Yavuz Donat, Sabah
gazetesinde 10 Ocak’ta çıkan yazısında “Şubatı bekleyin. Karadeniz'deki doğalgaz
rezervi, konuşulandan, resmî açıklamalardan çok çok
fazla. Bu konuda tek cümle yazabiliyoruz. Gerisi özel ve gizli
bilgi. Sanırız. Şubatta, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın
ağzından bütün dünya duyar” diye yazmıştı. Fakat bırakın
şubatı, mart da bitti hâlâ Yavuz Donat’ın yazdığı gibi bir “müjde”
açıklanmadı.
Yine Sabah gazetesinde 26 Mart’ta “Tarım Kredi
başlattı, diğerleri de geliyor: Fiyat sabitleme yayılıyor” haberi
yayımlandı. Oysa daha önce de defalarca Tarım Kredi ve diğer süper
marketlerde fiyatların dondurulduğu ya da indirim yapıldığı
haberleri yayımlanmıştı. Örneğin 5 Ocak’ta da Sabah’ın
yine ekonomi sayfasında “Marketler indirim yarışına girdi” haberi
yayımlanmıştı. Bu haberde marketlerin ilan ettiği, “dev marketlerin
yüzde 50’leri bulan indirimlerinin enflasyona etki edeceği” öne
sürülüyordu. Demek ki, habire marketlerde indirim ya da fiyat
dondurma haberleri vermenin bir karşılığı yok.
Eskiler “fikri takip” derlerdi. Gazetecinin yazdığını takip
etmekle yükümlü olduğunu ifade ederdi bu söz. Her gazeteci
yazdığını takip etmek, doğru çıkıp çıkmadığını da okura aktarmakla
yükümlüdür. Gazeteci yazdığını unutsa da gün gelir arşiv
hatırlatır.
MİLLETVEKİLİ ADAYI GAZETECİLERE ÇAĞRI
Her vatandaş gibi gazetecilerin de milletvekilliğine yönelmeleri
doğal. Geçmişte de Falih Rıfkı Atay’dan Çetin Altan’a, Altan
Öymen’den Bülent Ecevit’e kadar gazetecilikten siyasete geçen çok
isim oldu, olacak da… Batı’da da örneği var gazetecilerin siyasete
geçmelerinin…
Önemli olan bir gazetecinin ya da bir yazarın, mesleğini, siyasi
kariyeri için basamak olarak kullanmaması. Fakat bir gazeteci, aday
olunca ister istemez o ana kadar yaptığı gazetecilikle ilgili böyle
bir kuşku doğuyor. Hele de siyasi partileri izleyen bir gazeteci
ise haber ve yazılarını siyasi ikbal planı için kullandı mı;
partisi ile önceden de özdeşleşmiş miydi gibi sorular akla geliyor.
Bu sorulara yanıt bulmak için o kişinin gazetecilik geçmişine
bakmak yeterli.
Ayrıca milletvekili adayı olduktan
sonra bile hâlâ gazeteci unvanını kullananlar oluyor, bu doğru
değil. Bir partiye üye olup milletvekilliğine adaylığını koyan bir
gazeteci, artık çizginin öbür tarafına geçmiş, aktif bir politikacı
olmuştur. Partisi ile arasında bir çıkar ilişkisi olduğu ilan
edildiğine göre o noktadan itibaren partili kimliğini kullanması
gerekir. Hem aktif politikacı hem de bağımsız ve objektif gazeteci
rolü bağdaşmaz; arada kan uyuşmazlığı vardır.
Dikkat ettim, AKP ve CHP’den aday olan meslektaşlarımızın
çıktıkları TV programlarında hâlâ “gazeteci” yazıyor ekranlarda.
Oysa bu meslektaşlarımız artık “Milletvekili aday adayı” ya da
partili olarak anılmalı. Tercihlerinin gereğini yapmak, izleyiciyi
de yanlış bilgilendirmemek durumunda olduklarını hatırlatıyor,
uyarıyorum.
TİP’ten aday olan İrfan Değirmenci’nin ekrana veda edeceğini
açıklaması, aday olmalarına rağmen hâlâ “gazeteci” kimliğini
ekranlarda, gazetelerde kullanan meslektaşlara örnek
olmalı.
MÜZİKSİZ YAS OLMAZ
Yedi üyesini depremde kaybeden Antakya Medeniyetler Korosu’nun,
Kanal D’deki “Şarkılar Bizi Söyler” programına katılması,
son dönemde yayıncılıkta da yerleşen yanlış bir anlayışın dışına
çıkılması açısından değerliydi.
Zira 6 Şubat depreminin ardından “Ulusal yas” ilan edildiği
andan itibaren müzik susturuldu. Konserler iptal edildi, TV’lerden
hiçbir enstrümanın tınısını duyamadık. Sekiz ulusal TV kanalından
yayımlanan “Türkiye Tek Yürek” kampanyasında müzik yoktu. Aynı
şekilde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in düzenlediği
ve Halk TV’den yayımlanan “Bir kira bir yuva”
kampanyasında da müzik sesi duyulmadı. Serhan Asker’in “Görkemli
Hatıralar” programında da müzik yerini depremzedelerle söyleşilere
bıraktı.
