Ahmet Haşim Köse

yazar@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Salgın ve kriz salınımı: Kapitalizm ayar tutar mı? Oyun bozuldu; kapitalizm kendini her ne kadar yeniden ayarlamayı (Global Reset) düşünse de bu pek mümkün görünmüyor. Kapitalizmin sistemik kriz eğilimi Covid-19 ile birlikte insanlık krizine dönüşmüş durumda… Öyleyse Büyük İnsanlığı kurma mücadelesinin tam zamanı…
Şirket devletin mali krizine doğru… Bütçe için “mali kural”, Merkez Bankaları için “bağımsızlık” kuralı küresel finans sermayenin borç yönetimi için tamamlayıcı, olmazsa olmaz kurallarıdır. AKP iktidarı bu iki kurala da işler tıkırında gittiği sürede tümüyle sadık kalmıştır; kırılma noktası 2016’yı izleyerek başlamış, 2019 yılında deyim yerindeyse çökmüştür. Şimdi Delhi’ye gitmenin tam zamanı… Grevin ana nedenini, emekçi halk sınıflarının hızlanan yoksullaşması oluşturuyor. 1990’lı yılları izleyen tüm neoliberal dönemde ülkenin kent ve tarım emekçileri 19 kez büyük greve çıktılar. Sadece Modi döneminde Eylül 2015, Eylül 2016, Ocak 2019, Ocak 2020 ve halen pazarlıkları süren 26 Kasım 2020 tarihlerinde beş büyük grev gerçekleşti. İlginç ve umut verici olan, her grev dalgasının hemen her eyalette gerek katılım ve gerekse direnç açısından daha güçlenerek büyümesi.
Trump’sız dünya daha güzeldir… Keynes’in o ünlü “uzun dönemde hepimiz ölüyüz” deyişini hatırlayıp kısa dönemin önemini kabul etmek önemli. Biden’ın programı IMF’nin Covid-19 sonrası kendine yönelik eleştirileriyle birlikte düşünülürse, 'küresel kapitalizm yeni bir dönemin eşiğinde mi' sorusuna haklılık kazandırabilir. Okumuş bir işçi soruyor… Türkiye’de her şey sertleşiyor ama bir şey de giderek netleşiyor. Giderek yoksullaşan bir emekçi sınıf kitlesi ve iktidarın emekçi sınıflar karşısındaki konumlanışı. Basın da televizyon kanalları da hakkını arayan maden işçilerini görmezden gelse de ülke kapitalizmin gerçek çelişkisinin diğer tüm çelişkileri gölgeleyeceği gerçekliğine doğru kürek çekiyor… Yolunda giden ne kaldı? Son dönemde Barolara, Tabipler Birliği'ne yapılan baskıları ya da iktidarın Anayasa Mahkemesi'ne uyarı şeklinde yaptığı serzenişleri ve tabii HDP’nin siyaset dışına itilme arayışlarını düşündüğümüzde ülkenin nasıl bir siyasal eşikte olduğu berraklık kazanıyor. Peki böylesi bir iktidar düğümünün zayıf halkası nerede? Adını arayan rejim… Liberal demokrasinin bağımsız bir alan olarak tanımladığı iktisat alanı, geçmişe kıyasla bugün çok daha iktidara bağlı ve siyasaldır. Salt bu nedenle dahi sermaye gruplarının da rejimin adını koyması kamusal olmasa da kişisel çıkarları açısından rasyoneldir… Sizin derdiniz nedir? Tam da ekonomi uçarken... Şimdi ne olacak? Hiç bitmeyen “yeni” ekonomik programlara bir yenisi daha eklenip içi boş “reform” programlarıyla mı yola devam edilecek? Hiç sanmam. Thomas L. Friedman’ın uyarısını unutmamak lazım. Moody’s’in kredi notu bazen bombadan da tahripkâr olabilir… Gökyüzünden üç elma düşmüş: Ulusal zenginlik… Aynı ülkede yaşasak da zenginlik hepimizin değildir. Bu kapitalizmde ekmek için, su için olduğu kadar özgürlükler için de böyledir. Çünkü üretilmiş sermayenin de, doğal sermayenin de, beşerî sermayenin de sahipleri vardır. Ülkenin zenginliğinin hepimizin olduğunu düşünmek ancak üzerinde ortak (kamusal) söz sahibi olabildiğimizde mümkündür. Güçlü ülke Türkiye: Quo vadimus?  