Onur Özgen
onurozgen13@gmail.com
TÜM YAZILARI
PSG, Anfield’daki epik gecede tarih yazdı
Şu an Avrupa’da bu kadar yüksek tempoyu aynı derecede yakalayacak başka iki takım yok desek abartmayız. Arne Slot ve Luis Enrique, ne kadar ilkelere bağlı olduklarını gösterdiler. Oyuna hükmetme tutkusu her şeyin önünde geldi. Yarım saat boyunca ne mola verildi, ne temkinli oynandı, ne de topa sahip olup dinlenmeye çalışıldı. Karşılıklı ataklar birbirini kovaladı. Fırsatlar, şutlar peş peşe geldi.
Real Madrid her zaman bir yolunu bulur
Özellikle Şampiyonlar Ligi’nde defalarca hüsrana uğrattığı Atlético’ya karşı, Real Madrid her zaman ayağa kalkıp rakibini alt edecek beklenmedik bir yol bulmayı başarıyor. Yine buldular.
Vincic’in ilk düdüğüyle birlikte maç bitmeliydi
Ligin değerinden çok daha fazla paralara takımlar kuruyorsunuz. Sadece devre arasında bile çuvalla para harcayıp transferler yapıyorsunuz. Her şey bu maç için. Diğer maçları iki takım da zaten bir şekilde kazanıyor. Bu maçta da o birbirinden pahalı oyuncuların, en basit bir pası bile olabildiğince risksiz bir şekilde vermeye çalıştıklarını görüyorsunuz. Çünkü hepsinin kaybetmekten ödü kopuyor. Kaybetmekten bu kadar korkarsanız, kazanmak için hiçbir şey yapamaz hâle gelirsiniz.
Guardiola’nın Bernabeu’daki ikilemi: Hız mı, kontrol mü?
Futbol tarihinin topu en hızlı dolaştıran takımlarını inşa eden Guardiola, son aylarda bir aydınlanma yaşadı. Kariyerinin en kötü sonuç ve oyun krizini aşmak için takımının top dolaştırma hızını yavaşlatması gerektiğine ikna oldu.
Solskjaer çöpün kenarına bırakılmış çalgılardan bir orkestra kuruyor
Taraftarların sezon başından bu yana belki de en çok eleştirdiği iki oyuncu olan Masuaku ve Joao Mario, dün akşamın en iyileri arasındaydı. Bunda Solskjaer’in doğru görevlendirmeleri kadar, en kabiliyetli olduğu konulardan biri olan ikili ilişkilerinin de etkisi olsa gerek.
Çekingen Arsenal, travmalı City’yi dağıttı
Uğurlu lacivert yün kazağını yeniden giyen Guardiola, teselliyi yedek kulübesinde aradı, ama orada da yalnızca yardımcısı Juanma Lillo’nun kederli silüetini buldu. Bu, Guardiola’nın kariyerindeki en ağır skor; 2020’de Leicester’a karşı alınan 5-2’lik ve Bayern’i çalıştırırken Şampiyonlar Ligi’nde Real Madrid’den aldığı 4-0’lık yenilgiden de daha kötü.
Bu kadar gösteriş, bunca hamaset bunun için mi?
Yapılan tüm gösterişli transferlere rağmen üç takımın da Avrupa kupalarında istikrarlı sonuçlar alamaması, bazı şeyleri sorgulamayı gerektiriyor. Belli ki Avrupa’da sadece “yıldız oyuncu” faktörü yetmiyor, oralarda belirli düzeyde bir oyun da gerekiyor ve o düzeye bizim buralarda erişilemiyor.
Fenerbahçe’de yapı değişse de sorunlar devam ediyor
Mourinho’nun maç öncesinde yaptığı “iki maçta iki puan yeter” hesabı matematiksel olarak elbette doğru. Fenerbahçe’nin Midtjylland deplasmanında bir sıkıcı oyun daha oynayıp istediği 1 puanı alması da hiç uzak bir ihtimâl gibi durmuyor. Ama bu kadar pahalı bir kadronun Avrupa Ligi’nde ilk 24’e girebilmesi son maçında bir puan kazanmasına mı bağlı olmalıydı? Bu tabiî ki tartışılır.
