Beyhan Sunal

bsunal@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Fakirler için tasarım dünyası: Ayçekirdeği soyacağı da yapmışlar ya Geçen gün bir Çin malları sitesini gezerken ayçekirdeği soymak için de bir alet tasarladıklarını gördüm. Üstten çekirdeği bastırıyorsun aşağıdan kabuksuz çıkıyor. Alır mıyım? Alırım valla. Kullanacağımı sanmıyorum, tuzlu çekirdeğin o bir süre sonra dudakları kabartan hissini bu makine ile tatmak mümkün olmaz ama bir tasarım fikri olarak cazip görünüyor. Üstelik biliyorsunuz Çin malları sudan ucuz…
Elveda Lenin, asansör söyledi gittiğini... “Çöp poşetleri, sokaklar, asansörler, dolmuşlar, tabelalar, kapı önleri… Her şey konuşuyor bu şehirde… Dinlersen kendi hikayesini anlatıyor sana, şehrin tarihini… Bu şehri onunla konuşarak gezmeyi seviyorum.” Yeni yılda lambadan bir cin çıksa da... Her şey denemekle, ayaklarını suya, toprağa basmakla, bir insana dokunmakla, bir işin ucundan tutmakla başlıyor. Bir topluluğa katılmakla, dayanışmayla, örgütlenmeyle, direnmeyle gelişiyor her şey. Dünya o zaman küçülüyor. Biz o zaman büyüyoruz.
Şaşırabiliyor muyuz acaba? Şaşırmak bir oyundu. Oyunu siz kurmuyordunuz, birisi sizin adınıza bir oyun kuruyordu, sizi düşünüyor, önemsiyor, önceden planlıyor hatta etkili olsun diye kurguluyordu. Size de bunun bir oyun olduğunu öğrendiğinizde keyfini çıkartmak kalıyordu. Biraz susabilir miyiz! Yüksek sesle, her şeyi her yerde konuşan insanlar. Söyleyeceği şeyi içinde tutamayacakmış gibi, konuşmak kaçınılmazmış gibi, konuşmasalar ölürlermiş gibi, konuşamamak bir eksiklik susmak sanki bir zayıflıkmış gibi durmadan konuşan insanlar… Bir şeyi dillendirmezlerse o yok sayılacakmış gibi kaygıyla, telaşla konuşan insanlar. Tevfik Taş: Kutsanacak bir üretkenlik, alçakgönüllü bir gülümseme Tevfik Taş tüm bu griliklerin, koyu tonların içinde sanatın renklerine sığınmış. İnsanlığın, mücadelenin, coşkunun izlerini o renklerin içinde aramayı seçmiş. Şikayet etmek, derdine yanmak, kendine acımak yerine yeni bir ufuk açmış hem kendisi hem okurları için. Onu da yine politik kimliği ile bağdaştırmanın yolunu bularak… Mor: Şiddetin değil dayanışmanın rengi Mor Haritam kadınların hayatını kolaylaştırmak, şiddet gören kadınlarla dayanışmak, ev içi hizmetler nedeniyle kısıtlı bir hayat yaşayan kadınlara yeni ufuklar açmak, destek olmak için tasarlandı.  SMA'lı çocukların hayatı kimin ellerinde? SMA’lı çocuklar için umut var ama Kaf Dağı’nın ardında. Kaf Dağı’nın yüksekliğini belirleyen ise sağlık bakanları. Bakanların vicdanına seslenmeye de kent meydanlarından evlerine ulaşmaya çalışan insanları vicdan muhasebesine zorlamaya da gerek yok. Elbette hepimiz çocuklara sahip çıkacağız, ama meydanlarda sürekli tekrarlanan annelerin sesleri çocuklarına destek isterken aynı zamanda sizin devletinizin niteliğini de anlatıyor. Niye bu kadar bağırıyorlar? Sistemleri yama tutmuyor. Bir yerden bastırmaya çalışırlarken başka bir yerden patlıyor. Adına güç dedikleri o kabuk kuruyup içine doğru çöküyor. Herkes onların sesini duyuyor ama kimse onları dinlemiyor. Kimse onları sevmiyor. Yeni, samimi, yaratıcı bir çift laf koltuklarını sallamaya yetiyor. Metrodaki tacizci, anlatılan senin hikayen! Erkekler etraftakilere hissettirmeden, sinsice taciz etmekte ustalaşırlar, kadınlarsa o sinsilikleri geçiştirme taktiklerinde. Taciz sadece bir rahatsız etme durumu değildir, taciz edilen kişinin nesneleştirilmesidir ayrıca. Bu yüzden politiktir. Kanalıma, mutfağıma