Sinan Birdal

sbirdal@gazeteduvar.com.tr
TÜM YAZILARI
İngiltere’de bir İskoçya kralı: Macbeth ve James İngiltere’de merkeziyetçi devlet ve mutlakiyetçi monarşinin ortaya çıktığı Tudor dönemi boyunca veraset sorunu rejimin en hassas noktasını oluşturdu. Aslında yaygın kanaate rağmen iktidarın intikali meselesi İngiltere monarşisinde yüzyıllar boyu ciddi bir sorun teşkil etti ve kralların haklarını Tanrı’dan aldığı iddiası bu soruna bir çözüm getirmedi. İktidar fetihle, darbeyle, doğumla ya da bir meclisin kararıyla hükümdarın eline geçebilirdi, geçti de.
Gökkuşağı var mıdır? Gökkuşağı her göreni neşelendirir, her zaman kendine baktırır. Karanlık bulutların, yağmur kıyametin ardından doğan güneşin habercisidir. Tam da bu yüzden LGBTİ+ hareketine yakışan bir semboldür. Her yanı kuşatan baskıya, zorbalığa karşı umuttur, neşedir. Fiilî egemenlik ve işgal Foucault’ya göre Hobbes’un Leviathan’da bahsettiği savaş soyut bir varsayım işlevi görür: İnsan insanın kurdudur. Hobbes savaşa dair somut olarak üç örnek kullanır: 1) Sivil toplum içinde saldırıya uğrama ihtimali (örneğin yolculuk eden birinin yolunun kesilmesi gibi); 2) Amerika kıtasında ilkel koşullarda birbiriyle savaşan yerliler; 3) Avrupa kıtasında devletler arasındaki savaşlar.
Liberal tarihyazımında sınıf savaşı Foucault’ya göre Marx Engels’e “Sınıf savaşı düşüncemizi nerede bulduğumuzu çok iyi bilirsin. Bunu ırk savaşından bahseden Fransız tarihçilerinde bulduk” demiştir (6). Ancak bu mektupta Marx Foucault’nun söylediğini iddia ettiği şeyi söylememektedir. Mektup, Foucault’nun sadece mektubun tarihini yanlış anımsamakla kalmadığını, içeriğini de kendi iddiasını destekleyecek biçimde çarpıttığını düşündürtüyor. Tarihyazımında ırklar savaşı Foucault modern sınıf kavramının ortaya çıkmasıyla ırk kavramının tamamen biyolojik bir mahiyete bürünmesi arasındaki ilişkiyi incelemiyor. Oysa günümüz ırkçılığıyla mücadelede tam da biyolojik ırk söylemini yok sayan bir sınıf kavramına ihtiyacımız var. Hukuk ve disiplin arasında sıkışırken Foucault disiplin kurallarının egemenlikten değil, “doğa kanunlarından”, yani “normlardan” türediğini iddia ederken haklıdır. Ancak egemenlik kavramının da 16'ıncı yüzyıldan itibaren doğa kanunlarından türetildiğini es geçer. Doğa hukuku mutlakiyetçi devletin temel meşruiyet zeminidir. Kadıköylü Thrasymachus’un itirazı Aristokrat Platon adalet kavramını demokrat Sofistlere karşı yürüttüğü polemikle geliştirir. Sofistleri temsil eden (bugün Kadıköy olarak bilinen) Khalkedonlu Thrasymachus şöyle iddia eder: “Bana göre adil denilen şey güçlünün çıkarlarına hizmet eden şeyden başka bir şey değildir…” İki iktidar tasavvuru: Egemenlik ve tahakküm Foucault’nun iktidar analizini salt hukuken egemen organa odaklamaması, toplumsal hayattaki tahakküm çeşitliliğini hesaba katması ve somut mekanizmaları incelemeyi önermesi kuşkusuz önemlidir. Ancak Nietzsche’den ilhamla meseleyi sürekli “iktidar, hak ve hakikat” üçlemesi ekseninde tartışan düşünür bu doğrultuda ne kadar yol alabilmiştir? Siyasetin bilgisini özgürleştirmek Foucault toplum sözleşmesi kuramlarının karşısına toplumsal çatışma kuramlarını koyar. Liberalizmin temelini oluşturan toplum sözleşmesi kuramlarında baskı (oppression) iktidarın kötüye kullanılmasıdır. Temel soru iktidarın meşru mu, gayrimeşru mu olduğudur. Toplumsal çatışma kuramlarındaki bastırma (repression) ise iktidarın mütemmim cüzüdür, onun bir etkisidir, devamıdır. Temel soru iktidara boyun eğme veya ona karşı mücadele etmektir. Siyaset: Hukuk mu, savaş mı? Ne devlet (siyaset) iyi yaşamın yeşereceği bir vaha, ne de uluslararası ilişkiler (anarşi) tarihin sürekli kendini tekrarladığı bir