Yayıncılık faaliyeti içinde yaratılan feminist anlar
Yayıncılığın farklı alanlarının, feminizmler tarihinde önemli bir yeri var çünkü kadınlar için sözlerini söyleyebilecek dergi, mecmua, bülten her dönemde önemli bir direniş aracına dönüşmüş.
Feminist tarih yazımı bize, bu coğrafyada feminizmden bahsederken yüz yıla sığmayacak bir perspektifle düşünmeyi getirdi. Bir dönemin herhangi bir zamanından söz ederken, tarih yazımının yönünün geçmişe dönüklüğünün önemini böylece bir kere daha hatırladık çünkü geleneği göz ardı etmek, tarihi özcü bir “ilkler” anlatısına dönüştürmek anlamına gelebiliyor.
Bu açıdan Türkiye feminizmler tarihine baktığımızda, Zihnioğlu’na göre; “Birinci Dalga Cumhuriyetçi feminizmin temelleri Erken Dönemin ‘kadınlık mefkûresi’ ve II. Meşrutiyet feminizmine dayalıdır. Osmanlı toplumunda, kadınlık mefkûresinin savunucularının öncülüğünde, Erken Dönem (1868-1908) Osmanlı-İslam hareket-i nisvanının ivme kazandırdığı kadın uyanışı ve hareketlenmesi güçlü bir akım halini aldı” (2016: 22). Zihnioğlu’nun “Erken Dönem” olarak adlandırdığı süreç ona göre harekete katılanların; “kadınlığın gücünü kanıtladıkları yarım yüzyıllık bir evreydi” ve “kadınların kurtuluş mücadelesi yeni kuşak kadınların katılımıyla II. Meşrutiyet (1908-1918) ve Milli Müdafaa (1918-1922) dönemlerinde yükselerek sürdü” (2016: 22).
Cumhuriyet dönemi feminizminin başlangıcı böyle bir mirasın taşıyıcısı olarak varlık gösterdi. Bu “varlık” yine Türkiyeli feministlerin çabalarıyla, resmi tarih yazımının yapısını bozan başka bir tarih yazımıyla ancak ortaya çıkabildi. Resmi tarih yazımı, Cumhuriyet döneminde kadınlara yönelik yapılan reformları, “kadınlar mücadele etmedi”, “kadınlara haklarını biz verdik” (Zihnioğlu, 2016: 23) algısını yerleştiren bir zeminde kurgularken, dönemin mücadele eden kadınları görünmezleştirildi veya unutuşa bırakıldı. Oysa feminist görüşleri ve eylemciliğiyle tanınan Nezihe Muhiddin öncülüğünde siyasal ve toplumsal haklara kavuşmak isteyen kadınlar vardı, onlar geleneklerinde olan hakları için mücadeleyi bu dönemde de vermek zorunda kaldılar.
Sonuç olarak, her ne kadar direnerek haklarını alan kadın hareketi geleneği yok sayılmaya çalışılsa da feminist tarih yazımı kapatılmış sayfalardan sızan, kadınların ışıklı mirasını bugüne taşıdı. Bu nedenle tarih yazma biçimlerinde, yaşananlara “ezilenler geleneği” içinden bakmak, resmi anlatıları sorgulamak, “mikrotarih” anlarını açığa çıkarmak her dönemde önemini koruyor. (1)
YAYINCILIK VE FEMİNİZM İŞBİRLİĞİ
Türkiye’de feminizmler tarihi çok geniş bir zamana yayılıyor ve içerisinde farklı devrimci anlar barındırıyor. Feminist literatürün gittikçe arttığını ve bu tarihin günden güne güçlendirildiğini ve çoğullaştırıldığını söylemek gerekir. Ayrıca vurgulamalıyız ki yayıncılığın farklı alanlarının, feminizmler tarihinde önemli bir yeri var çünkü kadınlar için sözlerini söyleyebilecek dergi, mecmua, bülten her dönemde önemli bir direniş aracına dönüşmüş. Bunun tarihini de yine Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden şimdiye kadar uzanan bir geçmişe yaslamak sanırım hata olmaz. Bu nedenle coğrafyamızda feminizm açısından yayıncılığın tarihsel olarak önemli anlar yaratmada işlevsel olduğunu söyleyebiliriz.