Beşiktaş, Solskjaer’den neler beklemeli?
Ole Gunnar Solskjaer, genç yetenekleri öne çıkarabilecek, kulübü orta-uzun vadede yeniden doğru bir rotaya sokabilecek ve Beşiktaş’ın ihtiyacını duyduğu yapılanmaya önderlik edebilecek bir isim. Eğer yönetim onun bu potansiyeline inanır, adımlarını sürece yönelik atar ve birkaç kötü sonuçta “eski alışkanlıklara” dönmezse, Beşiktaş birkaç yıl içinde kendi kimliğini yeniden inşa edebilir.
Hedef maç sorunu, Fenerbahçe’yi hedeften uzaklaştırıyor
Göztepe, Galatasaray, Samsunspor, Beşiktaş ve son olarak dün akşam Eyüpspor… Fenerbahçe, Süper Lig’in kendisiyle birlikte ilk altı sırasında yer alan beş takıma da puan kaybetti. Bu da Jose Mourinho için Fenerbahçe kariyerinde net bir hedef maç sorununu işaret ediyor.
Sadece Galatasaray kazanabilirdi
Galatasaray’ın hücumdaki yaratıcılığı ve skor üretme potansiyeli o kadar yüksek ki, savunmada bu kadar sallandıkları ve oyunun genelinde de kendi standartlarının epey altında kaldıkları bir maçta dahi çok sayıda net gol pozisyonu üreterek kazanmanın bir yolunu bulabiliyorlar.
Boşuna kendinize bir kurban aramayın
Fenerbahçe’nin Athletic Bilbao’ya kaybetmesi tuhaf bir sonuç değil. İnfial yaratacak bir sonuç hiç değil. Daha açık söylemek gerekirse, olması gereken bir sonuç. Bir ay sonra İstanbul’a bu kez Beşiktaş ile karşılaşmak üzere gelecek Athletic’in o maçı da rahat bir şekilde kazanması olağan bir sonuç olacaktır. Bu duruma içerlenilebilir elbette, ama bu bir şeyi değiştirmez. “Niye böyle?” sorusunun cevabını aramak gerekir. Tabiî gerçekten bir şeyleri değiştirmek gibi bir derdimiz varsa.
Mücadele yeteneği yendi
Çok daha fazlasını yapabilecekken, risksiz ve dengeli bir oyunu elbette tercih edebilirsiniz, ama o zaman skoru bir şekilde almak zorundasınız. Mourinho ikisini de yapamadı. Dün akşam sunduğu menü, ne damakta güzel bir tat bıraktı ne de karın doyurdu. Buna karşın mutfağı darmadağın olmuş Topraktepe’nin hazırladıkları ise hem kendine özgü bir tada sahipti hem de tatmin ediciydi.
Gurur kırıcı bir mağlubiyetin anatomisi
Göztepe, Beşiktaş'a karşı İstanbul'da öyle bir ezici üstünlük kurdu ki, bu üstünlük sadece dün akşamki maça dair değildi, aynı zamanda iki kulübün futbol yönetimi ve takım planlaması arasındaki farkı da işaret ediyordu.
Cüret etmek başarmaktır
Keyif ve heyecan verici miydi? Sonuna kadar. Saygı uyandırıcı mıydı? Kesinlikle. Galatasaray’ın dün akşamki 60 dakikalık futbolundan ve elde ettiği sonuçtan gurur duyması lâzım. Ancak bu kadar üstün olduğu bir maçı bile neden bu kadar zorlanarak bitirdiğinin tahlilini de iyi yapması gerek.
Beşiktaş, Van Bronckhorst’un yaratıcılığına ihtiyaç duyuyor
Ulus Baker, “Futbolun pekâlâ bir icatlar alanı olabileceğini asla unutmamak gerek,” derdi. Semih Kılıçsoy’un dün akşamki performansından sonra, Beşiktaş da teknik direktöründen bazı icatlar bekliyor.