hoş geldiniz… Erkekler kadınları eve kapatmışlardı. Hayatın merkezi evdi, onu örgütleyen de kadındı. Ama parayı getiren erkek olduğu için kuralları da erkek koyuyordu. Emeklilikte ise tüm denklemler değişiyordu. Bütün hayatın kadının üzerinden örgütlendiği evde, yumurta kırmayı bile beceremeyen erkekler kadınların görünmez emeğinin gücü ile karşılaşıyorlardı. Her şeyi konuştuk Ahmet Tulgar'la, ölüm hariç Devrim yapmak değil devrim olmak, edebiyat yapmak değil yazmak, ünlü olmak değil imzasının hakkını vermek… Tulgar böyle bir insandı. Zehir yoktur, öldürücü olan dozdur Sonra bir gün çok basit isteklerimiz oluyor; o saatte servise binmek ya da karda çamurda işe gitmek istemiyoruz. İşe giderken o kadar resmi giyinmek rahatsız ediyor, sırf diploma için eğitim almak anlamsız geliyor ya da sevmediğimiz bazı insanlarla her gün aynı mekanda olmak sıkıcı geliyor. Yaşlıları ne yapacağız? Yaşlılar yalnız kaldılar; evlerinde, odalarında, yoğun bakım servislerinde, huzur evlerinde… Çocuklarının, torunlarının hayatında yer edinemediler. Gençler yaşlıları yük gibi görür oldular. Onlarla ilişkileri daha çok hastaneye götür, ilaçlarını al, ihtiyaçlarını karşıla gibi sorumluluklar üzerinden gelişti. İşte o zaman yaşlılık korkulacak bir şey haline geldi. Bir gün teşekkür edeceğimiz bir hayat yaşayabilecek miyiz? Yanında bombalar patlayan bu dünyaya çocuk getirme cesaretine ya da fırsatına sahipken, birileri oralarda hala şiirler yazıp filmler çekebiliyorken, aşık olabiliyor, dostluklar kurabiliyor, belki en küçük fırsatta büyük sofralar kurabiliyorken… Biz neden direnmeyelim? Biz neden tüm bu kötülüklere daha da içimize kapanmak yerine göğsümüzü siper ederek yanıt vermeyelim? Hepimiz boyun fıtığı olacağız Ekran denen şeyle televizyon sayesinde tanıştık. Aslında hayatın olağan akışına aykırı bir şey olduğunu o zaman anlamalıydık. Cep telefonları o ekranı elimize verdi ve bizi dış dünyaya saldı. Üstelik o ekrana onlarca işlev yükledi. Biri olmasa öbürü için gözümüz kayıyor ekrana. Yasımı tutuyorum, öyleyse iyiyim Öyle görünüyor ki yas sürecinde hepimiz biriciğiz ve hepimiz biraz yalnızız. Kendi yasımızı kendi bildiğimiz gibi, kendi duygularımızı anlamaya çalışarak ve yüzleşerek yaşıyoruz. Öğrenilen bir şey ama öğretilen bir şey değil yas. Umursayanların yetkisi yok, yetkisi olanların dünya umurlarında değil Matrix’in bir yüzünde dünyayı umursayanlar var. Diğer yüzünde Süleyman Soylu gibi bakanlar, Devlet Bahçeli’nin gözünün içine bakan bürokratlar, Tayyip Erdoğan’ın sözünden çıkmayan yetkililer. Ürkütücü mü evet, iç karartıcı mı evet, umut kırıcı mı ona da evet… Ama sadece bir yüzüne bakarsak. Matrixin diğer yüzünde başları dik, alınları açık, kalpleri temiz, kendilerinden razı, vicdanları rahat insanlar var. Koca bir ülkenin aklıyla alay edemezsiniz Yüzümüzü kadın hareketine döneceğiz. Tüm sorularımızın yanıtları orada çünkü. Kadınlar yıllardır bunları neden yaşadığımızı anlatıyorlar ve önlemek için neler yapabileceğimizi. Kadınlar akıllarıyla, sabırları ve sebatlarıyla buradalar. Dışı seni içi beni yakar… O küçük çocuğun büyümüş haliydi belki de adam. Sünnet olduğunda bir taht üstünde bir düğün salonunda erkekliği kutsanmış, bir kadınla sevişince milli olduğu için yüceltilmiş, bir takım uzuvlarla tanımlanan cinsiyeti nedeniyle her şeye hakkı olduğuna ikna edilmiş adam erkeklik kalkanının arkasına çekilmiş yaşayıp gidiyordu. Dedektif dizilerini neden seviyoruz Dedektifleri değilse de dedektif dizilerini severiz, çünkü suçlular her zaman yakalanır, cezasını bulur, adalet her zaman sağlanır. Adaletle aramızdaki bağ, kurgu da olsa, bir dizinin 50 dakikası içinde yeniden tesis edilir içimizde bir yerde. Böyle olmalı, olabilir deriz.  