Yazıda bahsedeceğim, 1980’li yıllarda da yayıncılık faaliyeti işlevsel bir anlam kazanıyor ve kadınlar çeviri, dergicilik, yayınevi gibi alanlarda feminist politikaları geliştirme imkânı buluyorlar ve pek çok açıdan tarihsel bir başlangıç yaratmayı başarıyorlar. Bunun örneği olarak ele alacağım, “Çeviri Grubu” ve “Somut 4. Sayfa”, Türkiye’de feminizmler tarihinde önemli bir yere sahip çünkü bu iki deneyim dönem feminizminin geniş bir çevrede tartışılmasında hatırı sayılır bir rol oynuyor.
Türkiye’de 80’li yıllar feminizm tartışmalarında, 70’li yıllarda sol yapılar içinde yer almış kadınların bu süreçteki tecrübeleri etkili olur. Bu dönemde, “sol içindeki kadın örgütlenmeleri, başından itibaren ‘bölücülük’, ‘ayrımcılık’ zannı altında kalmış, kendileri de katiyen feminist olmadıklarını vurgulama gereği duymuşlardı” (Bora, 2017: 773). Feminizme yönelik bu tutum nedeniyle 70’li yıllar, kadınlara siyasete katılım imkânı sağlamış gibi görünse de onlara, kendi başlarına politik öznellik geliştirebilecekleri alanı çoğunlukla yaratamamıştır. 1960’lı ve 70’li yıllar aynı zamanda feminist hareketin “ikinci dalga” dönemine denk gelir. Türkiye’de bu dönemin “özel olan politiktir” söylemi, Tanıl Bora’nın da tespit ettiği gibi edebiyat aracılığıyla kendine yer bulur (2017: 774-775). Özellikle, aile ve anneliğin sorgulanması, toplumsal baskı ve gözetim, cinsellik, kadının özne olarak varlığı, özel alanın görünmez tahakkümü, cinsellik gibi konular bu metinler aracılığıyla düşünce ortamına sızar. Bir kimlik olarak kadının varlığının sorgulanması, feminizmin bağımsız ideolojik bir imkân olarak tartışılması 1980’li yılların politik ortamında belirginleşir.
'ÇEVİRİ GRUBU', ORTAYA ÇIKIŞ VE EKİP OLMA
Geleneksel tarih yazımı çoğunlukla yukarının dili ve imgesiyle yazılan, ardı sıra birbirine eklenen anlatılar ve olaylar zinciri olarak karşımıza çıkar. Ancak tarihin bir de yatay hattı vardır ki bu bize “anlatılar ve olaylar” zincirindeki sapma ve kopmaları, görebileceğimiz bir alan açar. Bana kalırsa, “Çeviri Grubu” ve “Somut 4. Sayfa” deneyimi, bu kolektifler içinde yer alan kadınların, 70’li yıllarda edindikleri tecrübelerle, içerisinde yer aldıkları sol yapılardan kopma ve sapmalarının nedenlerini de görebildiğimiz bir yan taşıyor. Çünkü bu dönemin sol yapıları meseleyi “kadın sorunu” olarak kodlasa da daha önce söz ettiğimiz gibi kadınlara kendi politikalarını yapma ortamı oluşturamazlar. Bu durum sol yapılar içinden gelen kadınları, feminist politikanın imkânlarını daha geniş çerçevede, gündelik yaşamda ve özel hayatta sorgulamaya iter. Bu konudaki düşünme-tartışma süreci, “Çeviri Grubu” ve “Somut 4. Sayfa” örneğinde karşımıza çıktığı gibi, dönemin tarihi içinde başka bir tarihi yani yatay bir hattan “karşı” bir feminist tarih yazımını getirir ve Türkiyeli feministlerin tarihsel mirasına eklenir. Özellikle “Çeviri Grubu” içinde yürütülen tartışmalara baktığımızda bunu görebiliyoruz. Grupta yer alan kadınlar belki de başta çok farkında olmadan kendi dönemlerinin feminist tarih patikasını açarlar, sonradan genişleyerek uzun bir yola dönüşecek bir patikadır bu.
