Dizilerde hikayelerin birbirine benzemesi, farklı yıllarda birbirini tekrar etmesi, karakterlerin birbirine benzemesi sektörde ne kadar normal karşılanıyor bilmiyorum. Ancak izleyici olarak bizler benzerlikleri hatırlayabiliyor, fark edebiliyoruz.
Yaz aylarında televizyon izlemeye ara veren izleyici sayısı oldukça fazla, reytingler açıkça gösteriyor. Sezon içinde günün en çok izlenen dizilerinin reytingleri 7 ve üzerinde olabiliyor. Yaz döneminde 3 reyting başarılı sayılıyor. Yaz aylarında ekranın karşısından kalkanların büyük bir kısmı haber kanallarını kapattı. Televizyon izlemeye devam edenlerin önemli bir kısmı MasterChef izliyor. İzleyicinin bir kısmı da yaz dizilerini takip ediyor. Dijital ekranının karşısındaki izleyiciyi burada dahil etmiyorum. Ben bu izleyici grubunun içinde seçim sonrası siyasetten çıkamayıp hala haber kanalı izlemeye devam edenlerden biriyim. Bu durum bünyemde yaz tatiline girememe duygusu yaratıyor. Kavurucu sıcakları yaşadığımız bu haftayı bu yazı için yaz dizisi izleyerek geçirmeye çalıştım. Ama yaz dizileri de serinletmedi.
2015 yılında sevgili Nurcan Akad’ın Zete’si yayındayken, o yaz için ekran yazıları yazmaya başlamıştım. Yaz dizilerine bu hafta göz atarken Zete için yazdığım ve şimdi bu yazı için de kullandığım başlığı hatırladım. Sonra yazıyı bulup okudum (Zete’nin arşivine maalesef erişilmiyor, yazı artık sadece benim bilgisayarımda). Yaz ekranı esmiyor demişim, çünkü 2015 yazının kavurucu sıcaklarında ‘esmiyor’ kelimesi sosyal medyada hashtag olmuş. Ve o dönem Gülse Birsel’in Hürriyet’teki köşesinde yazdığına benzer bir soruyu sormuşum: her akşam aynı dizi mi yayınlanıyor, yoksa havadaki nem mi arttı? 8 yıl önceki yazıyı okuyunca bu hafta izlediklerimle ilgili aldığım notların, yazı için kafamdaki düşüncelerin çok benzer olması beni oldukça şaşırttı.
Yaz aylarında birbirine benzer hikayeler, karakterler ve mekanlar izliyoruz. Bu sezon ekrandaki dizilerin -yine- karakterleri, mekanları ve en önemlisi dertleri hep benzer. Bu sebeple hangi dizi hangi kanaldaydı, hangi oyuncu hangi dizideydi sorularına net cevap vermek zor oluyor. Havadaki nem aklımızı karıştırdı diyeceğim ama Dönence, Ya Çok Seversen, Maviye Sürgün, Benim Güzel Ailem, Kısmet, Kendi Düşen Ağlamaz, Hayatımın Neşesi, Vermem Seni Ellere isimleri de benim aklımı karıştırıyor. Geçen sezondan devam eden Veda Mektubu, Üvey Anne, Gülcemal, Tozkoparan İskender’le birlikte tüm bu dizilerin reytingleri oldukça düşük. Burak Sakar geçen hafta sadece 3 dizi 3 reytingin üzerindeydi diye not düştü. Yaz ekranının sahil şeridinde çekilen, bizi yeni, genç oyuncularla tanıştıran (bu durumda daha düşük bütçeli olduğunu varsayıyoruz), daha hafif, çoğu zaman gülümseten hikayeleri bir yana, bir de yıldız oyuncularla yeni sezonda devam etmesi beklendiği için yaz ortasında veya sonuna doğru başlayan, bütçesi daha yüksek ama hikayesi yine değişmeyen dizileri var. Birbirlerine benzemelerini 8 yıl önce de dert etmişken bu yaz izlediklerimden birinin başka bir diziye benzerliği çok dikkat çekici oldu. TRT’de yayınlanan (TRT yazmayayım diyorum ama yine bir konuyla karşıma çıkıyor) Kendi Düşen Ağlamaz dizisindeki iki ana karakterin dış görünüşleri, bazı diyalogları ve birbirlerine karşı davranışları başka bir dizinin aynısı. Benzerliği görünce ne diyeceğimi bilemedim, ancak Yalı Çapkını dizisindeki başrol karakterler ile Kendi Düşen Ağlamaz dizisindeki başrol karakterler tamamen aynı. Hikaye farklı ama dış görünüş, diyalog aynı. Yalı Çapkını’ndaki Seyran’la Ferit’in atışma sahneleri dizinin sosyal medyada da en çok izlenen anları oluyordu, hatta bu atışma sahneleri azalınca izleyici tepki göstermişti. TRT’nin dizisinde de bu formülden yararlanılmış. Bu sefer yoksul erkek, zengin kız tiplemesinde karakterlerin Yalı Çapkını’ndakilerle aynı jest ve mimikleri kullanması, saçı, makyajı ve elbette diyalogları aynı şekilde sunuluyor. Hikaye farklılaşsa da karakter çatışmasında belli bir formülün kullanıldığı açık: biraz atarlı giderli bir kadın, zengin erkek, kadın yavaş yavaş boyun eğmeye başlar. Asmalı Konak’ın Bahar’ı, Aile’nin Devin’i, Yalı Çapkını’nın Seyran’ı benzer duyguları izleyiciye veriyor.