Silah sanayinde AKP döneminde ortaya çıkan değişim salt büyümeden ibaret değil. Asıl olan sektörün “devlet/şirket” yapılanmasındaki dönüşümde izleniyor. Halen silah sanayinin omurgasını TSKGV (Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı) oluştursa da hızla artan şirketleşmenin giderek derinleşen yeni bir sermaye birikim alanına dönüştüğü gözlemleniyor. Türkiye Dünya’nın neresinde? Bazen çıplak gözlem çıplak gerçekliği resmeder. “Güçlü” Türkiye’nin emperyal arzusu güçlü olabilir. Lakin gerçeklik başka kaval üflüyor. Kavalın sesi Türkiye’nin başta borç stoku olmak üzere küresel makro dengelerdeki yeriyle daha da netleşiyor. Emperyalizm: Çok uluslu şirketler… Çok uluslu şirketler klasik emperyalizm döneminde olduğu gibi bugün de küresel sermayenin en önemli örgütlenme hücresini oluşturuyor. Sermayenin küresel ve bölgesel hareketliliği, yayılma ve egemenlik alanları bu yapılar eşliğinde şekilleniyor, gerçekleşiyor. UNCTAD verileri ABD’nin küresel düzeyde ÇUŞ’lar üzerindeki hakimiyetinin hâlen sürdüğünü, yani hâlen süper emperyalist güç olma özeliğini koruduğunu ortaya koyuyor. Ama bu gücü Çin merkezli “Asya Fabrikası” karşısında giderek azalıyor. Emperyalizm: Sermayenin küresel zincirleri Küresel değer zincirlerinin (KDZ) hızla büyümeye başladığı dönem 1990’lı yıllar; 2008 küresel krizine değin KDZ’ler ileri ve geri bağlantılarını hızla genişleterek küresel üretim ve ticaret içindeki paylarını artırıyorlar. OECD verilerine göre küresel ticaretin yüzde 70’i bu yapıların ürettiği mallar üzerinden gerçekleşiyor. Emperyalizm: Devlet ya da sermaye? Lenin, emperyalizmi tekellerin yarattığı bir tür gerileme ve çürüme çağı olarak ifade eder. Ama her şeyin durduğu bir dönem değildir bu. Ve ekler, “Elbette, kapitalizm çerçevesinde, tekel hiçbir zaman dünya pazarında rekabeti bütünüyle ve çok uzun bir süre boyunca ortadan kaldıramaz...” Bu saptamasına ilerleyen yazılarda döneceğim ama şunu söyleyeyim: Durgunluk rekabeti tetikliyor; buna şimdi bir de salgının yaratığı ortamı ekleyin… Üç eksende küresel kriz yönetimi… Küresel sistemin ve hegemonya mücadelesinin gelecek dönemki kodlarında Çin bugüne göre daha açık ve daha güçlü bir rol üstlenecektir. Çin, ABD hegemonyasının sistemik virüsüdür. ABD’nin Çin’i suçlama ve dışlama stratejisinin zaten mevcut olan hegemonya mücadelesini daha da keskinleştirerek besleme olasılığı mümkündür. Yeni dönemin olası gelişmelerinden biri parçalı güç dengelerinin oluşturduğu jeopolitik alt alanların daha da güçlenerek, kutuplaşmanın belirginleşmesi olabilir... Orta sınıf ideolojisi çökerken... İflaslar ve işsizleşen kitleler, küresel düzeyde işçi sınıfının potansiyel olarak büyümesine neden olarak; kapitalizmin kendine içkin toplumsal kutuplaşmasının, nesnel olarak büyüyen işçi sınıfıyla yeni bir sürece girmesine yol açacak. Bu nedenle Covid-19 melanetinin küresel düzeyde sonuçlarından biri, daha fazla işçileşen bir dünyada, insanlığın sermaye ile olan sosyal mesafesinin daha da belirginleşmesi olacaktır. Meğer kapitalizm için söylenen her şey... Bu salgının yarattığı bir başka melanetse bilgilenme sorununda açığa çıkıyor. Sorun temel olarak ölümler, test uygulamaları, iş kayıpları gibi bilgilerin tümünün, bir ülke ya da ulus kimlikle ilişkilendiren sunuluş biçiminden kaynaklanıyor: Gerçekten hayatını, işini kaybedenler kim? Gerçekten sağlık hizmetlerine erişim, geri kalan gündelik hayatlarını sürdürme pratiklerinde ulus topluluklar içinde ne tür farklılıklar yaşanıyor henüz bilinmiyor. Yeni masada eski oyun... Antonio Gramsci, Hapishane Defterlerinde (materyalizm dalgası ve otoritenin krizi alt başlığında) “eskinin öldüğü ama henüz yeninin doğmadığı” bir durumu tanımlamak için interregnum kavramını kullanır. Bana kalırsa dünya kapitalizmi