Burada öncelikle ele alacağımız “Çeviri Grubu”nun ortaya çıkış hikâyesi Esen Özdemir tarafından şöyle anlatılıyor: “YAZKO’nun başındaki Mustafa Kemal Ağaoğlu’nun, 1 Aralık 1981’de Şirin Tekeli’ye bir kadın dizisi hazırlaması için iş teklif etmesiyle ‘küçük grubun’(2) oluşum süreci başlamıştır. YAZKO’nun bu kararı almasının ardındaki isimlerden biri Stella Ovadia’dır. Ovadia, Ağaoğlu ile kişisel olarak tanışmaktadır ve sık sık kadın haklarıyla ile ilgili bir şeyler yapılması gerektiği konusundaki fikirlerini Ağaoğlu ile paylaşmaktadır. Bunun üzerine Ağaoğlu, Ovadia’ya bir kadın dizisi hazırlamasını önerir. Ancak Ovadia bunu kabul etmemiş, bu teklifi Şirin Tekeli’ye götürmesini önermiştir” (2020:16-17).
Tekeli’nin öneriyi kabul etmesi ve sonrasında başka kadınların da işe dâhil olması feminizm tartışmalarının yapılabildiği bir alanın açılmasını sağlar. O dönem feminizmi sözünü ettiğimiz gibi, 70’li yılların etkisinin hâlâ yoğun olduğu, kadınların neden feminizm sorusunun cevabını sıklıkla anlatmak zorunda kaldığı bir dönemdir. Böyle bir dönemde sözünü güçlendirecek metinler ortaya çıkarma şansı bulunması kıymetlidir.
Tekeli bunun sonucunda, “Kadın Dizisi Hakkında Notlar ve Program Taslağı” başlıklı bir rapor sunar (Özdemir, 2020: 18). Bu raporda feminizmin bir ideoloji olarak tanıtılması öne çıkar. Tekeli’ye göre “bu çok boyutlu bir iştir” ve bu nedenle “tüm bu faaliyetler ancak ‘kadın sorunu’na farklı perspektiften yaklaşabilen ‘demokratikliği ilke edinmiş’ bir ekip tarafından gerçekleştirilebilirdi” (akt. Özdemir, 2020: 18). Böyle bir durumda ekip fikri önemlidir çünkü sonrasında bahsedeceğimiz gibi, burada oluşan grup, yürüttükleri tartışmalarla Türkiye feminizmlerinin örgütlenme pratiği konusunda yol açıcı bir rol oynar. “Çeviri Grubu”: “ Feraye Tınç, Gülnur Savran, Günseli İnal, Şirin Tekeli, Şule Torun ve Yaprak Zihnioğlu’ndan” oluşur (Özdemir, 2020: 20). Grubun amacı başlangıçta başka coğrafyalardan feminist metinleri Türkçeye kazandırmak gibi görünür ancak bu grup, kendi “kadınlık durumları”nı sorgulayarak farkında bile olmadan bir “bilinç yükseltme”(3) grubuna dönüşür. Çünkü çevrilecek metinlerde kullanılacak dil önemlidir ve bu dil arayışı, feminist bir dil arayışına dönüşür. Çoğu sol gelenekten gelen bu gruptaki kadınlar için süreç aynı zamanda Marksizm’le yüzleşmeye de dönüşmüştür ki sanırım bunda geldikleri yapılar içindeki deneyimleri etkili olmuştur. Tekeli’ye göre, “Marksizm ile hesaplaşarak yavaş yavaş feminist olmuşlardır” (akt. Özdemir, 2020: 21). Ancak Özdemir’in bahsettiği gibi, Gülnur Savran, “feministleşme sürecinde Marksizmin ve feminizmin nasıl bir araya gelebileceğine dair bir arayış” içindedir (2020: 21). Bu tartışmanın sonrasında, hem grup içinde hem de Türkiye feminizmler tarihinde farklı şekillerde gündeme geldiğini söyleyebiliriz.
