Mehmet Said Aydın

msaydin@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
Oxir be Resul Alan Bu intiharın kuvvetli ölçüde sınıfsal olduğu, korkunç enflasyonla insanların sürüklendiği borç bataklarının nelere yol açtığı, sınıfsal şiddetin ne denli vahşi olduğu Resul Alan’ın ölümüyle bir kez daha gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde duruyor. Oxir be Resul Alan. Mektubun bembeyazdır.
İleriye mi, geriye mi? Toplumun ikiye bölünmediği yegâne şey, bir süredir, başka bağlamlarda geçmişi özlemek. Kimi ‘90’ların müziklerini özlüyor, kimi Toros’unu özlüyor, kimi de direniş kuvvetini. 'Yeni Türkiye' ne kadar yeni? O gece ekonomi tepetaklak oldu ve bu krizli sürecin sonunda 2002 genel seçimlerine gidildi, çiçeği burnunda merkez sağ parti AKP tek başına iktidar oldu. “Sağ kol” parti kurmuştu, parti genel seçimde başarısız olmuştu ve aslında adlı adınca “Yeni Türkiye” tam da o günlerde başlamıştı.
Cihat Duman: ‘Yazarken fiziksel acı çekmiyorsun’ Beyoğlu'nda iki bekçi tarafından fiziksel saldırıya uğrayan şair ve avukat Cihat Duman, "Yeşilçam filmlerine konu olmuş ve artık pejoratif olan ‘bekçi’ kelimesi üzerinden kanun yaparsanız bekçi personası aşağılık kompleksi yaşar. Ve memuriyette bu çok korkunç neticelere yol açar. Kaldı ki polise yardım etmek nedir? Polis kolluk vazifesini yerine getiremiyor mu o koca nüfusuyla," diyor. Altı çizilesi gayriresmi gazete: 'Solfasol' Adı güzel, kendi güzel Solfasol 10 yıldır Ankara’dan dünyaya sesleniyor. Her ay kapının koluna kıvrılmış Solfasol gazetesini görmek, bana şahsen saadet veriyor. Altını çizemeyeceğim kitaplar I: 'Babaya Mektup' Franz Kafka’nın daha yaygın bilinen kurgu metinlerine, bizzat Kafka’nın anlatıcı olduğu bu mektubun “tuhaf” bir anahtar işlevi göreceğini iddia etmek sürpriz olmaz. Bu metni çarpıcı yapan ilginç bir başka nokta ise, günümüzde halen oldukça canlı biçimde yaşaması. Türlü “baba”larla ve türlü “kendi alanından çıktıktan sonra diktatörlük yapamayanlar”la. Evrim Alataş'ı hatırlamak Sonra döndüm askerden. Traşlı yüzümle, güneşe. Diyarbakır Kitap Fuarı’nın ilk senesiymiş meğer. Sınava girmeden önce yanımda olan Kemal Varol’la konuştuk. Dedi “Evrim için bir okuma düzenleniyor. Herkes Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer’den istediği pasajı okuyacak.” Dedim “Evrim’in gülen gözlerinden birimiz söz etsek ya.” Haftalar sonra bir sofra Bunca kısacık zamanda meğer unutmuşsun: Bir masanın etrafında oturup konuşabilmek böyle güzel miydi? Evin yalın hali Yeni tanışılan ev. İlk defa bu kadar yakından bakılan ev. Her şey çok hızlı kirleniyormuş. Uzun bakınca, her şey o kadar da ilginç değilmiş. Köylüler geçti de şimdi ihtiyarlara mı ölüm? Devlet “adamları”nın dilinde, ilk günden beridir bir “yaşlılar” lafıdır gidiyor. Yaşlıları şöyle etkiliyor, esas etkilenen yaşlılar, sokağa çıkmaması gereken ilk grup yaşlılar, gençler değil de yaşlılar, yaşlılar da yaşlılar. Sanki şimdiye dek kimse bu insanlarla temas kurmadı, sanki bunlar yangında ilk bırakılacak nesnelermiş gibi, tuhaf bir uzaklaştırılma, garip bir ötelenme yaşadılar. Bir Kaptan şarkısı: Her şey sermaye için sevgilim… “Her şey sermaye için sevgilim/ Bir yıldıza laf atmakmış benim işim/ Kapıları, pazarları satmışlar meleğim” diye başlayan, Türkçenin bence en iyi güftelerinden birine sahip bu konuşkan şarkı, devamında net konuşuyor. Epey net: “Gidiyorsan şehir denen okula/ Bir mektup yaz parasız