Dizilerde hikayelerin birbirine benzemesi, farklı yıllarda birbirini tekrar etmesi, karakterlerin birbirine benzemesi sektörde ne kadar normal karşılanıyor bilmiyorum. Ancak izleyici olarak bizler benzerlikleri hatırlayabiliyor, fark edebiliyoruz. Hatırlarsanız benzerlik konusunda fenomen bir dizimiz vardı: Ufak Tefek Cinayetler. Özellikle ilk üç bölümde Big Little Lies ile Desperate Houseviews karışımı bir dizi izledik. Dizinin fazla steril karakterlerinin tutmayacağı düşünülmüştü ama çok yüksek reytingle final yaptı. Ancak benzerlikler, hatta jeneriğin de başka bir yabancı dizinin jeneriğine benzemesi üzerine çokça yazıldı. Bu yazılar, tepkiler yaratıcıların dünyasında nasıl karşılanıyor bilmiyorum çünkü medyaya tepkileri yansımıyor. Ancak izleyici açısından iktidar destekçisi haber kanalları ile muhalif haber kanallarının birbirinin karşısında ama aynı çizgide yer aldığı tartışılırken ana akım kanallarda anlatılan tüm hikayelerin de birbirine benzemesi çok düşündürücü. Geçtiğimiz sezonlardan birinde çokça uyarlama hikayeler izlemiştik. Bizi en çok etkileyen, bağlayan, bazen de ağlatan, Kemalettin Tuğcu romanı izlenimi veren hikayeler Kore veya Japon uyarlaması olarak karşımıza çıkmıştı. O dönem özgün senaryo yazılmıyor mu, hikayeler mi tükendi diye sormuştuk. Dijital platformlarla birlikte senaryolar da çeşitlenecek ve özgürleşecek diye düşündük. Ancak en azından yaz ekranının bu kadar benzemesi, bir yandan dijital platformlardaki bazı yerli işlerin de televizyondaki hikayelere benzemesi özgün senaryo yazılmıyor mu sorusunu tekrar sormama neden oluyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bu hafta tüm dijital platformları ve Hollywood’u etkileyecek büyük bir grev başladı. Dijital platformlar, stüdyolar ve oyuncular sendikası arasında devam pazarlıklardan sonra grev kararı alındı. Yazarlar, oyuncular greve desteklerini birer birer açıklıyorlar. Yıldız oyuncular ve yazarların bir arada greve başlaması, yapımcı ve dijital platformlar gelirin büyük bir bölümünü alırken oyuncu ve yazarların ücretlerinin düşük kalması karşısında örgütlenmesinin gücünü gösteriyor. Örgütlenme ancak birbirinin işine saygı göstererek mümkün olabiliyorsa, başkasının işini kopyalayarak bir araya gelinmeyeceğini bilmek lazım. #yerlidiziyersizuzun kampanyasının üzerinden epey zaman geçti. Yenilerini de beklemediğimiz bir politik atmosferdeyiz. Yerli ekran esmiyor ama ABD’deki grev bizi bir süre esmeyen bir dijital ekran karşısında oturtacak.