FEMİNİST 'BİZ' OLUŞ
“Çeviri grubu”, feminist bir “küçük gruba” dönüşerek çalışmalarını sürdürürken, 14 Ocak 1982 tarihinde Şirin Tekeli YAZKO’ya ikinci bir rapor sunar. Tekeli tarafından yazılan rapor, “grubun bir ay içinde yaptığı toplam yirmi saat kadar süren toplantılarda olgunlaşan ortak fikirleri içermekte ve raporda ‘biz feministler’ diyen kolektif bir dil öne çıkmaktadır” (Zihnioğlu’dan akt. Özdemir, 2020: 21). Buradaki biz dili önemlidir çünkü Sara Ahmed’in ifadesiyle: “Feminist tarihler, biz olmanın zorunluluğunun tarihidir; feminist bir kolektifin parçası olmak için savaşmak zorunda kalmış olanların tarihi…” (2018: 13). Biz olmak bir kimlik sahibi olarak kolektife katılmak, birlikte hareket etmek, dönüşmek ve tanınma mücadelesi vermek anlamına gelir. Grubun çalışmaları bu açıdan da bana kalırsa feminizmler tarihi içinde önemli bir ânı temsil ediyor çünkü bu dönem aynı zamanda “batıdan kopyalanmış, küçük burjuva ideolojisi” şeklinde damgalanan feminizmin tanınma mücadelesi verdiği bir zamana denk geliyor.
YAZKO’ya verilen raporda “kadın dizisi” çıkarma amacıyla çıkılan yolda kurulan şu cümleler de önemli fikrimce, “ayrı bir dizi oluşturmanın gerekçesi, kadınların sorunlarına kadıncı, feminist bir açıdan eğilme, sorunları deşme, sorunlar konusunda bilinçlendirme ve sorunların aşılabilmesi için bir hareket oluşturma hedefidir” (Zihnioğlu’dan akt. Özdemir, 2020: 21).
Bir grup oluşturma, “biz” dili kurma ve harekete geçme aşama aşama bir feminist perspektif ve eylemlilik oluşturmaya doğru giden süreci imler. Feminizmler tarihinde kolektif olmak önemlidir çünkü yine Sara Ahmed’in cümleleriyle söylersek: “Kolektif, hareketsiz durmayan, hareket yaratan ve hareketin yarattığı bir şeydir. Feminist eylemin, sudaki halkalara veya esintinin yüzeyi hareketlendirmesi sonucu oluşan küçük bir dalgaya benzediğini düşünüyorum; her hareket bir başkasını, dışa doğru büyüyen bir başka halkayı oluşturur” (2018: 13). Bir “Çeviri grubu” olarak başlayan ekip, öncelikle feminist bir “küçük gruba” dönüşmüş ve “küçük dalga” oluşturmuş, bunun geleceğini de “hareket” olarak varolma şeklinde belirlemiştir ki bu aynı zamanda eyleme dönük bir adım olarak değerlendirilebilir böylece, “dışa doğru büyüyen bir halka”nın adımı da atılmış olur.
