiş, yaşlıların olduğu bir bakımevinde bakıcılara verilen bir eğitimden bahsediliyormuş yazıda. Bir bakıcı şöyle demiş: “Yaşlı birini bir başkasını öperken görünce şaşırıyor insan. Önceleri bu bizi biraz şok ediyordu, şimdi öpüşmelerine izin veriyorum.” Augé’ye göre, bu şok edici bir asker zihniyetidir.

İnsanların yaşlanınca âşık olamayacağının düşünülmesi, öpüşmelerine tanıklık edildiğinde bir “anormallik” hissedilmesi nedendir? Bunun açıklaması sanırım toplumsal ahlâkçı yargılarla ilgili. Yani kafamızda yer etmiş ahlâkçı tutumlar, bireyin yaşına göre nasıl tavır almasının belirlendiği önyargılar ortaya çıkarıyor.

YAŞ VE DAMGALAMA

Yaş ile ilişkilenen bir durumda “damgalanma” yaşlılıkla damgalanan kişi o sınırdan kendisini kurtarmak için onu tersine çevirmeye çalışır diyor Augé. “Yaşlıyım ama ayaktayım”, “yaşlıyım ama tuttuğumu koparırım” yaşlılığın söylenmesi bu anlamda onun inkârını da getiriyor görüldüğü gibi. Bu aslında bireyi zorlamaktır, ona atfedilen rakamla onu değerlendirdiğinizde birey kendisini kanıtlama, öyle olmadığına ikna etme çabasına girişir.

YAŞ VE ÖZGÜRLÜK

Yaşın getirdiği sınırların özgürlüğü kısıtlayıcı bir yanı olduğu da inkâr edilemez. Yazarın örneklerinden yola çıkarsak, reşit olmak, emeklilik yaşı, Fransız akademisi’ne aday gösterilme yaşı, (bizim coğrafyamız açısından memur olma yaşı, akademide kadro alma yaşı) gibi önümüze yapmak istediklerimizi sınırlayan yaşa göre belirlenmiş pek çok örnek çıkar. Kısacası diyor Augé, “en derinde bana ait olan, zaman içerisinde beni ölüme kendi ölümüme yaklaştıran ilerleyişimin derecesi kayıt altına alınmış, çerçevelenmiş, düzenlemelerle, özel izinlerle istisnalara tabi tutulmuştur. Eğer yaşımsam ve sadece yaşımdan ibaretsem, özümde, herkesin tanıdığı kurallar tarafından sıkıca belirlenmiş, sosyal ve kültürel bir varlığımdır.” Yaşa göre düzenlenmiş bir hayat sunulmuş bizlere yaş ile bir sayıyla ölçülüp değerlendirilebilir bir varlık hâline getirilmişiz. İşte bu nedenle yazarın da işaret ettiği gibi bu bir özgürlük meselesidir.

Bize reşit oldun dendiğinde belki de reşit hissettiğimiz bir yaşta değilizdir, emekli olmaya itildiğimizde belki en verimli dönemimizdeyizdir, memur olmaya verili yaştan daha geç karar verebiliriz. Yani her bireyin kendine has bir zamanı vardır ve bu zamanın verili sınırları bizi yaşamın dışına iter. Oysa insan kendini yaşsız hissedip, ona göre tanımlama özgürlüğüne sahip olmalıdır.

BEDEN ZAMANLA DEĞİŞİR

Marc Augé (Sosyolog - Antropolog)

Yaşa dair önemli verilerden birisi de görüntüdür. Zaman içerisinde beden değişir bu normaldir. Ancak toplumsal bir varlık olarak kurgulanmış insan için bu da “anormal” bir anlamla üretilir. Bunun sonucu olarak öğrenmeniz gereken şey şudur Augé’ye göre: “Bedene gizlemeyi ya da yalan söylemeyi öğretmek. Ama kime yalan söyleyecek bu beden? Başkalarına ve kendine. Bir başkası olarak kendine. Sanki bu bedenin bir ötekisi, bu bedenden başka bir öteki varmış gibi.” İnsanın zorunlu olarak kendisini içerisinde bulduğu bir çelişkidir bu. Yaşa öyle anlamlar yüklenmiştir ki kişi kendine ve çevresine yalan söylemek zorunda hisseder.

Çünkü insan biraz da görselliğine göre değerli olduğu bir dünyada yaşar. Yazar çok bahsetmemiş ancak bu durumun kapitalist dünya ile de çok yakından ilişkisi var bana kalırsa. Bugün estetik cerrahinin bu kadar gelişmiş olması veya kozmetik piyasasının her yerde karşımıza çıkan varlığı inkâr edilemez. İnsanın zaman ile ilişkisi kadar bedeniyle olan savaşıdır bu aynı zamanda. Onu kabul edilebilir kılmak için verilen bir varlık savaşı belki de. Kendine ve bedenine karşı dürüst olmamaya ve ona yabancılaşmaya kadar giden çelişkili “hastalıklı” bir ruh hâli.

KEDİLERİN BİLGELİĞİ

Hayvanlar için yaş ve zaman konusunu Augé, çocukluğundan beri iç içe olduğu kedilere dair gözlemlerinden hareketle ortaya koyuyor. Ve onların zamanla olan ilişkisini bilgece olarak niteliyor. Çünkü ona göre kediler, zaman ile yaşı hesaba katmamayı başaran bir ilişkiyi sembolize ediyorlar. Kendi zamanlarına özgü pratikleri var küçükken daha oyuncular, gittikçe durgunlaşıyorlar ama yaşlandıkça kendilerini daha diri hissettikleri dönemdeki gibi davranma kaygısı taşımıyorlar. Yazar insanların gözünde evcil hayvanların en iyi yanının, birini kaybettiğinde başka birini yerine koyulabilme gücüne sahip olması olduğunu düşünüyor, bu insanı hayvanın ardından uzun süreli yas tutmamaya sevk ediyor. İnsan belirli bir yaşa gelince kendi yok oluşuyla kesişebileceğini düşünerek, kaybettiği hayvanın yerine başkasını koymaktan imtina ediyor.

Bu zamana kadar insan, kendisini ölümlü bir varlık karşısında ölümsüzmüş gibi hissediyor. Ancak kendi zamanının farkına vardığında, ölen hayvanın yerine bir başkasını koymayarak kendi ölümlülüğünü kabul ediyor. Böylece insan hayvana yakınlaşıyor, onun sükûnetinin sırrını ve doğaya olan yakınlığını düşünüyor. En azından anladığım kadarıyla Augé böyle yapmış ancak kedilerin bilgeliğine ulaşmak bir insan için ne kadar mümkün bilemiyorum.

Yaşlılık egzotizm, yani hiçbir şey bilmeyenlerin başkalarına uzaktan bakması gibidir, yaşlılık diye bir şey yoktur diyor Augé. Belki de yaşsız bir zaman, sayılarla sınırlanmış bir ömür yoktur insan için kim bilir? Verili zamanın dışına çıkmak üzerine düşünmeli, zaman hakkını elde etmeli. Düşünürün sözleriyle bitirelim: “Öyleyse meselemiz zaman, istediğimiz gibi şekillendirdiğimiz, oluşturduğumuz, zevk için oyun oynadığımız zaman.”