Aslıhan Aykaç

aslihanaykac@gmail.com
TÜM YAZILARI
Türkiye çölleşirken Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimin yaşandığı bolluk bereket diyarı olmaktan çıkıp insanların nefes alamadığı bir kanser koğuşuna dönüşüyor. Bu ölümcül döngüden çıkmak en başta kirliliğe en fazla yol açan ekonomik sektörlerdeki karbon salınımı en aza indirerek, sonra endüstriyel üretimdeki çevre standartlarını hayata geçirerek, yaptırımı artırarak mümkün olacak.
Emekçinin sesini kim duyacak? Olması gereken, devlet kurumlarının sömürü düzenine müdahale etmesi, yargının hak ihlalleri ile ilgili inceleme başlatması, üretim sahalarında denetimlerin artmasıdır. Devlet ne kadar liberal olursa olsun, varlık nedeni olan halka karşı sorumludur, insana yakışır bir yaşam standardından taviz veremez. Ortada bir sorun var, işçileri yollara döken, isyan ettiren, hayatlarından bezdiren, çalışmalarına rağmen iyileşmeyen yaşam koşulları var. Muhalefete muhalefet etmek 2024 yerel seçimleri, otoriter bir rejime dair önkabulleri sarsıcı bir biçimde her şeye rağmen muhalefetin potansiyelini gözler önüne serdi. Ancak bu tepki oyunun, kalıcı ve istikrarlı bir tercih olmayacağını, ülkenin siyasi geleneği içinde milliyetçi muhafazakâr değerlerin öne çıktığını ve iktidarın elinde seçimlerde kullanabileceği maddi ve insan kaynağının büyüklüğünü akılda tutmakta fayda var. Değişim imkânsız değil, ama uzun soluklu bir çabayla mümkün.
Boşluktaki ülke Bu öğrenilmiş çaresizlik halinden kurtulmanın yolu ne? Asıl sorun bu. Her birimiz gemisini yürüten kaptan, herkes kendi koltuğunun Erdoğan’ı olduktan sonra birlikte hareket etmenin, ortak iyinin peşinde koşmanın bir mümkünatı var mı? Bir varmış bir yokmuş MB Başkanı evsiz kalmış Üretmeden tüketmenin, tüketerek büyümenin sınırlarına geldik ve bu sınırları fazlasıyla zorladık. Bu sefaletin sorumluluğunu alması gerekenler vatandaşın bir müddet daha kemer sıkması gerektiğini söylüyor, ama asıl tasarruf yapması gerekenler itibarını gözümüze sokmaya devam ediyor. Ahlaksızlığın altın çağı Böyle bir ortamda yetiştirdiğimiz çocuklara, gençlere “Çok çalışın, iyi eğitim alın, yaratıcı olun, becerilerinizi geliştirin, iyi işlerde çalışın, kendi ayaklarınız üzerinde durun” demenin hiçbir anlamı yok, çünkü bunları yapacak sabırları da özgüvenleri de kalmadı. Bunların hiçbirini yapmadan her şeye ulaşanların dünyasında zenginlik mutluluğun, kurnazlık başarının, ahlaksızlık adil olanın yerini aldı. Yerel seçimler öncesinde kentsel yönetişimde yeni yaklaşımlar Bilinçli seçmenin kent yurttaşlığından ne anladığı ve yerel yönetimden ne beklediği konusunda bir fikri olması gerekiyor. Beklentiler mevcut düzeyi korumakla sınırlı kalınca seçimler gerçek bir seçim olmuyor, adayların birbirinden farkı kalmıyor. Yeni sorunlara, yeni konulara yönelik alternatif politikalara kafa yormak seçmeni bilinçli kıldığı kadar adayları da aldıkları sorumluluğun ve yetkinin karşılığını vermeye zorlar. Kurucu babalar, karizmatik liderler ve otokratlar Örgütsel ölçek küçüldükçe lidersiz seçeneklerin sürdürülebilirliği artıyor, belki böyle bir