'BİLİNÇ YÜKSELTME' VE TARİHTE KENDİ 'GERÇEKLİK' ÂNINI YARATMA
Grup sonrasında Mithell’in, “Kadınlık Durumu” kitabını çevirmeye karar verir ancak “Çeviri Grubu” olarak başlayan ekibin bir “bilinç yükseltme” grubuna evrilmesi bu işi zora sokar çünkü Özdemir’in aktardığı gibi, “grubun ‘bilinç yükseltme’ yapmaya başlaması sadece gruptakilerin kişisel hayatlarında değil, Türkiye feminist hareket tarihinde de bir dönüm noktasına işaret etmektedir. ‘Küçük grup’, benimsediği örgütlenme modelini, kendilerinden önce bu yolu yürümüş olan ‘Batılı kız kardeşler’inin bilgi ve deneyiminden yararlanarak kendi pratiğiyle oluşturmuştur” (2020: 29). Grup böylece, Batılı feministlerin deneyiminden beslenerek, yürüttükleri tartışmaları kendi kadınlık pratikleriyle birleştirir ve bunu bir örgütlenme modeline dönüştürür.
Grubun “bilinç yükseltme” grubuna dönüşmesi, tartışmaların yönünün bir örgütlenme modeline doğru genişlemesi, dil arayışı ve neredeyse feminist literatüre dair çeviri metin deneyimi olmaması gibi nedenler, YAZKO ile ilişkinin değişmesine neden olur. Bu nedenle kuruma rapor yerine bir öneri metni sunulur. Bu metin Nükhet Sirman tarafından, “ilk feminist manifesto” olarak da tanımlanıyor (bu süreç hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Özdemir, 2020: 32-34).
“Yaprak Zihnioğlu, 12 Ocak 1982 tarihinde bir araya gelen ‘Çeviri grubu’ çalışmalarının, 20-23 Nisan 1982 tarihleri arasında gerçekleştirilen ‘Kadın Sorunları: Çalışmanın Gereği ve Sınırları Sempozyumu’ ile son bulduğunu söylüyor ve bu dönemi “İlk Günler” olarak tanımlıyor.”(4) Bir çeşit harekete geçme ve genişleme olarak değerlendirilebilecek sempozyum sonrasında, Zihnioğlu’nun bahsettiği gibi, “kadın dizisi” çalışmasını bitirmeye karar verdiklerini açıklamışlardır “ancak kadınlardan gelen itirazlar ve kolektif bir şeyler yapmaya duydukları heyecanları onları bu kararlarından döndürmüş ve böylece ‘büyük grup’ oluşmuştur” (Özdemir, 2020: 39).
Burada şunu söyleyebiliriz, Zihnioğlu’nun “ilk günler” olarak bahsettiği zaman sonraki günleri getirmiştir ve “bu toplantının ardından, 4 Şubat 1983’te ‘Somut 4. Sayfa’nın yayınlanmaya başlamasına kadar geçen sürede, Zihnioğlu’nun ‘ev toplantıları’ dediği dönem başlamış ve kadınlar her hafta birinin evinde serbest gündemli toplantılar yapmaya başlamıştır (Zihnioğlu ve Özman’dan akt. Özdemir, 2020: 39).
Sonuç olarak, “Çeviri Grubu” olarak başlayan süreç, önce feminist örgütlenme konusunda tartışmaların yürütüldüğü “küçük gruba” ve “bilinç yükseltme” pratiğine evrilmiş, sempozyumla birlikte büyüyerek yola devam eden bir feminist başlangıç ânına dönüşmüştür. Bana kalırsa bu, Türkiye’de feminist tarih yazımı için de başat bir âna karşılık gelir. Kracauer’ın ifadesiyle: “Tarihsel gerçeklik sonsuzdur, gittikçe daha gerilere kaçan bir karanlıktan çıkıp açık uçlu bir geleceğe doğru uzanmaktadır.” Dönemlerinin tarihsel gerçekliği içinde kendi “gerçeklik” ânını yaratan kadınların deneyimi, sonrasında da “açık uçlu bir geleceğe” doğru uzanır ki bu yayıncılık içinden gelişen tecrübe, onun başka alanlarında devam eder.
