Yavuz Ekinci: Yazarlar yazdıklarıyla suçlanacaksa Dostoyevski cinayetten yargılanmalı
Yazar Yavuz Ekinci 10 yıl önce basılıp geçen yıl toplatılan ‘Rüyası Bölünenler’ romanı nedeniyle 18 Eylül’de hakim karşısına çıkacak.
DUVAR - Batman doğumlu, kendi doğup büyüdüğü topraklarda öğretmenlik yapmış bir yazar Yavuz Ekinci… Öykülerini, romanlarını belki okumuş, belki de duymuşsunuzdur. Yazdıklarıyla ilgili hiç bilgi sahibi olmayanlar için belirtmek gerekirse, Haldun Taner, Yunus Nadi, Yaşar Nabi Nayır Ödüllü üç öykü kitabı var. Şu ana kadar da 6 roman yazdı; şubat ayında da bir koleksiyoncunun hikayesini anlattığı yeni romanı çıkacak. Bu arada bir de çocuk kitabı yazmış. Halen devam eden çevirileri saymazsak öyküleri Japonca, İtalyanca, Farsça, Felemenkçe, Almanca, İngilizce ve Yunanca dillerine çevrildi. Kitapları ise Almanca, Kürtçe ve Yunanca olarak yayımlandı.
Kısacası kendisinin kitapları sınırları aştı, başka ülkelerdeki okuyuculara ulaştı. Ancak biz onu son yıllarda kitaplarından ya da yurt dışındaki başarılarından daha çok hakkındaki davalarla konuşuyoruz. Geçen yıl Doğan Kitap’tan çıkan 'Rüyası Bölünenler' isimli kitabı toplatılan Ekinci, şimdi bu romanı neden yazdığını 18 Eylül’de mahkemede anlatacak. Başka davaları da var. "Kendisine söz hakkı verilmediğini" söylediği davalar, onu üzmese de kırıyor. Çünkü sadece yazılarıyla anılmak istiyor.
Ekinci’yle edebiyatını ve son dönemde pek çok yazarın destek mesajlarında gördüğümüz dava süreçlerini konuştuk.
Sizi hiç tanımayan biri için Yavuz Ekinci’nin yazarlığa nasıl başladığını, nasıl anlatırsınız?
Bir yazarın bütün hayatı sanatına dairdir. Yazdığı mektuplar, tuttuğu günlükler, okuduğu kitaplar, yaşadığı yer, onu büyüten çevre… Ben sözün büyülü olduğu masalın anlatıldığı bir yerde büyüdüm. Dedemden, köyün yaşlı bilgelerinden masallar, efsaneler dinleyerek büyüdüm. Yazarlığım o ıssız kış gecelerinde dinlediğim masallarla başladı.
Kaç kardeşsiniz?
11 kardeşiz. Ben üçüncü sırada olanım.
Ailede başka yazar var mı?
Şu an yok. Ama önümüzdeki günlerde neden olmasın…
'OKUMAK BENİM İÇİN BİR KEŞİFTİR'
Ailede hayal gücü en yüksek olan sizsiniz galiba?
Hiç sanmıyorum. Kardeşlerim benden çok daha iyiler. Sadece ben yazmayı ve hayal etmeyi denedim diyebilirim. Kardeşim Can, aynı zamanda avukatım, bence yazmaya ve hayal etmeye gücü çok yüksek olanlarımızdandır. Yazmaya ve okumaya üniversite yıllarında başladım. Açıkçası üniversiteye kadar yazı yazmak, yazar olmak gibi bir hayalim hiç yoktu. Dinlemenin büyüsünü bilen biri olarak üniversitede okumanın büyüsünü keşfettim. Belki de artık bana masal anlatacak kimsem kalmadığı için… Okumak benim için bir keşiftir. Sonra öykü yazmaya başladım.
Ama sonuçta yazar olmak disiplinli bir çalışmayı da beraberinde getiriyor.