anda siyaseti hiyerarşik ve bürokratik bir mantıktan çıkarıp merkezsizleştirmek, yatay örgütlenme modellerine alan tanımak ve böylece lider ekseninde yoğunlaşan güç odağını ortadan kaldırmak gerekiyor. Liderin tahakkümünden bağımsız bir siyaset mümkün mü, bunu düşünmek gerekiyor. Cumhuriyetin yüzyıllık yalnızlığı Kazanımlarının yanında eksik yanlarını, elbette hatalarını anlayarak, bugünün dünyasında Cumhuriyet'e yeni bir işlev atfedebiliriz. Bir model olarak cumhuriyet payidar kalabilir, ama hangi değerler üzerine meşru bir varlık inşa edebilir, bunu düşünmek zorundayız. Öğrencinin açlıkla imtihanı Öğrencilerin yiyecek yemeği, yatacak yeri yok. Beslenme ve eğitim başarısı arasında, altyapıyla üstyapı arasında nedensel bir ilişki var. Çocuklara ve gençlere yapılacak doğru yatırımlarla bilişsel becerilerinin gelişimi desteklenmeli, sosyal kalkınmanın kuşaklar arası sürekliliğine yönelik adımlar bugünden atılmalı. Demokrasi kültürü ve iletişim etiği Çok uzun zamandır demokrasiden uzağız, çok bekledik, çok uzun sustuk. “Silivri soğuktur” ile sustuk, gazetecilerin, akademisyenlerin, aktivistlerin başına gelenleri gördükçe sustuk. Otosansür neredeyse genlerimize işledi, “Başıma bir şey gelir mi?” diye düşünmeden ağzımızı açamaz olduk. Artık zihnimizi yeniden özgür kılmak ve hayal gücünü iktidara taşımak için kat etmemiz gereken yol eskisinden çok daha uzun. AKP’nin bitmeyen projesi: Eğitim yoluyla sınıflı toplumun muhafazası Israrla akıl, bilim, felsefe yerine dine dayalı bir değerler sistemini, mevcut düzeni muhafaza edecek, yerli ve milli projeleri, dünyayla bağı kopmuş kültür sanat faaliyetlerini öğrencilere dayatıyoruz. Dünya değişiyor, gençler bunun farkında, çağı yakalamak varken geride kalmaya çalışmak niye? Yerel seçimlerde yerele sıra gelecek mi? Ekonomik kriz ortamında seçmen, marka kent olmanın sağlayacağı uzun vadeli ve dolaylı getirilerden çok altyapı hizmetlerine, ulaşım maliyetlerine, sosyal desteklere, su faturalarına bakıyor. Seçmen muhalif belediyelerin merkezi yönetim tarafından baltalanmasıyla değil, seçim sonucunda kendisine sağlayacağı fayda ile ilgileniyor. Sırf bu nedenden ötürü bile muhalif partilerin yerel seçimlerde işi kolay görünmüyor.   Doçentlik yönetmeliği: Para hesabı, puan yarışı, yayın baskısı Akademik emeğin değerinin yeniden belirlenmesi, akademik personelin iş güvencesi, gelir güvencesi ve sosyal haklar yönünden güçlendirilmesi, bunun yanı sıra özgür düşüncenin filizlenmesine uygun kurumsal özerlik ve demokratik bir ortamın yaratılması, moda deyimle bilimsel düşüncenin gelişimine uygun bir ekosistemin inşa edilmesi gerekir. Akademik emeğin değeri: Para mı, puan mı, unvan mı? Üniversiteyi bir piyasa olarak görürseniz bilimsel bilgi amaç olmaktan çıkar, piyasayı ayakta tutmaya yarayan bir araca dönüşür. Bilimsel bilgi kendi içinde bir amaç, bir hedef olmaktan çıktığında artık akademik ideallerden, meraktan, hevesten ve heyecandan söz etmek mümkün olmaz. Piyasanın kâr baskısından, siyasi otoriterinin tahakkümünden bağımsız, bilimi hedef edinen bir bakış açısı olmadan dünya