SOMUT 4. SAYFA
“Çeviri Grubu” bahsettiğimiz gibi bir adım atmıştır ve artık bir ideoloji olarak feminizm, özellikle 20-23 Nisan 1982 tarihlerinde gerçekleştirilen, “Kadın Sorunları Sempozyumu”ndan sonra daha geniş bir çevrede yer bulmaya ve konuşulmaya başlamıştır. Konumuz çerçevesinde bu adımlardan biri “Somut 4. Sayfa”dır. Somut dergisi “12 Eylül döneminde yayın faaliyeti gösteren Yazarlar Kooperatifi’nin (YAZKO) süreli bir yayınıdır.”(5) “Somut 4. Sayfa” Türkiyeli feministlerin bu dönemde, yayıncılık alanında bahsettiğimiz “Çeviri Gurubu” deneyiminden sonraki ilk faaliyetidir. Çeviri Grubu her ne kadar matbu bir yayın şeklinde ortaya çıkmasa da faaliyetin yürütüldüğü yerin yayın camiası içinde olması, feminist bir çevirinin nasıl yapılacağına yönelik dil arayışı gibi nedenler bana kalırsa bu tecrübeyi yayıncılık içinde değerlendirmeye izin veriyor.
“Somut 4. Sayfa”nın ortaya çıkış ânına bakarsak, Özdemir bundan şöyle bahsediyor: “YAZKO, yeni satın aldığı haftalık YAZKO Somut dergisinin bir sayfasını kadınlara ayırmak istemiş ve Şule Torun’a bu sayfayı hazırlamayı teklif etmiştir. Torun’un bu teklifi kabul etmesiyle Somut 4. Sayfa yayın hayatına başlamıştır” (2020: 43). Böylece, Türkiyeli feministlerin başka kadınlarla daha geniş ilişki kurabilecekleri bir mecranın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Dergide yer verilen yazıların konularının ise ikinci dalga feminizmin perspektifine yerleştiği söylenebilir; “kadın erkek rolleri, ev içi şiddet, taciz, kürtaj, doğum kontrolü, medyada kadınların temsili, atasözleri ve deyişlerdeki cinsiyetçilik, ev içi emek, ideal kadınlık, çifte yük, cinsellik, evlilik, annelik…” (Özdemir, 2020: 45). Bu sayfa sayesinde kadınların sorunları daha görünür hale gelmiş ve bu dönem feminizminin meselesinin ne olduğu da ortaya konmuştur, Sayfa’da okur mektuplarına yer verilmesi, kürtaj gibi kişisel deneyimlerin politikleşmesi ve ortaklaşması pek çok açıdan düşünüldüğünde zamanı açısından devrimci bir ânı imler.
“Somut 4. Sayfa”, 5 Ağustos 1983’te YAZKO ile yaşanan sorunlardan dolayı sonlanmıştır. Bu “Sayfa” ile başarılanlar ise Türkiye feminizmleri ve feminist yayıncılık açısından düşünüldüğünde, yüzlerce sayfalık bir anlamı çağırır.
Fatmagül Berktay, “tarih, bizi aynı zamanda kişisel ve duygusal biçimde ilgilendirir” der ve tarihin kendimizi tanımakla ilişkisini kurar ona göre; “kendimizi tanımak ise, ilk önce ‘insan olmak’ ne demektir onu bilmek; ikincisi olduğumuz insanı, başkasına benzemeyen yönlerimizi, yani farklılığımızı bilmek, sonra da neler yapabileceğimizi bilmektir. Hiç kimse, denemeden neler yapılabileceğini bilemeyeceğine göre, ne yapabileceğimize ilişkin tek ipucu, geçmişte başka insanların neler yaptıklarıdır” (2010: 17).
