TÜM YAZILARI
Istakozlu Monaco menüsüne methiye
Kıdemli gazeteci, taze vekil Şebnem Bursalı hanımefendi ne yazık ki siyaset sahasındaki yeniliğinin, acemiliğinin bedelini ödüyor; ıstakoz paylaşımından dolayı linç ediliyor. Oysa meseleyi sınıfa bağlayıp, "sadece Kemalist, laikçi erkek beyaz Türkler, memleketin kaymağını yemeye alışmış eski Türkiye elitleri mi ıstakoz yiyecek" diye sorabilirdi sayın vekil.
Siyaset sahasında köpek dalaşı
Sosyal medyadan başlayıp mahkemeye taşınan kavga evet, 2028 kavgası. Sosyal medyadaki çarpışmayı alevlendirenin ise kimse farkında değil, biz söyleyelim: İş başka yerlerdeki hareketlilikten kaynaklanıyor efendim. Bakınız dış basına, İmamoğlu aşağı, İmamoğlu yukarı… İktidar çevresini öfkelendiren asıl işte bu dışarıdan içeriye gelen rüzgâr ey okur…
Kumpastan, hileden başka nedir siyaset dediğiniz
Siyaset, varlığını kendi mahareti kadar toplumsal amneziye borçlu. Hafıza kaybı da değil, sıfır bellekle yaşıyoruz, hafızasız, tertemiz, ne güzel. İnsanoğlu nisyan ile maluldür der atalar sözü. Bu maluliyet -sakatlık- herkesten çok aslan sosyal demokratlarda var galiba.
Ahu Tuğba’yı görmek için Çiçek Bar’a akan gazeteciler
"Ahu hanımın tablodaki 'davetkârane' bakışlarının Çiçek Bar’ın müşteri sayısını artırdığını, müşterilerin oturma ve tüketim sürelerini uzattığını düşünürdüm… Bir gün 'Sigara dumanından tablo rezil oluyor' diyerek Ömer Uluç tablosunu aldı götürdü. Çiçek Bar 'Ahu’suz' kaldı."
Çiçekler açılıyor, alem meyhaneden bara terfi ediyor
Mehmet Barlas'ın bir bar müdavimi olduğunu da hatırlatalım yeri gelmişken. Çiçek’te de boy gösterir zaman zaman. Bar deyip geçmeyeceksiniz. Birkaç duble yuvarlarken piyasa yapmanın da, iş bağlamanın da, iş takibinin de sahasıdır bar dediğiniz yer. O sebepten barlara ve müdavimlerine yakından bakmak lazım.
Çiçek Bar nedir, neresidir?
Elbette Çiçek, bar değil bambaşka bir şeydir. Bir dünyadır. Bir dönüşümün adı ve sahası, mekânıdır efendim. Büyük siyasi deha, kavram koyucu Turgut Özal’ın ifadesiyle büyük transformasyonun merkezlerindedir Çiçek Bar. Çiçek’in ne olup ne olmadığını konuşmak, şahsen bizzat tarafı, tanığı ve kurbanı olduğum dönüşümü konuşmak demektir aynı zamanda.
Yılmaz Güney gibi bir Arkadaş’ınız yok, mesele bu!
Ne denir, ne yapılırsa yapılsın Yılmaz Güney’e bir türlü dokunulamıyorsa bundandır. Filmlerinde kötülerin ve kötülüğün karşısında oluşundandır, mazlumun yanında duruşundandır. Serveti, saltanatı da, servet-saltanat sahiplerine hizmeti de reddedişindendir. Varlıklarını her türden saltanat ve güç sahiplerine borçlu olanlar ona öfkelenmesin, küfretmesin de ne yapsın? Dün böyleydi, bugün de böyle.
Kim kensıllayabilir Yılmaz Güney’i?
Hani birine kırk defa deli dersen adam deli olurmuş ya, Yılmaz Güney’de durum tam tersi. Çirkin Kral namını aldığı ilk zamanlarda, 1965’te başrol oynadığı Ben Öldükçe Yaşarım filmindeki gibi, dövüldükçe, sövüldükçe diriliyor, büyüyor adam.
Mehmet Barlas portresini nasıl çizeyim ben?
Engin Ardıç Bey rahmetli, Oğuz Atay’la dostluklarını farklı vesilelerle defalarca kaleme almıştı. Barlas ve Ardıç, TUTUNAN olmayı seçerek bu çemberi kırdıkları için mi o kadar tepki çektiler acaba? Duayen köşe yazarlarımız yokuş yukarı çıkmayı, tutunmayı başarmışlardır. İleri görüşlüdürler, tehlikeyi de, geleceği de görür, ona göre pozisyon alırlar.