Batman'da öğretmenliğe yeni başlamıştım. İlkbahardı. Köy okulunda çalışıyordum. Çocuklarla köye yakın bir vadide geziye gitmiştik. Aniden gök karardı, şimşekler çaktı ve yağmur yağdı. Öğrencilerimle bir mağaraya sığındık. Yağmurun durmasını bekledik. Arkadan suyun damlama sesi geliyordu. Yağmur durunca çocuklar mağaradan çıktı. Suyun sesini merak ettim ve mağaranın arkasına doğru yürüdüm. Islak tavandan su damlıyordu. Damlalar adeta kayanın içini oymuştu. Şok oldum. Çöküp damlanın inişini seyre daldım. O an orada bana bir şey oldu. Adeta başına elma düşen Newton gibi sabrı ve devamlılığı keşfettim. Yazmanın bir sabır olduğunu orada öğrendim.
Bunu algıladığınızda yaşınız kaçtı?
22 yaşındaydım. O gün bugündür sabırla çalışıp yazıyorum.
Algınız bence çok açık, o yaşta fark ettiyseniz…
Atinalılar Delphi’de Apollon Tapınağı'nın kapısına 'Kendini tanı' veya ‘Kendini bil’i boşuna yazmamışlar. Bence bir insanın en büyük yolculuğu kendini tanıması, kendini fark etmesi, kendini bilmesidir. Ben o mağarada sabretmeyi öğrendim. O günden sonra hemen hemen yıllardır sabah 6 gibi uyanırım. Sabah saatleri benim için kutsaldır. Sabah sessiz ve sakindir. Kuşların ötüşünü dinleyip günün aydınlanmasını izlerim. Sonra kahve ve çay eşliğinde bazen 8, bazen 10 saat çalışırım.
‘HALA ELLE YAZIYORUM’
Aklınıza ne gelirse mi yazıyorsunuz?
Ben elle yazıyorum. Birkaç kez bilgisayar denedim. Bir şeye bakayım derken bir daha metne döndüğümde artık çoktan oradan uzaklaşmıştım. Benim için yazmak büyük yalnızlık ister. Bazen yazdıklarımı değiştirir, bazen de yazdıklarımı bir daha yazarım. Eğer yazmazsam o arada kitap okuyorum. O şekilde bir ritmim oluştu.
Bazı yazarlar gece yarısı, bazıları sabah çok erken saatte çalıştıklarını söylüyorlar ama her gün düzenli disiplinli yazmayı tavsiye ediyorlar. Bir de akıllarına ne gelirse yazdıklarını söyleyenler var. Siz belli bir konu hakkında mı, yoksa çağrışımsal mı yazıyorsunuz?
Edebiyat benim için ciddi bir iştir. Hayatımın ta kendisidir. Onsuz bir hayatım yok. Benim için roman hiç bitmeyen bir katedralin inşası gibidir. Katedralin temelini yazar atar, daha sonra okurlar yazarın yarım bıraktığı katedralin yapımına devam ederler. Bir romanın yapımı ve yazımı yüz yıllarca sürer.
Her gün yazarım. Bazı günler çok verimli, bazı günler çok verimsiz geçer. Verimli geçmiyorsa, önceki yazdıklarımı okurum, düzeltirim. Yazma sürecine bir yere varmak olarak değil, bir yolculuk olarak yaklaşıyorum. O yüzden bunu zorunlu olarak yapmıyorum, kendimi keyifli hissetmek için yapıyorum. En zevk aldığım şey; okumak, okumak ve yazmaktır.
'YAZMAK HİÇ EMİN OLMAMAKTIR'
Peki kendinizden nasıl emin oluyorsunuz? Birinin burası iyi olmuş demesi ya da eleştirmesi gerekir. Bu konuda kime ya da kimlere güvenirsiniz?
Yazmak hiç emin olmamaktır. Bugüne kadar on kitap yazdım. Birçok karakter yarattım. Hikaye anlattım. Hiç emin olamadım. Metne hep tereddütle yaklaştım. Yazmaya her yeni başladığımda yine sıfırdan başlıyorum. Yazmanın öğrenilecek bir yanı yok. Yazmak ruhun azapta olmasıdır. Bazen çok muhteşem bir şey yazdım derim ertesi gün okuyunca kendime hakaret edip kahkahayla gülerim. Bir metinle ilgili en çok iç sezgilerime güvenirim. Beni hiç yanıltmayacak tek şey iç sezgilerimdir. Fakat tabii ki, belli zamanlarda çalıştığım, metnimi paylaştığım arkadaşlarım var. Özellikle son yıllarda Müslüm Yücel, Çağlayan Çevik ve Burcu Aktaş ile metinlerimi paylaşıyorum. Özellikle son iki romanımı Müslüm ve Çağlayan’la çok yoğun çalıştım. Yurt dışındaki yayınevlerinde icracı editörlük çok yaygın yani yazar daha fikir aşamasında editörüyle çalışmaya başlıyor. Bu Avrupa'da çok yaygın bir uygulama ama bizde yaygın değil. Çünkü ülkemizde editörlerin iş yükü fazla. Ben şanslıyım çünkü şimdi yazdığım romanı daha fikir aşamasındayken bana editörlük yapan Saadet Özen’le tartışarak çalıştım.