sıralamasına girmeyi beklemek de gerçekdışı. Dünyanın en sıcak günü, Akbelen ve Türkiye’de çevresel adalet Çevre meselesinde siyasetçilerin şovuna, aktivist romantizmine, akademisyen soyutluğuna yer vermeden, yerinden yereli örgütleyerek, yasal hakların bilincinde olarak ve yasal yolları kullanarak harekete geçmek gerek. Akbelen son değil, ama sessiz kaldığımız sürece sonun başlangıcı olabilir. Toplumsal muhalefet, şimdi değilse ne zaman? Muhalif güçlerin durup beklemek yerine meseleleri görünür kılması, başka bir reçeteyle ekonomik refahın adil paylaşımının mümkün olduğunu anlatması, ayrıştırıcı politik söylemlere, günah keçisi ilan etmelere karşı bir arada yaşamanın ve kolektif mücadelenin yollarını, ortaklaşmayı hayata geçirmesi gerekiyor. Tatilde dinlenmek mi, yorulmak mı? Dar alanda yoğunlaşan büyük tesisler turizm merkezlerinin taşıma kapasitesini zorluyor, altyapı sorunlarına yol açıyor, arıtma tesisleri yetersiz kalıyor, trafikte konvoylar, havaalanında uzun kuyruklar tatilin sağladığı dinlenmeyi yorgunluğa dönüştürüyor. Yereldeki dinamikler açısından bakıldığında doğal kaynaklar geri dönüşü olmayan biçimde yok ediliyor, tesisler zamanla eskiyor, tadilatı mümkün olmayınca âtıl kapasiteye dönüşüyor. Asgari ücret ile asgaride yaşamak Verimlilik çalışanların iş-dışı yaşamlarına, emeğin yeniden üretimine de yansıyarak sosyal kalkınma etkisi yaratır. Dolayısıyla çok boyutlu düşünmeli, güçlü haneler için ekonomik katılımı emek yoğun istihdam alanlarının dışında, iş birliklerine, dayanışmaya ve kolektif girişime uygun, yenilikçi ekonomik alanlarda nasıl gerçekleştireceğimizi düşünmeliyiz. Türkiye’de muhalif olmak Son on yılda yaşananlar ne kadar zorlu ve acı dolu olursa olsun, bir öğrenme sürecini tetiklediği aşikar. Bu öğrenme sürecinin en önemli çıktısı kolektif eylemliliğin haksız uygulamalar karşısında en güçlü baskı aracı olduğu. İkinci bir çıktı da örgütlü toplum inşasında bilgi akışlarının en az insan kaynağı kadar merkezi bir yerde durması. Değişim için bir kere daha Bordo perdenin arkasında bizi yirmi yıldır yaşadıklarımızla daha iyi bir Türkiye olasılığı arasında bir tercih bekliyor. Belki her şey bir anda iyileşmeyebilir, ama daha özgürlükçü bir Türkiye’nin, uzlaşmacı bir dilin, bir arada yaşamayı yücelten bir toplum sözleşmesinin, değişimi yakalamaya dönük bir siyasetin önü açılabilir. Gergin bekleyiş Bu seçim önemli bir başlangıç olabilir, ancak mucizevi bir dönüşüm yaşatacak sihirli bir formülden söz etmek mümkün değil. Mücadeleyi, emeği ve eylemliliği uzun soluklu yürütebilmek kısa vadeli kazanımlardan çok daha büyük bir etki yaratır. Süreci sağduyuyla yönetmek, sonucu sükunetle karşılamak tüm paydaşlar açısından önem taşıyor.  