Halbuki müzik ile yas bağdaştırılabilse o kampanyalar, saatler
boyu yardım edenlerin isimlerinin okunduğu kupkuru programlar
olmazdı. Müzik, üzüntümüzü, hüznümüzü ortaklaşmamızı sağlardı.
Aslında yas zamanlarında müziği susturmak, müziği yaşamdan
dışlamak, doğrudan kültürel bilinç ile ilintili. Müzik sosyoloğu
Prof.Dr. Ali Ergur, yıllar önce kaleme aldığı bir yazısında “Yas tutmaktaki
ikiyüzlü tavır, müzik yasaklama tercihinde belirginleşir. Yas,
müziği yasaklamakla veya ‘ağırlaştırmakla’ tutulmaz. Tersine
müziği, yaşamın içindeki doğal konumuyla algılayarak olur” görüşünü
dile getiriyordu.
Müzik doğal yaşamımızdaki o anki duygularımıza denk düşer.
Karsu’nun kaybettiği kuzeni için seslendirdiği “Neredesin sen” adlı
türkü, depremde yaşamını yitiren tüm insanlarımıza yakılmış bir
ağıda dönüştü. Karsu’nun müthiş çığlığı, ulusça yaşadığımız duygu
haline o kupkuru programlardaki acıklı konuşmalardan çok daha denk
düşüyordu.
Antakya Medeniyetler Korosu’nun Kanal D’de
seslendirdiği türküleri insanlarımız gözyaşları içinde izledi.
Program boyunca seslendirilen notalar, yaşadığımız büyük acının
dili, dışa vurumuydu. Bu program, müziği sadece eğlence aracı
olarak görenlerin mahalle baskısına aldırmamak gerektiğinin canlı
örneğiydi. Yazgülü Aldoğan’ın dediği gibi, medya “müziğin
iyileştirici gücü”nden yararlanmayı ihmal
etmemeli.
MASABAŞI HABERCİLİK REVAÇTA
Atatürk Havalimanı’nda pistin üzerine cami inşa edildiği
bilgisini önce İYİ Partili Ali Kıdık sosyal medyadan ortaya attı.
Kıdık’ın paylaşımı ve görüntüler önce dijitalde sonra da
Sözcü’de “Atatürk havalimanı bir daha açılmasın diye piste
cami yapıyorlar” başlığıyla haber oldu.
Gazeteci olmayan birinin paylaşımına dayanarak yazılınca haber
eksikliklerle maluldü. Sözcü manşet yaparken bile ne bir
yetkiliyi aramış ne de bir muhabiri havalimanına göndermişti. Öyle
olunca da Dezenformasyon Bülteni ve Anadolu Ajansı
Teyit Hattı’nın yalanlamasına itiraz edilemedi. Bir muhabir
gitse o inşaatın cami değil Millet Bahçesi projesindeki yapıların
giriş bölümü olduğunu saptayabilirdi. Zaten önemli olan da pistin
üzerine inşaat yapılmasıydı.
Aynı şekilde Hatay’daki Defne Devlet Hastanesi temel atma töreni
haberlerinde de gazetecilik açığı kendini gösterdi. Ajansların 24
Mart’ta geçtiği haberlerde Cumhurbaşkanlığı’ndan
gönderilen ve temel atılan alanın dar açıyla çekilmiş görüntüleri
yer alıyordu. Hatta üzerine proje tanıtım görselleri de eklenmişti.
Haberlerde Erdoğan’ın konuşması dışında ne bir gözlem ne de başka
bir kamerayla çekilmiş temel atma alanının görüntüsü vardı.
Küçük bir alana dökülen betonun ertesi gün sökülüp götürüldüğü
bilgisi yine gazetecilerden değil sosyal medyadan duyuldu. Onun
üzerine medyada haber oldu. 25 Mart’ta haberleri doğrulamak için
temeli görmeye giden yerel gazeteciler Seyfettin Uygun ve Mustafa
Dilek saldırıya uğradı. Bu gelişmelerin ardından 26 Mart’ta alana
giden KRT TV ekibi, temel olarak gösterilen demirler ve
betonun söküldüğünü, iş makinelerinin de haberlerin ardından
çalışmaya başladığını teyit etti. İktidar medyası da 27 Mart’ta iş
makinelerinin çalıştığını gösteren haberleri yayımlayarak
yalanlamaya girişti.
Anlıyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı törene sadece
akredite gazeteciler alınıyor; görüntüler de Cumhurbaşkanlığı’ndan
veriliyor. Ama deprem bölgesindeki böyle bir töreni eleştirel
medyadan gazetecilerin uzaktan bile olsa izlemeye çalışmaları,
orada ne olup bittiğini merak etmeleri gerekirdi. İktidar
medyasında gazetecilik refleksi malum nedenlerle donup kalmış ama
anlaşılan “Muhalif medya”da da masabaşı habercilik hayli
revaçta…
ÖZENSİZLİĞİN BÖYLESİ AZDIR
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürü Banu
Aslan Can’ın, TBMM Deprem Araştırma Komisyonu’ndaki sunumu iki gün
sonra üç gazetenin birinci sayfasındaydı.
Karar, “Sıfır binaya da çürük kepçesi”,
Yeniçağ ise “İnşası süren binalar da çürük çıktı” başlığı
altında deprem bölgesinde yapımı süren binalardan 16 bininin
incelendiğini, yüzde 98’inin çürük çıktığını yazmıştı. Yeni
Şafak ise tam tersine “Yeni yapılar sağlam çıktı” başlığı
altında 16 bin binadan sadece 98’inin yıkılacağını
belirtiyordu.
O inşaatlar çürük mü, sağlam mı? Bu
haberlerin hangisinin doğru olduğunu anlamak için komisyon tutanağına baktım. Tutanaklara
göre, Banu Aslan, özetle “Deprem bölgesindeki 27 bin natamam
yapıdan 16 bininin incelenmesi tamamlandı. Bunlardan yaklaşık 98
tanesi için yıkım kararı alındı” demişti. Nitekim AA ve
DHA da haberi böyle geçmişti.
Karar ve Yeniçağ gazetelerinin yanı sıra
Türkiye, Medyatava, Süperhaber, Haber Sol ve hatta
Yeni Şafak’ın internet sitesindeki “yüzde 98”i yıkılacak”
haberi yanlıştı. Genel Müdür Aslan’ın, “98 tanesi” sözünü “yüzde
98” olarak yazmak, beyazı siyah göstermek gibi bir özensizlik.
Yeni Şafak muhabiri Uğur Duyan ise bu yanlışa düşmemiş,
doğrusunu yazmış basılı gazeteye.
TEK CÜMLEYLE:
- Abdülkadir Selvi'nin “Siyasete atılıp AKP’den aday adayı
olduğunu” yazdığı Anadolu Yayıncılar Birliği Başkanı Sinan Burhan,
zaten AKP’den Ankara Büyükşehir Belediye Meclis üyesi olarak
siyasete atılmış bir “partili gazeteci” idi.
- Ahmet Hakan, “Muharrem İnce’yle ilgili iddiaya girdim” başlıklı
yazıda -daha önce de yaptığı gibi- ilgisiz şekilde bir konfeksiyon
markasının adını vererek reklam yaptı.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan, “depremde engelli durumuna düşenler”in
sayısını “850 bin” olarak söyledi ama Anadolu Ajansı,
haberde “85 kişi” diye düzelterek yanlışı gizledi.
- Hürriyet’in, 18 Mart tarihli “Sözde bağışçı ifşa
olacak” haberinde “Türkiye Tek Yürek” kampanyasında vadettikleri
bağışı AFAD’ın hesabına yatırmayanların listesini açıklayacağı
belirtilmesine rağmen aradan 17 gün geçtiği halde hâlâ bu isimler
açıklanmadı.
- 31 Aralık’ta işlenen cinayetle ilgili haber, üç ay sonra yeni
olmuş gibi Gazete Pencere, Kısa Dalga, Korkusuz ve
T24’de, “İki eşini öldürdü, serbest bırakıldı bir kadın
daha öldürdü” gibi başlıklarla yayımlandı.
- Cumhuriyet’in “Fatih Erbakan’ın Cumhur’a katılmasına
kardeşi Elif Erbakan karşı çıktı /Aileyi bölen ittifak” haberinin
yayımlanmasından önceki gün Gazete Kapı’ya konuşan Elif
Erbakan “Alınan kararın arkasındayız” demişti.
- Korkusuz’da “Sosyal medyadan alınmıştır” notuyla
yayımlanan karikatür aslında Sefer Selvi’nin 2014 yılında
Evrensel’de yayımlanan ve sağ altta imzasını taşıyan
karikatürüydü.
- Yeni Şafak’ta Kayseri’nin Talas ve İstanbul’un
Güngören belediyeleri ile Akşam’da Mersin’in Akdeniz
Belediyesi’nin tanıtım bültenleri tam sayfa yayımlanırken “Bu bir
reklamdır” uyarısı konulmadı.
- Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, enkazdan 128 saat
sonra kurtarılan ve medyada “Mucize bebek” diye sembol fotoğraf
haline getirilen bebeğin mahremiyetini korumak yerine, annesine
götürdüğü bebekle fotoğraflar çektirdi; Akşam, Cumhuriyet,
Hürriyet, Türkiye, Yeni Şafak gibi gazeteler de fotoğrafları
yüzünü kapatmadan kullandı.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET
VE ÖNERİLERİNİZ
İÇİN: