Yavuz Erten: Dünya uzunları yakmış gözümüzü alıyor!
Çevremizdeki dünyanın etkisi bazen o kadar somutlaştırıcı, o kadar körleştirici oluyor ki kendi öznel huzursuzluklarımızı, çatışmalarımızı bile duyamıyoruz ya da onları çevremizdeki dünyanın o abartılı sesleri ve görüntülerine bağlayıp, sebepleri ve çözümleri orada arıyoruz. Bir benzetme yapmak gerekirse, çevremizdeki dünya kara yolunda gece seyahat ederken, karşıdan gelen uzun farlarını yakmış bir araba gibi gözümüzü alıyor.
Bu hız çağında her türlü bilgiye bu kadar kolay
ulaşılabiliyorken kendi içimizdeki bilgilerden ne kadar haberdarız?
Dünyaya temas ettiğimiz kadar kendimize temas ediyor muyuz?
Bireysel ve toplumsal kaderimizi değiştirme konusunda psikanaliz
nerede duruyor?
Bu ayki söyleşide Türkiye’nin çok kıymetli ve üretken
psikanalistlerinden Yavuz Erten’le bilgelik, psikanaliz, kendi
başınalık, ötekiyle ilişkiler gibi önemli konular değindik.
Seçim öncesinin hengamesinde kendimize dönmek, biraz durup
soluklanmak hepimize iyi gelecektir.
Son yıllarda malumunuz bilgiye çok çabuk ulaşabiliyoruz.
Çoğu kişide bilge olma, sözünü dinletme arzusu çok yoğunken ne
yazık ki bu bilgiler içselleştirilemiyor ve bilgi oburluğuna
dönüşüyor. Yani çok fazla dışarı odaklı bir hâl var. Oysa bilge
oluş bana çoğu zaman içerideki bilgilere temas etmek gibi de gelir.
Siz buna dair neler düşünürsünüz?
Evet, doğrusu bugünün dünyasında ne iletişim ne bilgi üretme ne
propaganda ne pazarlama ve satış için şartlandırma ne sosyal ve
siyasi manipülasyon belli değil. Her şey birbirine karışmış
vaziyette.
Öte yandan, bu "Cesur Yeni Dünya" hallerinden sızlanmayı
bırakarak yanıt verirsem, entelekte dayalı bilgi üretme ve bu
bilgiyi edinme süreçlerinin önem ve değerine inanmakla birlikte
psikanalist tarafım menzili bilgelik olan bilgi edinme sürecinin
muhakkak insanın kendini araştırarak dünyayı öğrenmesi yolundan
geçtiğini söylüyor. Kendini bilenin dünyayı daha iyi anlayacağını,
açıklayacağını ve bilgeleşeceğini düşünüyorum.
Yaşadığımız çağ insanın kendini araştırmasına, kendiyle
kalmasına pek müsaade etmiyor gibi geliyor bana. Her şey çok hızlı,
çok değişken ve bir o kadar da gürültülü... Boşluklara,
sessizliklere tahammülümüz çok az... Kendimizle temas kurabilmek
gitgide zorlaşıyor mu dersiniz?
Evet böyle bir zorlukla karşı karşıyayız. Tam da bu zorluğun
karşında bir varoluş bence psikanaliz sürecini yaşamak. Psikanaliz
süreci insanın tüm bu telaşın ortasında durup kendi içine
dönebildiği, kendisini duymayı başarabildiği bir alan, zaman ve
deneyim sağlıyor. Söylediklerim tabii ki insanın öznel dünyasının
sessiz ve huzur içinde bir yer olduğu anlamına gelmiyor. Ancak
çevremizdeki dünyanın etkisi bazen o kadar somutlaştırıcı, o kadar
körleştirici oluyor ki kendi öznel huzursuzluklarımızı,
çatışmalarımızı bile duyamıyoruz ya da onları çevremizdeki dünyanın
o abartılı sesleri ve görüntülerine bağlayıp, sebepleri ve
çözümleri orada arıyoruz. Bir benzetme yapmak gerekirse,
çevremizdeki dünya kara yolunda gece seyahat ederken, karşıdan
gelen uzun farlarını yakmış bir araba gibi gözümüzü alıyor. Görüş
alanımızı körleştiriyor.
'PSİKANALİZ ÖTEKİYLE YOĞUN İLİŞKİ İÇERİR'
"Psikanaliz süreci insanın tüm bu telaşın ortasında
durup kendi içine dönebildiği, kendisini duymayı başarabildiği bir
alan" cümleniz zihnimde şöyle bir soru uyandırdı; Psikanaliz,
tasavvufun ya da taoculuğun tekâmül için ihtiyaç duyduğu inzivanın
çağdaş yaşamdaki karşılığı olabilir mi?