'KARAKTERLER ÜZERİNDEN SANATÇIYI YARGILAMAK SANATA HAKARETTİR'
Gelelim dava süreçlerine… ‘Rüyası Bölünenler’, 2014 yılında Doğan Kitap’tan çıkan bir kitap. Geçen yıl bu kitabınız için toplatma kararı çıkartıldı ve toplatıldı. Bu sene ise bambaşka bir dava konusuyla gündemdesiniz. Bu sefer neden bu kitabı yazdığınızın sorulacağını söylüyorsunuz. Peki siz bunları neye bağlıyorsunuz?
Bir yerde adaletsizlik varsa orada yaşayan herkes bir şekilde bu adaletsizlikten nasibini alır. Adaletsizlikten dolayı bugün ülkede yaşayan köpek de, ağaç da, dere de, orman da, kadın da, çocuk da, genç de, işçi de etkilenip zarar görüyor. Ben de bu adaletsizlikten bir yazar olarak nasibimi alıyorum. Bunca adaletsizlik varken bir yazar olarak etkilenmemem, zarar görmemem mümkün değil. Şunu da söylemek isterim. Bunca hukuksuzluğun karşısında açıkçası kendi davamdan bahsetmekten de çok utanıyorum. Uzun zaman da sessiz kaldım. Çünkü benim davam birçok insanın yaşadığı hukuksuzluğun yanında hiçtir. Maalesef şu an insanlar çok daha ağırını yaşıyor. Adalet bir ülkenin kalbidir. Şu an ülkenin kalbi durduğu için korkunç bir çürüme almış başını gidiyor.
Bir sanatçı ile siyasetçi arasındaki en büyük fark: Siyasetçi yargılar, sanatçı ise daima anlamaya çalışır. Bu davada beni en çok üzen ve ilk duyduğumdan beri anlamaya çalıştığım, büyük şubat depreminin ikinci gününün gecesinde ‘Rüyası Bölünenler’ romanımı CİMER’e şikayet eden insanın ruh dünyasıdır. O gün binlerce insan enkaz altındaydı. Çaresizlik içindeydik. Ve utanarak evimizde ekran başında bekliyorduk. İnsan sıcak bir yerde olduğundan, yaşadığından utanıyordu. Oysa bütün bu korkunç olayları yaşarken 7 Şubat gecesi birisi hiç üşenmeyip ‘terör propagandası yapıyor’ diyerek ‘Rüyası Bölünenler’le ilgili CİMER’e ihbarda bulunuyordu. Yani ben o günlerde evde oturmaktan, yemek yemekten, konuşmaktan bile utanırken oradaki insanlar enkaz altındayken, biri romanımı CİMER'e ihbar edebiliyordu. Davanın sonucunu değil benim romanımı ihbar eden o insanın ruh halini merak ediyorum.
7. Sulh Ceza Mahkemesi de bu ihbar üzerinden kitaba toplatma kararı verdi ve gerçekten toplatılıp yasaklandı. Şimdi geldiğimiz nokta daha da dramatik; ilk baskısı 10 yıl önce çıkmış kitapla ilgili İstanbul Cumhuriyet Savcılığı bir soruşturma başlattı ve bunu davaya dönüştürdü, şimdi de 18 Eylül'de saat 09.30'da Çağlayan Adliyesi'nde duruşması olacak.
Şimdi şöyle bir durum var; bir roman kahramanının söylediklerinden, yaptıklarından dolayı yazarını yargılarsak, o zaman Raskolnikov’dan dolayı Dostoyevski'yi katil olarak yargılamamız lazım! O zaman bütün roman yazarlarını, kahramanlarının cümleleri ve eylemleri üzerinden yargılayabiliriz. Oysa şunu bilmeliyiz; yazar ve karakter arasında bir sözleşme var. Karakter, yazarların elindeki birer kukla değillerdir. Karakter canlıdır ve kendi hayatını tayin eder. Yaratıcı olan yazar sadece onun yazmanıdır. Karakterler ve onların sözleri üzerinden sanatçıyı yargılamak sanata hakarettir.