Galatasaray istediği gibi oynadı ve kazandı
Galatasaray’ın bu düzenle, yüksek tempoda ve yoğunlukta oynayan, hücum geçişlerinde örgütlü ve maharetli Avrupa takımlarına karşı çok zorlanması kuvvetle muhtemel. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, Süper Lig’de onlara çok fazla sorun çıkarabilecek bir takım görünmüyor. Nitekim dün akşam karşılaşabilecekleri en güçlü iki takımdan birine karşı oynadılar ve savunmada büyük bir sorun yaşamadan kazandılar. Diğerini zaten kendi evlerinde üçlemişlerdi.
Pragmatizm bunun neresinde?
Mourinho’nun “pragmatik futbolunun” gerçekte ne kadar pragmatik olduğu sorgulanmalı. Evet, ortada gayet sıkıcı bir futbol var, ama bunun ne uğruna olduğu belli değil. Şayet Fenerbahçe bu ziyadesiyle iç karartıcı futboldan sonuç anlamında bir yarar sağlayamıyorsa, o hâlde pragmatizm bunun neresinde kalıyor?
Garp cephesinde yeni bir şey yok
Çok uzun zaman sonra iyi bir Avrupa maçı oynadı Beşiktaş. Aynı futbolu bir Süper Lig maçında oynasaydı farklı kazanırdı. Gelin görün ki, karşısında çok iyi bir Bundesliga takımı ve olağanüstü bir kaleci vardı. Sonuç olarak her takım, yerel liginin kalitesi kadar. Acı ama gerçek.
Hâlâ özel biri mi, yoksa artık herkes gibi mi?
Fenerbahçe adına, normal şartlar altında henüz 60 yaşındayken Türkiye’ye gelmemesi gereken Jose Mourinho’nun neden burada olduğunu özetleyen bir derbi mağlubiyeti oldu. Galatasaray’da ise Okan Buruk, bir hayli çalkantılı başladıkları sezonda bir kez daha kendisi ve takımı için bir çıkış yolu bulmuş gibi görünüyor.
Top çok fazla Beşiktaş’ta kalınca
Van Bronckhorst’un takımının şimdiye dek geçiş odaklı oynadığı maçlarda daha etkili olduğu, buna karşın rakip yarı sahaya yerleşerek hücum etmeye zorlandığı maçlarda üretkenliğinin sınırlandığı bir gerçek. Trabzonspor maçı da bunun örneklerinden biri oldu. Tamamen Trabzonspor’un yarı sahasında geçen oyun, bu şekliyle bir süre sonra Beşiktaş’ın aleyhine döndü. Bilhassa ikinci yarıda.
102 puanın Avrupa’daki karşılığı: Koca bir sıfır
Her açıdan berbat bir temsiliyetin sonunda, tarihte dördüncü kez hiçbir Türk takımı Şampiyonlar Ligi’nde kendisine bir yer bulamadı. Akıl almaz paraların harcandığı Türk futbolu, netice olarak Avrupa’dan her geçen yıl biraz daha kopup içine kapanıyor. İçerde abartılı bir gösteriş ve olabildiğince hamaset, dışarda ise koca bir sıfır. Biraz Türkiye’nin kendisi gibi, evet.
Van Bronckhorst yeni bir takım inşa ediyor
Slaven Bilic'ten sonra Beşiktaş'ın bir oyun kültürü oluşmuştu. Kazanır ya da kaybeder, ama oynadığı şey mutlaka kendisini seyrettirirdi. Belki henüz çok erken, ama Giovanni van Bronckhorst son yıllarda yitirilen bu alışkanlığı Dolmabahçe'ye geri getirebilir. Bunu başarmak ise yeniden bir temel oluşturmaya ihtiyacı olan Beşiktaş için her şeyden daha mühim.