İnziva ve psikanalizi bir arada düşünmekte zorlanıyorum.
Psikanaliz süreci kesinlikle bir ötekiyle çok yoğun bir ilişkiyi
içeriyor. Ancak bu ilişki başka hiçbir ilişkiye benzemeyen kendine
has bir niteliğe sahip. Evet, psikanaliz sahiden bir tür yalnızlığı
kullanıyor ama bu yalnızlık birisiyle beraberken yaşanabilen bir
kendi başınalık deneyimi.
Analistiyle beraberken bu kendi başınalığı yaşayan ve bu
deneyimi içselleştiren analizan (analizden geçen kişi) artık
analizi bittikten sonra da bu “öteki’ne konuşurken kendini duyma
deneyimi”ni yaşamaya devam eder. Bu durum psikanaliz sürecinin
sonradanlığının (apres-coup) önemli bir özelliğidir.
Psikanalizin sonradanlığı derken şunu mu kast
ediyorsunuz? Kişi "iyi nesne" olarak terapistini içselleştiriyor.
Önce onun varlığında kendisini duyuyor sonrasında ona ihtiyaç
duymuyor çünkü o süreci içselleştirmiş oluyor. Yani analiz
sayesinde kendisini yeniden inşa ediyor, üstelik bu sefer ruhsal
çimentosuna önemli işlevleri katarak. Bunların en başında da
kendini duyma hali var.
Evet tam olarak söylediğim bu.
Tabii ki her bir analizan kendi yapısına göre bir içselleştirme
deneyimliyor. Bu asla bir imitasyon, “kopyala-kes-yapıştır” değil.
Eğer öyle olsaydı bunun gerçek bir öz bilgi, içgörü değil, taklit
olduğunu söylerdik.
Peki bu kendi başınalığı deneyimlemenin ve kendini
hakkıyla duyabilmenin psikanaliz dışında da başka mecraları
olduğunu düşünüyor musunuz? Mesela sanat, edebiyat, seyahat
vs...
Bunlar da bilgeleşmenin araçlarından mıdır
sizce?
Tabii tek bir yol olduğunu düşünmek bana doğru gelmiyor ancak bu
yollara eşlik eden kişiye özel-bir “yorumsamacılık” (hermeneutic)
bu yollardaki ilerlemeyi ve incelmeyi bir anlam çerçevesine
taşıyacaktır.
Bununla neyi kastediyorum? Bir ressamı ele alalım: Söylemek
istediğim resim yapıp sonra bu üretimi entelektüel olarak irdelemek
değil. Özellikle sergilerin tanıtım kitaplarında veya sanat
eserinin sergilendiği yerin yan duvarında bazen bu tür aşırı can
sıkıcı metinlere rastlarız ya. Dünya kadar öz Türkçe kelimeyle
yazılmış içinden çıkılamayan cümleler vardır… (Halbuki bazen bir
köşesi kırık bir oyuncak; bazen polaroidle çekilmiş ve yarı solmuş
bir fotoğraf ya da yarım kalmış ve gönderilmemiş bir mektup o
entelektüel bombardımandan daha fazlasını söyleyebilir).
Ben sanatsal üretim gibi kökleri öznel dünyanın derinlerine
uzanan bir çabanın o öznelliğin içinde başka yankıları, gölgeleri,
dokunuşları olduğunu düşünüyorum. Ressam o eseri yaparken öznel
dünyasında nelerle uğraştığına, evinin hangi köşesinde
oyalandığına, bağlandığı insanlarla neler yaptığına dikkat sarf
ederse o resme eşlik eden bir iç konuşmanın fısıltılarını
duyar.
O iç konuşmanın fısıltılarını duyabildiğimizde
bilinçdışımızla da bağlantı kurmuş oluruz değil mi? Bu bağlantı da
bizi kendi hakikatimize doğru götürür. Peki kendi
hakikatimizle temas kurmak, bize dünyanın acısıyla baş etmemizde
nasıl bir katkı sağlar?
Bu, dünyayla ilişkimizde ya da kendimizle ilişkimizde çektiğimiz
acıların bizim öznesi olduğumuz ıstıraba dönüşmesi sürecidir.
Psikanaliz bize ıstırabımızı hikaye edebilmeyi, ifade edebilmeyi ve
sahiplenmeyi öğretir. Adı konulmamış ve öznel hikayelerimize
yerleştiremediğimiz acılar çoğunlukla Wilfred Bion’un (2017)
kavramıyla ifade edersek, “isimsiz dehşetler”dir.
“İsimsiz dehşetler”le kastettiğiniz şeyi ve bunun
ruhsallığımıza etkisini biraz açıklayabilir misiniz?
İsimsiz dehşetler aklımızın üstüne düşünemediği, bir isim
koyamadığı, hikayemizin içine yerleştiremediği acılardır. Onlar
sadece kendisidirler, mevcutturlar, temsil edilemezler. Yani
“presentation”dırlar veya daha doğrusu Fransızca ifade edersek
“présence” (mevcudiyet) ama “representation” (temsil) değildirler.
Ruhsal simgeselliğimizde yırtıklar veya boşluklardır.
Onlar yaşanırlar, karşı tarafa yaşatılırlar ancak üstüne
düşünülemezler.
Analist veya terapist bu acının kendisine yansıtılan hali
üzerine düşünmeyi başarıp bunu analizanına da yaptırabildiği zaman
analizanın ruhsal dünyasında daha önce olmayan bir şey inşa olmaya
başlar.
Bu topraklarda yaşam hem bireysel hem toplumsal ruhsallıkta
isimsiz dehşetlerin, adı konulamayan acıların sayısız örneğiyle
doludur.
Bunların çoğu simgesel sistemin dışındaki hayaletler olarak
kuşaktan kuşağa aktarılırlar. Maalesef bu lanetli bir mirastır.
.
BU TOPRAKLARDAN BİZE AKTARILAN 'LANETLİ
MİRAS'
Toplumsal olarak hemen her dönemde maruz kaldığımız
(belki de bizzat bizim ürettiğimiz) despotik iktidarların
egemenliğini sürdürmesinde bahsettiğiniz isimsiz dehşetlerin etkisi
olduğunu düşünüyor musunuz?
Tabii kesinlikle bu etkinin yaşamakta olduğumuz deneyimlerin
sebebi olduğunu düşünüyorum. Aktörler değişiyor, ancak ilişki
kipleri ve ortaya çıkan sonuçlar fazla değişmiyor. Belki bazen eski
kurbanların yeni zalimler olması gibi rol değişimleri olabilir
ancak şiddet tüm sonuçlarıyla devam ediyor. Bunun üstesinden gelmek
ancak ve ancak toplumsal ve bireysel düzeyde kendimizle
yüzleşmekten geçiyor.
Psikanalize göre aslında geleceğimiz değil, geçmişimiz
kaderimizi oluşturuyor. Psikoterapi/psikanaliz sayesinde bireysel
kaderimiz biçim değiştirebiliyor. Peki ya toplumsal kaderimiz? Bu
topraklarda bize aktarılan “lanetli miras”, İbni Haldun’un
“coğrafya kaderdir” sözünü çağrıştırdı bana. Toplumsal kaderimizin
değiştirilmesi hangi araçlarla mümkün olabilir?
Hem özel bir teknik ve o tekniğin temelindeki kuram olarak
psikanalizin hem de psikanalitik çözümlemeye benzer metodolojileri
kullanan (yani görünenin arkasındaki görünmeyene ulaşmayı
hedefleyen) diğer yorumsamacı disiplinlerin örneğin sosyolojinin,
antropolojinin, kültürel araştırmaların, edebiyat incelemelerinin,
karşılaştırmalı metin analizlerinin, her türlü kalitatif araştırma
etkinliklerinin araç olabileceğini düşünüyorum. Tabii bu
saydıklarımın önemli kısmı kolektif zihniyetin araştırılması ve
çözümlenmesi etkinlikleri. Bireysel düzeyde önerim tek: Kişisel
analizden geçmek; divana yatmak. Aslında bu çalışmanın kapsamı ve
etkisi tabii ki hiçbir zaman sadece kişisel düzeyde
kalmayacaktır.
Her bir bireysel analitik yolculuğun sağladığı aydınlanma,
toplumsal zihniyetin atmosferinde ışıldamaya başlayan bir yıldız
gibidir. Hatta bu yıldızların bir kısmı kuzey yıldızı gibi topluluk
zihniyetine yön göstericiler haline de gelirler.
Yavuz Erten Kimdir?
Eğitim ve süpervizyon analisti ve klinik psikolog.
Uluslararası Psikanaliz Birliği (IPA) ve Psike İstanbul üyesidir.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yarı-zamanlı öğretim
üyesidir.
Psike İstanbul (İstanbul Psikanaliz Eğitim, Araştırma ve
Geliştirme Derneği) kurucu üyesi ve hâlihazırda Yönetim Kurulu
Başkanıdır. Erten’in psikanaliz üzerine yazılarından oluşan
Karanlık Odadaki Suretler (2010) başlıklı bir kitabı vardır.
Psikanalizden Dinamik Psikoterapilere (1999) kitabının Cahit Ardalı
ile birlikte, yazarıdır. Psikanalizin Öteki Yüzü: Heinz Kohut
(2003) ve Bilim ve Felsefe Açısından Ruhsallık Bilgileri (2006)
kitaplarının editörlerindendir. Suret dergisinin yayın kurulu
üyesidir. Çeşitli dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesi
bulunmaktadır.