Yaz bitti ne haber?

Sonbahar insanın hem kendine dönüşü hem de ruhdaşlarını buluşudur. Çokça dürüstlük, kaçamayacağı kadere karşı cesaret bu mevsim. İçinden ölmüş her ne varsa, her kim varsa, kuru yapraklar gibi dökmeni talep eder. Ölüye ölü, gidene gitti demeni. Kabullenmeni. Tuttuğunu bile unuttuğun günlükleri, sakladığını bile unuttuğun mektupları okur, gözünün önünde olmasına dayanamadığın fotoğraflara bakarsın.

Karin Karakaşlı yazar@gazeteduvar.com.tr

Mevsimlerin döngüsünden mahrum kalalı oluyor epey bir zaman. Bunca betonlaşmanın bir intikam bedeli olmalıydı elbet. Mahallelerden bir de mevsim geçişlerinden olduk biz de. Anneannelerin yazlık-kışlık bohçalama faaliyetleri, hani şu oflaya puflaya yaptığımız toparlanma, o da pek çok şey gibi tarih oldu. Keyfe keder hatırlanacak nostaljik bir ayrıntı. Oysa bir zamanlar hepsi kanlı canlı hayattı.

İşte bu yüzden gecenin ortasında ürpererek uyandığımda, şaşırdım kaldım. “Sonbahar sen misin?” diye seslendim rüzgârla hışırdayan yapraklara. İnce bir hırka arandım. Ve ancak o zaman emin oldum. İşte gelmiş sonbahar.

Yalan yok, muson kılıklı yağmurlara, sonrasında nemin giderek artmasına alışmıştım. İnsan nelere alışmıyor ki. Yaz o gece bitti. Yaz dediysem, herkesin yazı da kendine. Hastaların, kalbi kırıkların, tatil yapamayanların, mevsimsiz yalnızların, ortalığı saran denize nazır ayaklar, herkesin mutluluktan ve kenetlenişten öldüğü sofralar konulu fotoğraflar arasında kederini nereye saklayacağını bilemeyenlerin yazı bitti. Yaz, zorlu ve gaddar bir mevsimdir. Hiç aklınıza geldi mi?

yaz inceliyor, güz

bizse hiç büyümeyen rus bebekleri

bir düşte karşılaşmıştık, bir düşte kaybolduk

hadi birimiz uyandırsın artık ötekini

birbirinin karanlığına kapatılmış

birbirinin içinde tipiye tutulan

her kozaya ayrı biçilen uzun kışlardan

hadi birimiz uyandırsın artık ötekini

Yaz rehavetinde nadasa yatan duygular güz geldi mi hortlar. Ters giden ne varsa, gelir dikilir işte karşına o gittikçe kısalan günler ve gittikçe uzayan gecelerde. Ürperen ruhundur aslında; sen omzunu, kollarını örter, göğsünü kapatırsın. Uzaklardan bir şimşek saniyelik aydınlatır gecenin karanlığında tuhaf yaratıklar gibi görünen yaprakları. Gerçeğini bir gölge oyununda fark edersin. Ne garip değil mi?

ilkgençliğin yazıları bitti. Şimdi bırakılmış çiftlikler

yağmurlarla boşalmış leylek yuvaları

elimizde sorular, gün yeniden dağıtıyor

kalanlar için yazılanları

yaz sonu yaz sonu yaz sonu

Biliyorum

yine haziran yine temmuz yine ağustos

Yola düşme vaktidir. Karar verme vakti. Sonbahar harekete geçirir. Çünkü bir kez bilir olduğunda, artık kendini kandırdığın zamanlara sığınamazsın. Ortalıktan bir okul telaşı. Formalar ve kırtasiye malzemeleri, sevimsizliği hiç geçmeyen ders kitapları. Her şeye bir başlangıcı çağırır. Birbirini bulan okul çocukları ve gençler kuş sürüleri gibi geçerken yanından, için içine sığmaz olur. Göze alırsın Turgut Uyar’ın ‘Uzak Kaderler’ dediği şeyi.

Birgün, bir yağmurla garip garip

-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-

Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım

Alıp başımı gideceğim.

Asır yirminci asırdır, amenna

Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım

Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi

Uzaklar daha uzaklaşır

Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri

Sımsıcak sevgilere muhtacım.

Düzenin görece konforunda uyuşturduğun ruhun sanki korsan olmaya karar vermiştir. Kendisinden alıkonan hazineleri bulmaya, hayatın denenmemiş ihtimallerine saldırmaya. Eylül’den ve Ekim’den bu yüzden korkmak gerekir. Aslını gelir söyler sana.

…Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?

Herkesin derdinden pay isterken.

Uzak kaderlerin suları çağlar simdi

Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum

Bir el yağmurla dokunacak omuzuma

Bir çift göz, bir davet, bir kalp

Çoluğu çocuğu terk edeceğim.

Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak

Toprak ve insan kokularıyla,

Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için

Başımı alıp gideceğim.

Sonbahar insanın hem kendine dönüşü hem de ruhdaşlarını buluşudur. Çokça dürüstlük, kaçamayacağı kadere karşı cesaret bu mevsim. İçinden ölmüş her ne varsa, her kim varsa, kuru yapraklar gibi dökmeni talep eder. Ölüye ölü, gidene gitti demeni. Kabullenmeni. Tuttuğunu bile unuttuğun günlükleri, sakladığını bile unuttuğun mektupları okur, gözünün önünde olmasına dayanamadığın fotoğraflara bakarsın. Hafızanın kaydı izlediğin filmlerde takıldığın çağrışımların sebebi olan o anları tekrar tekrar yaşatır sana. Tekrar diye bir şey yoktur oysa. Şimdiki yaşınla geçersin o kişisel korku tünelinden. Bütün korkularını sil baştan korkmaya.

Yazının gizli dileğidir dokunmak. Okunmak değil dokunmak. Yani size bir şeyi o kelimeler sayesinde başka türlü yaptırmak. U2’nun yıllar yıllar öncesinden kalma, diskografilerinde hiçbir yere oturmayan, hani neredeyse “Allah söyletti herhalde” dedirten iki dakika yirmi bir saniyelik, çoğu da enstrümantal piyano eşlikli October şarkıları bu yüzden gelsin buraya. Ruhunuzu geri çağırmaya.

“Ekim ayı ve ağaçlar çırılçıplak

soyunmuş, giydikleri her şeyden

Umrumda mı sahi herhangi bir şey

Ekim ayı ve krallıklar yükselir

ve krallıklar düşer

Ama devam edersin işte

devam sadece

İşte sonbaharın ilk serin rüzgârıyla dolmasını istediğimdir içinize. Devam ettiğiniz şey gerçeğiniz olsun diye. Bir şeyi bırakmak, bir şeye başlamak, birine sarılmak, birini bırakmak her neyse o; vesile ve güç olsun diye.

Yaz bitti ne de olsa. Hazır mısınız sonbaharın hakkını vermeye?..

Tüm yazılarını göster