de öylesi bir süreç içinde. Epeydir hasta yatağında can çekişen neoliberalizm ölüyor, sorun kapitalizme ne olacağı? Panoptik bir izolasyonda koronayı beklerken… Test sayıları, vaka durumu vs., devletin bilgisi anlamına istatistiklere hiç girmiyorum. Ama ortaya toplumsal ve psikolojik sonuçlarını bilemediğimiz yeni izolasyon ve gözlem toplumunun nüvesi çıktı: Bir tür eve hapsolan panoptik toplum. Bir salgın durumunun yarattığı izolasyon ve eve hapsolma durumu bizim toplumuzda ne tür izler bırakacak? On beş gün: Ne kadar kısa, ne kadar uzun? Türkiye kapitalizmi küresel finans sermaye ile bağını koşulsuz sürdürüyor. Bu bağı güçlendirecek tüm düzenlemeleri yapıyor. Ulus ve ona tekabül eden vatandaş, halk, inanç kimlikleri epeyce hırpalanmış durumda. Bir topluma ait olmayı tarif eden ortak kimlik ve bunu kuşatan ortak değerler sistemi parçalı bir yapıda can çekişiyor. Devlet ve iktidar örgütlenmesi hiç olmadığı kadar bir zümre ilişkisiyle otoriterleşiyor. Kervan yolda dizilir: Yüksek finansın ayak izleri Eğer Kanal İstanbul yapılacaksa ya da “yerli ve milli” otomobil üretilecekse ona paydaş olan, iktidarın bu düşüyle çıkar ortaklığı kuran büyük ölçekli yabancı ve yerli sermaye grupları ve küçük tasarruf sahibi sıradan insanlar için düzenlenen katılım ortaklıkları zorunludur. Bu amaçla hazırlanan ve halka sunulan hisse senetleri Türkiye’nin yeni demokrasisidir. Herkes bu düşe ortak olabilir mi, daha önemlisi bankalar bu ütopyadan kaçabilirler mi? Bir finans cenneti olsak, fena mı? Bir sabah kalktık ki TCMB bağımsızlığına kavuşmuş ve temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu ve uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirleyeceğini yasasına açıkça eklenmiş. Bankanın büyüme ve istihdam politikalarını ancak fiyat istikrarıyla çelişmediği taktirde destekleyebileceği ayrıca belirtilmiş. Yani banka bir devlet otonomisinin ikili karakteri olan Hazine ve Merkez Bankası arasındaki tamamlayıcı ilişkiyi terk etmiş. Peki bu ne demek? Henüz hiçbir şey görmediniz… Marx ve Engels’in bize anlattığı çelişik bağ, doğanın edilgen bir oluşum olmadığıdır. İnsanoğlu ancak onun kendi mantığı içinde onunla uyumlu bir ilişki kurabilir. Bu mantığı, bugün olduğu gibi, sermayenin mantığına dönüştürürse doğa kusar. Bugün öylesi bir süreçteyiz: Doğa sermaye toplumuna kusuyor… 2019 yılını nasıl bilirdiniz? (II) Bu yüzyılda barışın genel bir coğrafyası yok. Avrupa mı? Dünyanın bize uzak kıtası Avustralya mı? Elbette değil. Avrupa'da artan neo-faşist ırkçı milliyetçiliğe, Avustralya'da iklim krizinin tetiklediği, yirmi milyon dönüm üzerinde arazinin külleştiği, beş yüz milyona yakın canlının yok olduğu vahşete ne demeli? Süreci anlamak için savaşların ve şiddetin kapitalizm için anlamını çözmek gerek. Yüzyılın içinde bir yıl: 2019 yılını nasıl bilirdiniz? The Guardian, 2019’u Latin Amerika’nın kemer sıkma politikalarına, iktidar yozlaşmasına karşı kitlesel eylem yılı olarak tanımladı. İçinde soldan, ulusalcılığa; kır kökenli yoksullardan kentli sınıf katmanlarına farklı renkleri taşıyan protestolarla tanımlanan yeni bir Latin salınımı… Kesin olan şu var ki henüz bu eylemlerin toplumsal kişilikleri tanımlanmış değil. İktisatçı kimdir, sermayenin ahlakı nedir? İktisat sanatı geldiğimiz aşamada Boratav’ın vurguladığı gibi finans dünyasının bir enstrümanı durumuna indirgenmiş durumda. Böylesi bir durumda Keynes’in sorusunu yeniden formüle ederek, soralım: İktisat esasen bir ahlak bilimiyse, bugün bu disiplinin ahlakından söz etmek mümkün mü? Ya da sermayenin “ahlakı” nedir?