Fenerbahçe kendi usulüyle kaybetti
Futbolun en önemli sahnesine dönmeyi kuşkusuz Mourinho da çok isterdi. Üstelik bunu Fenerbahçe’yi 16 yıl sonra Şampiyonlar Ligi’ne döndüren adam olarak başarmayı daha da çok isterdi. Ama maç sonunda kendisinin de işaret ettiği gibi, bu takımın Avrupa Ligi’nde gideceği daha çok yol var. Belki de Mourinho’yla yürünmesi gereken yol, o yoldur.
Rafa Silva’ya sahip olmanın dayanılmaz hafifliği
Siyah-beyazlıların yakın döneminde çok iyi katkı aldığı iki 10 numarası olmuştu: Jose Sosa ve Anderson Talisca. Biri yaratıcılığı, diğeri skorerliğiyle öne çıkan iki oyuncunun ardından Rafa Silva ise bu ikisinin karışımı gibi. Hem yaratıcı hem skorer. Üstelik bu iki oyuncuya göre çok daha hareketli. Dar alanda o kadar çabuk ki, topa ilk dokunuşundan sonra onu tutabilmek çoğu zaman imkânsız bir göreve dönüşüyor.
46 puanlık fark bir anda eridi mi?
İki takımı ilk defa dün akşam seyreden biri, takımlardan birinin geçen sezon 102 puanla şampiyon olduğunu, diğerinin de ondan 46 puan fark yediğini düşünemezdi. Ne Galatasaray o kadar iyi ne de Beşiktaş o kadar kötü durumdaydı. En büyük fark ise elbette Beşiktaş’taydı. Belki sahada yeni üç oyuncu vardı. Ama oyun anlayışı tamamen farklıydı. Geçen sezonun kaotik ve sinik takımı gitmiş, yerine derli toplu ve cesur bir takım gelmiş.
Avrupa’daki Akdeniz üstünlüğü sürüyor: Şampiyon İspanya!
Futbolda, özellikle turnuvalarda, bazen ürkek futbol da kazanabilir. Portekiz’in 2016’daki, Fransa’nın 2018’deki şampiyonluğu bunun yakın dönemdeki en somut örnekleriydi. İngiltere de Southgate yönetiminde yıllardır bu yoldan ilerledi ve bu şekilde iki kez finale kadar geldi. Ama her ikisinde de karşısında cesur futbollar buldu ve futbolun güzellik tanrıları tarafından kupayla ödüllendirilenler cesur oynayanlar oldu.
İngiltere hakkıyla finalde, şimdi sıra finalin hakkını vermekte
Pazar gecesi için en büyük beklentimiz, İngiltere’nin dün gece ilk yarıda oynadığı gibi oynaması ve İspanya’nın güzel futboluna eşlik etmesi. EURO 2024’ü muhteşem uzaktan golleri ve genç oyuncuların vitrine çıkmasıyla genel olarak iyi hatırlayacağız, dileyelim sonu da öyle olsun. Futbol sonunda nereye dönerse dönsün, yeter ki kalplerimize neşe bıraksın.
Kanalı sen değiştir Deschamps
Pazar gecesi kimse kanalı değiştirmek zorunda kalmayacak. Çünkü finalin en azından bir tarafının sahaya futbol oynamaya çıkacağına artık eminiz. Ama siz lütfen kendinizi maçı izlemeye mecbur hissetmeyin Mösyö Deschamps, dilerseniz kanalı değiştirebilirsiniz, hatta televizyonu bile açmak zorunda değilsiniz.
Türkiye çok daha parlak bir geleceğin ilk işaretlerini verdi
“Kaos futbolu” benzetmelerine karşın gerçekte bu takım Türkiye’nin şimdiye dek gördüğümüz belki de en akıllı takımıydı. Çok tutkulu, ama aynı zamanda ayakları yere çok iyi basan ve ne yaptığının farkında bir takım. Üstelik turnuvanın en genç ikinci takımı. Henüz yolun çok başında olan bu takımın yarı finalin eşiğinden dönmesi muazzam bir başarı. Devamının gelmesi için ise onlara gereken zamanı ve imkânı tanımak gerekiyor.