yatılıya/ Gülümse biraz acılar kiraz bizde hep yaz/ Kirazdan küpe hayırlı mezuniyetler hepinize/ Çünkü serbest bir Pazar her şeyi bozar/ Çünkü denizsiz martılar bir deniz arar”. Konu isterseniz Kuantum mekaniği olsun, isterseniz pencere pervazı; artık kır kalmayan ve her yerin şehir olduğu bu okulda, konular daima sermayeye ulanır. Bir illet virüs bunu en öz haliyle bir kere daha hatırlattı. Evlerde, eviçlerinde, dört duvar arasında. Kayyım Bütün bu malumatın sonunda şunlara ulaşıyoruz: Esasen “kayyım” olan kelime zamanla halk dilinde “kayyum”a dönüşüyor ama o dönüştüğü kelimenin manası çok geniş ve büyük bir kelimeye tosluyor. Ama gene de bu iki kelime aynı kökten geliyor ve o kök gidip “kıyamet” kelimesiyle akraba çıkıyor.  Bir afiyet, bir nasip işi: Uyku Bu sadece bana ait bir şey olsa, bu dertten tek başıma mustarip olsam bu yazıyı yazmayacaktım. Ama kısık sesle bir şey iddia etmek isterim; benim yaş grubumda, arkadaş çevremde neredeyse herkesin sorunu bu. Kimse uzun uyuyamıyor, kimse mantıklı saatlerde uyanamıyor, kimse kesintisiz dalamıyor, kimse ferah rüya görmüyor. Ya sahne diye bir yer olmasaydı: Vedat Yıldırım Cemal Süreya, İlhan Berk için “Şiir diye bir şey olmazsa, o icat ederdi” mealinde bir söz söyler. Ben de naçizane el yükseltiyorum. Sahne diye bir yer olmazsa, Vedat Yıldırım onu icat ederdi. Suruç diye bir yer Sıkıcı, çok sıkıcı bir yazı bu. Ben olsam okumam. Yeni bir şey demeye ne halim, ne takatim, ne de müktesebatım uygun. Her hafta oturup bir şeyler yazan âdemoğlu olarak, elimden başka bir şey yazmak da gelmeyecek. Mesele Suruç, konu çok zor, yazı sıkıcı. Bir temsil: Yaralarım Aşktandır Ferruhzad’ın hayatını, şiirleriyle beraber ele alan bir oyun oynanıyor bir süredir. Metin Şebnem İşigüzel’e ait; yönetmenliğini Berfin Zenderlioğlu yapıyor ve Nazan Kesal tek kişilik bir performansla izleyiciyle buluşuyor. Yaralarım Aşktandır için söyleyebileceğim ilk cümle, Nazan Kesal’ın sahnede devleştiğidir. Bu “sahnede devleşti” klişesinin gerçekten hayatiyet bulduğu, ete kemiğe büründüğünü görmek bir defa büyük saadet. Temmuz notları Bu dünyadan bir küçük İskender geçti. Çok dolaşan “Ben öldükten sonra dans edin…”le başlayan videosundan bahsetmek istiyorum; ki, bu dünyadan geçen küçük İskender’in öte yandan nelerle boğuşmak zorunda kaldığını hatırlayalım. 100 ülkede türkü çığırmak: Loudingirra Özdemir Sıtkı Baba’nın “Siyah Saçlarında Hatem Yüzleri” türküsünü, daha doğrusu şiirin “Kaşların bismillah yüzün beytullah/ Seni öz nurundan yaratmış Allah/ Sevmişem ben seni terk etmem billah/ Aşkın hançer’inen canım vuralar beni” kısmını düşünürken gördüm Loudingirra Özdemir’i. Çok kalbî bir icraydı duyduğum. Kaçıncı ‘üçüncü güç’? Dünyanın en kalabalık Kürt şehirlerinden biri İstanbul. Ve İstanbul’da yaşayan Kürtlerin neredeyse tamamının kendini ait gördüğü siyasal hareket HDP çizgisi. Bu siyasal hareketi mahcup biçimde çeşitli ittifakların içinde “varmış gibi” göstermenin miadının geçtiğini kanıtladı bu seçim. Kurşun kaleme övgü Öteki kalemlerin işi mürekkepledir, “tükenmez kalem”in isminin iddiasıyla varoluşu arasındaki derin fark başka tartışmanın konusu ama nihayet hepsi mürekkeple “çalışır”. Bir tek kurşun kalem, kendi özünden “yiyerek” çalışır. O da iyi bir kalemtıraşla mümkündür. Haziran notları Haktan Pak, bu dünyada 50 yıl yaşadı ve davudi sesiyle “Eyvallahın” diyerek gitti. Yattığı yer gül olsun. Haziran’ı çok