‘Rüyası Bölünenler’in davasında yaptığınız savunmada, "Kitap kahramanlarına tutuklama kararı çıkarıp, hapse mi atacaksınız? Gücünüz yetiyorsa buyurun roman kahramanlarını hapse atın" demişsiniz. Bir yazara bu kitabı niye yazdın, bu karakteri niye işledin denilebilir mi?
Mahkeme roman kahramanlarımı tutuklayıp hapse atamadı. Dünyanın bütün polisleri ve istihbaratı da birleşse ve çalışsa roman kahramanlarını tutuklayamazlar. Mahkeme şimdi şöyle mi düşünüyor; "Yazarını rehin alalım, belki geri gelirler" ama onların geri geleceğini sanmıyorum. Çünkü ben artık yazdığım roman kahramanlarının umurunda değilim. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Bir de onlar sınırları, dilleri çoktan aştılar. ‘Rüyası Bölünenler’ şu anda birçok dile çevriliyor.
‘TEHLİKELİ NOKTA OTOSANSÜRÜN ÖNÜNÜN AÇILMASI’
Yurtdışı basınına da baktığımda kitaplarınız birçok dilde yayınlandığı için buradaki haberleri de takip edip, size destek açıklamaları yapıldığını, yargılanmanızın oralarda da gündem olduğunu görüyorum.
Bir suçlunun en büyük düşmanı ve rakibi vicdandır. Sanatçı yaşadığı çağın, toplumun, halkın hem vicdanı hem de hafızasıdır. Nasıl bir suçlu işlediği ve işleyeceği suçlardan dolayı vicdanını susturmak, bastırmak, ezmek ve yok etmek istiyorsa iktidarlar da onları rahatsız eden uykularını kaçıran toplumun vicdanı olan sanatçıları bastırıp seslerini kısmak isterler. Bu her zaman böyleydi ve böyle de devam edecek.
Bu davaların bana açılması çok da mühim değildir. Çünkü devlet bana açılan bu davalar üzerinden diğer yazarlara da parmak sallıyor ve tehdit ediyor. Vicdanını susturmak istiyor. Yaşadığı çağın vicdanı olan sanatçının öldüğü gün kendine otosansür uyguladığı gündür. Benim korkum mahkemelerden ceza almak ya da hapse düşmek değil. Benim korkum otosansürün bu ülkede olağan hale gelmesi. Tehlikeli nokta burasıdır. Bir yazarın ne yazacağını kimse belirleyemez, nasıl yazacağına kimse karar veremez.
Bu davaya karşı hem yurtiçinde hem de yurtdışında büyük bir tepki var. Eski yayınevim Doğan Kitap, şu anki yayınevim Everest Yayınları, Yayıncılar Birliği ve diğer kurumlar her zaman yanımda durdular. Yanımda durdular dediğim sanatın ve ifade özgürlüğünün yanında durdular. Varlık nedeni ifade özgürlüğü olan Uluslararası PEN de başından beri davamı takip ediyor.
Sizin şu anda kaç davanız var? ‘Rüyası Bölünenler’in toplatılması Anayasa Mahkemesi’ndeydi, şimdi bir dava daha açıldı. Başka davalarınız da var mı?
Uzun bir zamandır mahkemelerle boğuşuyorum. Şu ana kadar olan olayları ve davaları art arda sıralayacak olursam…
2018 yılında, 'Peygamberin Endişesi' adlı romanım yayımlandığında, Akit gazetesi hakkımda iki kapsamlı haber yayınladı ve beni hedef gösterdi. İlk haberi din üzerinden yaptı. Başlık "Sözde yazardan skandal kitap"tı. Akit Gazetesi, daha sonra hızını almayıp bu sefer de kimlik üzerinden beni hedef gösterdi. Bu haberlerin ve hedef gösterilmenin ardından İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, 2011 ve 2012 yıllarında paylaştığım sıradan tweet’lerden dolayı bana dava açtı. İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandım. Üç duruşmadan sonra mahkeme bana 1 yıl 6 ay 20 gün hapis cezası verdi. Mahkemenin kararına itiraz edip dosyayı İstanbul İstinaf Mahkemesi’ne taşıdık. Maalesef İstanbul İstinaf Mahkemesi de bu kararı onayladı. Bu sefer temyiz için Yargıtay’a başvurdum. Dosyam, şu an Yargıtay’da.