İzmir’de iki miting ışığında seçim manzarası Çatışmaya, dışlamaya, kutuplaştırmaya dayalı hâkim söylemini bir kere daha tekrar eden AKP ya İzmir’den umudunu kesti ya da seçimlerden... Millet İttifakı’nın mitingi bildiği denizde, güvenli sularda olmanın özgüveniyle çoşkulu ve umut dolu geçti. Yeniden demokrasi, yeniden halk iradesi Ekonomik göstergeler hızlı bir iyileşmenin mümkün olmadığına işaret etse de seçim sonrası ortaya çıkacak beklentileri değerlendirmek için henüz erken. Sivil haklar ve demokratik özgürlükler açısından ise demokratik geçişin çok daha geniş çaplı kazanımlar sağlayacağı öngörülebilir. Umalım ki seçimle gelen iktidar halkın iradesini göstermesi için alan açsın. Şimdi artık, burada ve her yerde, yeni bir halk hikayesi yazmanın vakti geldi. Seçimlerin ötesinde bir demokrasi arayışı Demokrasinin sürekliliği açısından siyasi katılımın, hak mücadelesinin, vatandaşların –ve hatta vatandaş olmayanların- taleplerini dile getirebileceği kanalların olması gerekli. Siyasi temsilin partiler üzerinden yapılması bir zorunluluk değil. Belki bunun yerine sivil toplumu canlandırmak, yerel siyaseti güçlendirmek, sendikal hareketi gençleştirmek gerek. Seçime giderken kadınlar siyasetin neresinde? Toplumsal cinsiyet haklarının insan hakları olduğunu aklımızdan çıkarmadan, herkesi kapsayan ve hiç kimseyi geride bırakmayan bir söylem, bir siyaset ve nihayetinde bir toplum inşa etmek için ayrımcılığı şiar edinmiş zihniyetlerle mücadele kaçınılmaz. Bu seçim, toplumsal cinsiyeti bir ayrımcılık ölçütü olarak kullananlarla buna karşı duranlar arasında da bir seçim. Filler tepişiyor, çimenler eziliyor Cumhuriyetin yüzüncü yılını belki de yüzyılın en önemli seçimiyle karşılayacağız. Siyasilerin ve seçmenin karşısında iki yol var: Birinci seçenek ekonomik çöküntü, çevresel bozulma, demokratik gerilemeyle karakterize edilen bir siyasi istikrarı devam ettirmek, ikinci seçenek toplumsal uzlaşıyı, demokratik siyaseti, ekolojik denge ve ekonomik dönüşümü tetikleyecek yeni bir iktidara şans vermek. Asıl dayanışma bundan sonra Bütün bu korkunç deneyimden çıkan en önemli sonuç, bir felaket anında halkın kolektif gücünün devletten de piyasadan da uluslararası kuruluşlardan da daha güçlü ve daha hızlı bir refleks oluşturabildiği. Böyle bir başlangıç noktası dayanışmanın kolektif doğasıyla, birliktelik, karşılıklılık ve katılımcılık ilkeleriyle geliştirilebilir. Bu dayanışma üretimde, bölüşümde ve insana yakışır bir yaşamın inşasında merkezi bir rol oynayabilir. Enkaz ama hangi enkaz? Türkiye bilimden uzaklaşıyor. Tıpkı pandemide olduğu gibi, tıpkı ekonomik krizde olduğu gibi, bilim insanlarına kulak vermediği için büyük hasarlarla, toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Şimdi de zaten pandemi sürecinde bir buçuk yıl boyunca uzaktan eğitime maruz kalan öğrencileri bir kere daha aynı zorluklarla karşı karşıya bırakarak ülkedeki bilimsel gelişmenin geleceğini de riske atıyor. Geliyor mu gelmekte olan? Mutabakat metninin seçimlere yansımasını gösterecek başka adımlar da var. Türkiye’de görece bir baskı unsuru oluşturan sivil toplum kuruluşları bu metne nasıl tepki verecek? Sendikalar ve kadın örgütleri politika önermelerini yeterli bulacak mı? İkinci bir gösterge de adayın açıklanmasından sonra yaşanacak. Seçmen, politika vaatlerine inansa bile bunların açıklanan aday tarafından gerçekleştirileceğine inanmazsa güven kaybı yaşayacak. Üçüncüsü nasıl bir kabine bu programı uygulayacak?