Bahsettiğimiz “Çeviri Grubu” ve “Somut 4. Sayfa” deneyimine baktığımızda, önce kadın olarak farklılığın keşfedildiğini, kişisel yaşamın “ikinci dalga” feminizmin izlerini taşıyarak politikleştirildiğini ve sonra harekete geçilip “neler yapılabileceğinin” görüldüğünü gözlemliyoruz. Bu tarihsel an bizi “kişisel ve duygusal” olarak ilgilendiriyor çünkü tarihin yatay hattında her türlü biçimlerden sapma ve kopmalarla yaratılanı tekrar düşünmek, şimdiyle bir bağ yakalamak ve sürekliliği sağlamak anlamına geliyor. Bunu sağlamanın yolu “geçmişte başka insanların neler yaptıkları”na bakmak, direniş anlarındaki ipuçlarını yakalamakla mümkün oluyor.
Sonuçta coğrafyamızda feminizm, Yaprak Zihnioğlu’nun “Erken Dönem” olarak tanımladığı (1868-1908) dönemden, Cumhuriyet'in ilk günlerine ve şimdiye kadar uzanan süreçte bir şekilde direnerek varolmuş. Yazı boyunca bahsettiğimiz deneyimler, bu zaman içerisinde yayıncılık faaliyetini araç olarak kullanıp, kendi tarihsel anlarını yaratan feministlerin mücadelesine bizi tanık ediyor ve yüz yılı aşan bir mücadelenin mirasına ekleniyor. “Çeviri Grubu”, “Somut 4. Sayfa” ve sonrasında kurulan “Kadın Çevresi Yayınları”, “Kaktüs” ve “Feminist” dergileriyle devam eden süreç, bugün, yayıncılık içerisinde gerek çeviriyle gerek metinler üreterek gerekse yayınevi ve online mecra olarak varlığını sürdüren; queer, feminist alanlarla ve kişilerle varlığını sürdürüyor. Böylece, tarihsel direniş geleneği devam ediyor, yeni tecrübelerimizde varlığını hatırlatıyor ve genişleyerek şimdiye sızıyor.
NOTLAR
Özdemir, E., (2020), “1980’ler Türkiye Feminist Hareketinde Örgütlenme Tartışmalarına Karşılaştırmalı Bir Bakış: Feminist ve Kaktüs Dergi Örnekleri”, Yüksek Lisans Tezi, (http://dspace.yildiz.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/1/12690/6189.pdf?sequence=1&isAllowed=y)
Ahmed, S., (2018), “Feminist Bir Yaşam Sürmek”, (Çev. Beyza Sümer Aydaş), İstanbul: Sel Yayıncılık.
Berktay, F., (2010), “Tarihin Cinsiyeti”, İstanbul: Metis Yayınları.
Bora, T., (2017), “Cereyanlar ‘Türkiye’de Siyasi İdeolojiler’”, İstanbul: İletişim Yayınları.
Kracauer, S., (2014), “Tarih, ‘Sondan Bir Önceki Şeyler’”, (Çev. Tuncay Birkan), İstanbul: Metis Yayınları.
Zihnioğlu, Y., (2016), “Kadınsız İnkilap ‘Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadınlar Birliği’”, İstanbul: Metis Yayınları.
(1) Feminist Tarih Yazımı ve Türkiye’de Fenizmin hafızası hakkında daha geniş bilgi için bknz. https://www.gazeteduvar.com.tr/feminist-tarihyaziminda-dalgalari-asmak-haber-1635106
https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiyede-feminizmin-hafizasinin-temel-basliklari-haber-1634164
(2) Feminist örgütlenmede “Küçük Grup” hakkında bknz. https://sendika.org/2021/02/kucuk-gruptan-stkya-yapi-meselesi-ayse-duzkan-5harfliler-609374
(3) “Bilinç Yükseltme” kavramı için bknz. ()
(4) https://catlakzemin.com/12-ocak-1982-yazko-kadin-dizisi-icin-feminist-ceviri-grubu-toplandi/
(5) Ayrıntı için bknz. https://catlakzemin.com/4-subat-1983-somut-4-sayfa/