severdi. En çok da 1 Haziran 2013’ü. Bayram evi Bu bayram evdeyim. “Aşağıdan gelir omuz omuza” türküsünü söylemiyorum. Önce hocamın, sonra akrabaların kabrini ziyaret edeceğim. Çocuklarla bayramlaşacağım, yeğenlere harçlık vereceğim. Akşamında kalabalık yemek yedikten sonra da birahaneye gideceğim arkadaşlarımla beraber. İmamoğlu adıyla çağrılacak mı? Mehmet Metiner’in lapsus’undan anladığımız kadarıyla, AK Partililer artık Ekrem İmamoğlu’nu adıyla çağıramayacakmış. AK Parti’nin adayı Binali Yıldırım’ın tweet’inden öğrendiğimiz kadarıyla da, İmamoğlu’nun yeni kod adı “CHP adayı”. Burada çok tuhaf bir kabul var. Dost, anı, şehir, duygu: Biriktirmek Şu günlerde çok sık dikkatimi çeken başka bir moda üzerine konuşmak isterim. Bir fiil ama fiil olmaktan daha büyük, daha gövdeli bir şeye evrilmiş zaman içinde: “Biriktirmek”. Zenginin malı nasıl yıllarca züğürdün çenesini yorduysa, artık kişisel medyalarımızda, görünenin ışığı görünmeyenin biriktirmesine sebep oluyor. Eski sokaklardan bir ses: Hüsnü Arkan Şimdi, 2019 Mayıs’ı. Epey gürültü var. Deniz Gezmiş ve Attilâ İlhan cismen burada yoklar. Hüda ömür versin, Hüsnü Arkan yanı başımızda. Yazıyor, söylüyor, “rüzgârlanıyor”. Biz ne Yusuf-Hüseyin-Deniz’in ölüm fermanını imzalayanları hatırlıyoruz, ne de o kesif suskunluğa sebep olanları. “Beş Mayıs” diye bir şarkı dinliyoruz. Açlık, gene çoğunluktandır. Bağlamanın kalbi yahut gurbeti kim yarattı? Arif Sağ, bağlamanın kalbidir. Ve bizim kalbimiz onunla atıyor. Hüda ondan razı olsun. Neden soruyorsun, nereye gideyim? İnsan, hayattaki her şeyi yozlaştırabilir. Çok güzel bir manzara mesela, ilk gördüğümüz an ile her gün gördüğümüz hali arasındaki fark müthiş uçurum açar. Sabah mesaiye yetişmeye çalışan ve geceden uykusuz kalmış birinin vapurla işe giderken Boğaz’a bakışıyla, her gün penceresini açtığında Boğaz gören birinin bakışı arasında da bambaşka bir açı vardır şüphesiz. Çileğin ilk tadı ile şimdiki GDO’lu tadı arasındaki farktan bahis açmaya bile lüzum yok. Sular bile bozulmadı mı? Gene gel bize, duraq yüz yüze: Nermine Memedova Kaç yıl evvel dinledim, ilk dinlediğim icrada İmamyar Hesenov ve kemençesin ne denli aklımda kaldı, o ilk dinleyişten sonra kaç kere dinledim, bunların neredeyse hiçbiri yok. Nermine isimli bu kadının kim olduğunu neden merak etmedim, birkaç internet araması dışında neden ayrıca bakmadım, bunlar da yok. Kapıyı çalan Samiye Rastgeldi’dir Bunca söyleyenin içinden neden Samiye Rastgeldi’nin versiyonu çok ilgilendirdi beni diye düşünüyorum. Peslerinin gücü mü, kulağımın terbiyesinin müsaade ettiği kadarıyla bütün notaların hakkını verişi mi, bağlamanın az biraz aksamasını da zarafetle halletmesi mi, “ağız” yapacağım diye türküyü harcamaması ama ağzın küçücük inceliklerini asla ihmal etmemesi mi, bizatihi sözlerin gücünü vurgulayabilmesindeki kabiliyet mi, hakkında pek bir şeye ulaşamamam mı, albümünün olmaması ve “profesyonel” olmaması mı? Karanlık değil, yüksek: Bilind İbrahîm Bilind İbrahîm’i her mecrada (arabalar hariç değil) dinlediğimiz günlerden birinde, bir arkadaşımızın Kürtçe bilmeyen eşi “Aa kör müymüş adam?” demişti. Hiç aklımıza gelmeyen öteki dil çağrışımı: “Blind”ı İngilizce düşünmek hiçbirimizin aklına gelmemişti. Biz de uzunca, acaba İbrahîm’in ailesi Beşiri’den mi göçtü yahut Duhok civarında aynı isimde köy mü var diye düşünmüştük. Kürtçede “yüksek” manasına gelen “bilind” kelimesiyle ismi İbrahîm’in.