Daha sonra İstanbul 7. Sulh Ceza Mahkemesi, Şubat 2022'de ifademi bile almadan ilk olarak 2014 yılında Doğan Kitap Yayınevi’nden yayınlanan ‘Rüyası Bölünenler’ romanımı yasaklayıp toplattı. Mahkemenin kararına karşı bir üst mahkeme olan İstanbul 8. Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz ettim ancak itirazım reddedildi. ‘Rüyası Bölünenler’ şu anda yasaklı. Mahkemenin bu kararına karşı bireysel başvuruyla Anayasa Mahkemesi'ne itiraz ettim. Bu dosyam da Anayasa Mahkemesi’nde bekliyor.
Ve son olarak İstanbul Cumhuriyet Savcısı, mayıs ayında 2014 yılında yayınlanan 'Rüyası Bölünenler’i yazdığım için bana yeni bir dava açtı. Davanın konusu: ‘Bu romanı neden yazdın?’ İlk duruşması da 18 Eylül’de Çağlayan Adliyesi’nde, 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde olacak.
Peki Akit’in haberleriyle ilgili düzeltme ya da cevap hakkı kullandınız mı?
Hayır, çünkü Yeni Akit’in nasıl bir gazete olduğunu biliyorum. Onu neden dikkate alıp cevap vereyim ki?
‘ENDİŞELİ YA DA KARAMSAR DEĞİLİM’
Peki üzülüyor musunuz, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Endişeli misiniz?
Karanlık, her zaman aydınlığa yenilmeye mahkumdur. Belki şimdi aydınlık geri çekilmiştir ama döndüğünde, karanlık güneş gören kar gibi eriyip gidecek. Ben endişeli ve karamsar biri değilim. Çünkü insana inanıyorum. 18 Eylül sabahı bir söyleşiye gider gibi Çağlayan Adliyesi 23. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gideceğim. Mahkemede romanımı savunmak için değil bu romanı neden yazdığımı anlatmak için gideceğim. İster mahkeme salonu olsun, ister kültür merkezi, ister edebiyat evi, ister kitap fuarı benim için her yer bir söyleşi ve edebiyat alanıdır.
Peki siz bütün bu yaşadıklarınızı neye bağlıyorsunuz?
Ülkedeki adaletsizliğe bağlıyorum. Bu ülkede yaşayan biri olarak ben de bu adaletsizlikten payımı alıyorum. Neden ben diye üzerinde hiç düşünmedim. Ben olmazsam başka bir arkadaşım olurdu ve oluyor da… Şu an düşüncelerinden dolayı yüzlerce insan zaten cezaevinde. Yıllardır hapis yatanlar var. Sürgün yaşayanlar var. Otuz yıldır haksız şekilde cezaevinde yatan İlhan Sami Çomak var. Edebiyat tarihimiz yargılanan, cezaevinde yatan, sürgün yaşayan büyük yazarlarla dolu. Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Orhan Pamuk, Ahmed Arif, Orhan Kemal…
Edebiyat dünyasından da büyük destek görüyorsunuz. Yazar arkadaşlarınız, yayıncılar hep sizin davanızla ilgili paylaşımlar yapıyorlar… Türkiye Yayıncılar Birliği de bu yıl Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü'nü size verdi…
Öncelikle insanların yanımda olduğunu bilmek bana güç veriyor. İlk duruşmadan beri Türkiye Yayıncılar Birliği üyelerinin desteğini hep gördüm, başkan Kenan Bey (Kocatürk) birçok duruşmaya geldi, ne yapabiliriz diye dirsek temasında bulunduk. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin ifade özgürlüğü ödülünü almak benim için bir onurdur. Daha önce bu ödülü alan çok sevdiğim yazarlar arasında Yaşar Kemal, Mehmed Uzun, Aslı Erdoğan, Herkül Milas, Enis Batur da var. En büyük temennim önümüzdeki yıllarda Türkiye’de bu ödülü alacak kimse olmamasıdır. Bu yıl bu ödülü verecek bir yazarımız ve yayınevimiz yok denmesini çok arzu ederim.