Kadın ve aile krizi, soğan sembolizmi
Soğan sembolizmi, koyunun güzelliği, Kızılcık Şerbeti yerine İslamofobi belgeseli, kırmızı çizgiler. Berat Bey haklı: At izi, it izine karıştı, Allah sonumuzu hayreyleye…
Ömer mi, Nursema mı derdine düştük
Anladım ki bir dizi sektörü var, bir de en az onun kadar büyük, dinamik dizi izleme ve inceleme sektörü var. Fakat çokça da keçiboynuzu, şamata, boş zaman eğlencesi çıkıyor karşınıza. Onlar da lazım, iyi hoş ama sadece keyif için yapmıyor millet bu işleri, ucunda para var.
Ne şerbetmiş bu Kızılcık Şerbeti
20 haftadır ekranlarda olan Kızılcık Şerbeti, ne enflasyon tanıyor, ne deprem, ne de seçim. Herkes ona bakıyor, onu konuşuyor. RTÜK, Kızılcık Şerbeti’ne sessiz kalmadığı gibi Kaplan Hoca’nın ve Arseven’in çağrılarına, uyarılarına da daha fazla kayıtsız kalmayıp 5 kez yayın durdurma ve en üst sınırdan para cezasını tebliğ etmiş dizinin yayımlandığı kanala. Beş hafta yayınlanmazsa, şerbet meselesi unutulur gider. Zaten seçim var önümüzde, ben de bu dertten kurtulurum böylece hayırlısıyla.
Bay Kemal şerbeti
Dizide genç, yetişkin kadınlar, erkekler ayrı hayat tarzlarına, düşünce ve inançlara, değerlere sahip olsalar da aşkla, anlaşarak, konuşarak birlikte yaşıyorlar. Bay Kemal’in helalleşeceğiz, barışacağız sloganlarının, mesajlarının propagandasını temsil ediyorlar. Nursema isyan ve ihtilaline ayrılan 20. bölümde içkili lokantada iftar sahnesi var mesela. Tam bir mizansen, provokasyon...
Medya Kılıçdaroğlu’nu satın almış
Nagehan hanımın yazısı aslında müthiş bir doktora konusunu haber veriyor: Türk Basın ve Medya Tarihine Döneklik, Menfaatçilik ve Oportünizm.
Böyle bir çalışma çok önemli, rehber niteliğinde kalıcı bir kaynağın yanı sıra peşinen söyleyeyim best seller çıkaracaktır ortaya. Buradan akademisyenlere, Ahmet Hakan ve Nagehan Alçı’ya açık çağrı yapıyorum: Lütfen birlikte çalışınız. Türk bilim, basın, yayın dünyası sizlere minnettar kalacaktır. Herkes kazançlı çıkacaktır.
Vebal büyük, durum kritik, helallik şart
Kim der ki bir gün gelecek, Ahmet Hakan beyefendi Atatürk’ü arkasına alacak! Bir-iki demedi, zerre tereddüt etmedi, şak diye alıverdi. Hem de nasıl, hangi Atatürk’ü? En sivil, en muhabbetçi haliyle, tavla masasında zar sallayan, kapı alma peşindeki Atatürk’ü aldı adam arkasına. Ahmet Hakan beyefendinin bilgeliği karşısında Nagehan Alçı hanımefendi atak ve radikal tavrıyla dikkat çekiyorlar. Her iki taraftan da dayak yemeyi göze alıyor, Onları da cesaret ve kararlılıkla göğüslüyor.
İşte size şiir, işte üniversite, işte yardım
Neyse ki Diyanet Vakfımız deprem bölgesine acilen 15 bin adet Kuran-ı Kerim göndermiş bulunuyor. Yeni basımlara hızla devam ediliyor, onlar da çıktıkça peyderpey afetzedelere ulaştırılacak. Diyanet görevlileri, vakıf gönüllüleri, manevi rehberler ilk günden beri seferber olmuş bulunuyor. Depremzedelerin dertlerini dinliyor, çadır, eşya, soğuk gibi maddi sorularına karşılık asıl hakikati, maneviyatı tahkim etmeye gayret ediyorlar. Allah hepsinden razı olsun.
Yurtları boşaltın gençler!
Şimdi, üniversiteleri kapatıyoruz desen olmaz. Ancak mücbir sebep gösterilerek öğrencilerin kampüslere ve bir araya gelmelerinin önüne geçilirse, sorun hiç değilse şimdilik çözülür. O nedenle de önce yurtların boşaltılması gerekir. Gerçi yurt odaları ailelerin barınması için uygun değil diyecekler, desinler. Afet durumundayız!
Beton, ölüm ve hayat
Futbolcusu, şarkıcısı, oyuncusu, özellikle ayrı bir bahsi hak eden talimatsız gazeteciler, muhabirler, yayıncılar beraber ve ayrı ayrı yardımlaşmanın çok ötesinde, müthiş bir performans sergiliyorlar. Bu yıkımın, facianın, ölümün içinde yeni bir doğumu haber veriyorlar. Yıllardır betona gömülen toplumsallık yeniden doğuyor onlarla ve herkesle birlikte.
Tabana inen üniversite devrimi
Türkiye yüksek öğrenimde yepyeni deneyler yapıyor, çığırlar açıyor. Psikoloji Bölümü açılıyor. Öğretim üyesi yoksa bile yaratılıyor. Bölüm başkanı, Sağlık Meslek Yüksek Okulu’ndan transfer ediliyor. Çünkü kendisi psikiyatri hemşiresi, alanla ilgili. Yardımcısı, felsefeden geliyor. Davranışsal psikoloji derslerini veterinerlik bölümü öğretim üyesi veriyor. İster kabul edin, ister etmeyin bu bir devrim, Aktif Devrim.
Yalayanımız, yalakamız, replikamız çok hamdolsun
Sayın Ural’ın ardından bu sefer de aslen cerrah olan bir sayın milletvekilinin memleketi Ordu’da yerel kanaldaki konuşmasını dile doladılar. Neymiş efendim, “Biz Tayyip abiyi ihaneti bırak sırtımızda taşımamız lazım. Ayakkabısını elimizle yalamamız lazım” demiş sayın vekilimiz. Ne var bunda? Şahsi ve samimi hisleri kendisinin. Bir laftan kıyamet koparanlar, bu memleketin, milletin kültürüne, değerlerine yabancı olduklarının farkında değiller.
Ömer’in yolu dertlerle dolu
İnternet siteleri, sosyal medya, imamlar, türlü çeşitli cemaat mensupları, trol tayfası Ömer’le yatıp Ömer’le kalkıyor. Misal, ezan okunuyor dizide ve Türkçe altyazı geçiyor. Buna alkış tutan da var, “Türkçe ezan sevdası hortladı” diye küplere binen de… Uzmanların uzmanı Akit, daha dizi başlamadan şıppadak tespit ediyor durumu: “Şimdi de ‘Ömer’ ile ortaya çıktılar! Diziler yoluyla imamlara yeni operasyon”. Memleketimizin, insanımızın ne dertleri var, görüyorsunuz.
Ebabil bir kuştur, trollük pek hoştur
Cemal Süreya’nın “yoksa burs mu veriyorlar birbirini sevmeyenlere” sorusunun cevabı bugün kesinlikle evet. Birilerine nefretle saldıranlara, örgütlü imha harekatı yürütenlere ücret de veriliyor, ödül, burs, bahşiş, en olmadı misyon veriliyor artık.
Çocuklardan ve kadınlardan kurtulma kararı
Utancımız, rezilliğimiz saymakla bitmez. El uzatıp kadınlaştıramadığımız çocukları da açlıktan öldürüyoruz. Eskişehir’de 6 yaşındaki Nur Elif mesela… Fukarayız. Sadece parasızlık değil bu. Akıl, fikir, din, vicdan, insanlık, her şeyin fukarasıyız. Birileri çocukları, özellikle kız çocuklarını ve kadınları yok etmeyi kafaya koymuş.
Felsefeye bulaşanın burnu b.ktan kurtulmaz
Felsefeye bulaşanın burnu necasetten –b.ktan- kurtulmuyor. Uzak duralım. Ezik olmayalım. Pısırık hiç olmayalım! Hocanın da dediği gibi TBMM’deki bir sayın milletvekilini örnek alıp muştalı yumrukla ecdat geleneğini icra edelim, anlayana anladığı dilden konuşalım, adamın dibi olalım.
Nesli müdafaa için cahilleşiniz, cahilleştiriniz
Tövbe, haşa. Yazmak ne haddime. Ben gazetelerin, dergilerin, ajansların kıdemli düzeltmeni, eskilerin tabiriyle Musahhih Haslet. Bazılarının Asaf Bey dediği, ayıptır söylemesi mütekait şair Asaf Haslet. Depremler, telefon mesajlı rüyalar ve onların gündüz gözü ayniyle karşıma çıkması, umutsuz aşklar, taciz, tehdit neyse ne de, her şeyi bir araya toplayan bugün yaşadıklarım olmasa yazmaya kalkar mıydım, bilmiyorum.