Elimize iğne batsa canımız orda Ortadoğu artık her yerde. Savaşın haberinden, bilgisinden, görüntüsünden kaçamıyoruz. Öyleyse anlamaya mı çalışsak, her gün tepesine bomba yağanların yaşadığı isyanı, acıyı, kendi hayatlarımızın tüm bunların yanında nasıl bir konfor içerdiğini...  Ağrı eşiğim düşükmüş, öyle dediler Sızı da ağrı kadar insanı acıtan bir şeymiş. Daha ince, daha sinsi üstelik… Yanma, iğne batması, derinin incelmiş olduğu hissi… Sanki yüzeye yayılmış bir acı. Dokunsan acıyor, dokunmasan acıyor, sarmalasan, üstünü açsan, soğutsan, ısıtsan… Bedenim ağlıyor sanki. Susmak bilmeyen bir çocuk gibi. İncinmiş ve ne zaman susacağına kendisi karar verecek. Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap! Şiddet “kaynayan kurbağa” anektodunda olduğu gibi yavaş yavaş ısınan bir baskıdır. İlgi, sevgi, şefkat boyutunda görünmeye başlar, kontrol, baskı, duygusal ve fiziksel şiddet olarak evrilir. Erkeklerin babalıkları, anneliklerin kadınlıkları Anneler Günü’nde anneler kadınlıklarını, Babalar Gününde erkekler babalıklarını hatırlıyorlar. Birer klişeye dönüşmüş, tüketim çılgınlığının vesilesi olmuş bu özel günlerin hiç olmazsa böyle bir faydası oluyor. Anneler ağız dolusu gülebiliyor, babalar uluorta ağlayabiliyor desek yanlış olmaz sanki. Whatsapp'tan kurtuluş yok mu? Ya hep beraber ya hiç birimiz! Her an her yerde ulaşılabilir olmak aslında tam da özel hayatımızın sınırlarının kalktığı anlamına geliyor. Whatsapp bunun en belirgin özelliği. İş saati özel yaşam ayrımını, kamusal alan özel alan sınırını ortadan kaldırıyor whatsapp. Mesaj gönderenin beklentilerini yükseltirken, mesaj alanın hayatını kısıtlayan bir uygulamaya dönüşüyor. Allah herkese kedi uykusu rahatlığı versin Kediler açgözlü değillerdir. Anlık yaşarlar, karınları doyunca kalan yemeği saklamazlar. Buzdolapları, banka hesapları, kirli çıkıları, kilerleri yoktur. Stoklamazlar, biriktirmezler. Kediler sokağa balgam tükürmezler mesela. İnsanların paralarını alıp küçük teknelerle ölüme terk etmezler. Savaş çıkartmazlar. Daha çok canlıyı bir seferde öldürmek için silahlar icat etmezler. Neden bu kadar çabuk yoruluyoruz? Yorgunuz evet, bıkkınız, öfkeliyiz. Buna hakkımız da var. Ama artık ezberimizi bozalım, yorgunuz demekle bir yere gidemediğimizi fark edelim. Şarkıda dediği gibi "Yıkıntılardan ayağa kalkışı ayırabilmeyi" öğrettiği için hayata teşekkür edelim: Gracias A La Vida! Anneler Günü mü dediniz? Annelik kisvesi altında kölelik, cefakarlık, fedakarlık kisvesi altında kadının kendinden vazgeçmesi bekleniyor. Anneliğin kutsandığı ülkede anneler hırpalanıyor, öldürülüyor, görmezden geliniyor. Oysa bu ülkenin en büyük muhalefetini kadınlar örgütlüyor. Meclis koridorlarında nöbet tutan kadınlar, yasal ve sosyal haklarından vazgeçmemek adına birlikte davranmayı sürdürüyor. Dayanışmayı, desteği elden bırakmıyorlar. Karnında değil kalbinde büyütenler Yağmur ve Deniz’in sevgisi kısa zamanda bambaşka bir bireye dönüştürdü Ozan’ı. Kendini güvende hissedince bir çiçek gibi yaprak yaprak açtı. İyiliği, şefkati, çocuksuluğu, çalışkanlığı ve zekası ortaya çıktı. Kolayca öğreniyor ve uyum sağlıyordu. Yağmur ve Deniz ile 2.5 yıl kaldı Ozan. Sonra annesi çıkageldi.