çöldür. Dahası, iç ve dış, devlet ve anarşi, siyaset ve uluslararası ilişkiler arasındaki siyasî ayırımları epistemolojik ve ontolojik ayırımlara indirgemek mevcut ulusal iktidarları, sınırları meşrulaştıran, doğallaştıran ideolojik bir varsayımdan başka bir şey değildir. Z-Raporu: Salgın, kriz, savaş Foucault’nun modern iktidarın belirleyici özelliği olarak tarif ettiği ekonomi politik, bu dönem edebiyatının estetik kuramının da merkezinde oturuyor. Edebiyat çalışmaları finansal krizlerin empati kavramına ve nihayet toplum tahayyülüne yaptığı etkiyi vurguluyor. Kriz de salgın gibi bireylerin arasındaki ilişkilerin bireyler üzerinde bağımsız bir güç olarak etki ettiği bir süreci işaret ediyor. Veba isyanı John Alexander, Eylül 1771 Moskova isyanını anti-feodal bir ayaklanma olarak yorumlayan bazı Sovyet tarihçilerini eleştiriyor. 17 Eylül’de kalabalığın ifade ettiği talepler feodalizmden ziyade idarenin veba önlemlerine karşı maddelerden oluşuyor. Nitekim isyandan sonra yürütülen soruşturma ayaklanmanın örgütlü veya programlı olmadığını ortaya koyuyor. Rusya’da veba, devlet ve tıp Vebanın Rusya’ya Osmanlı İmparatorluğu’ndan Tuna vilayetleri, Polonya ve Ukrayna üzerinden geldiği varsayılıyor. İstanbul’da 1765 ve 1768’de, İzmir’de 1757-1772 arasında veba salgınları baş göstermişti. Hastalık 1768-69’da kuzeye sefere çıkan Osmanlı ordusunu zayıflatmıştı. 1769’da Osmanlıların boşalttığı Eflak ve Boğdan’ı işgal eden Rus ordusu vebalı bölgeye adım atmış oldu. Bu dönemde Avrupa ve Ortadoğu’da ciddi iklim değişiklikleri de gerçekleşmişti. Veba zamanında eğlence Veba Zamanında Bir Şölen sokakta kurulmuş bir sofrada genç bir adamın konuşmasıyla açılır. Salgın sırasında eğlenceyle vakit geçiren bu grubun bir üyesi hayatını kaybetmiştir. Genç adama göre yas tutup keyif kaçırmaya gerek yoktur, hayatta olmak kutlama sebebidir. Klasisizm ve romantizm arasında Puşkin klasisizm ve romantizm arasındaki ayırımı eski ve yeni arasındaki bir ayırım olarak, daha esnek ve ucu açık bir şekilde değerlendirmektedir. Kahn’a göre bunun iki nedeni olabilir: Ya Puşkin edebiyat tarihini süregiden bir deney olarak görmekteydi ve tarihsel perspektiften çağının bir dönüm noktası olup olmadığından emin değildi; ya da klasisizm-romantizm zıtlığı kendi lirik kimliği açısından pek önem taşımıyordu. Puşkin devrimci miydi? Puşkin’in Boris Godunov oyununu ithaf ettiği tarihçi Nikolay Karamzin’in (1766-1826) monarşiye methiye düzen Rus Devleti Tarihi’nden etkilendiği bir sır değil. Neoklasisizmin türler arasında çizdiği kalın sınırlara karşı Karamzin’in tarih yazımında benimsediği eğlendirici hikayeciliği önemsediği de. Bethea’ya göre Karamzin’in tarihini Shakespeare’in tekniğiyle harmanlamak Puşkin’e gençliğinde hayranlık duyduğu Fransız edebiyat ve tarih yazımından uzaklaşmak imkanı verdi. Veba Şehri Wilson ise devlet ve ailenin ortadan kalktığı veba bağlamında, dinin sempati kanallarının inşasında ne kadar vazgeçilmez olduğunu anlatır. 19'uncu yüzyıl başında Fransız Devrimi’nin oluşturduğu tehdit karşısında Wilson, Aydınlanmacı devlet anlayışının toplumsal uyumu sağlayamayacağının farkındadır. Sempati: Finans ve edebiyatın kaynağı Rousseau’nun soylu ilkellerinden farklı olarak Wordsworth’ün okuma yazma bilmeyen felçlileri, zihinsel engellileri vs. modern toplumun içinde yaşarlar. Zihinsel engelli Johnny şiirde doğal sesleri taklit eden onomatepeyle konuşur. Sempatik bir okumanın gerektirdiği sabit bir temsil dili kullanmayan Johnny, Aydınlanma’nın akıl imparatorluğunun sınırlarını çizer. John Wilson: Muhafazakar bir liberal? Wilson’a dair sınırlı çalışmalardan kendisinin siyasi çizgisine dair net bir fikir edinmek zor. Bunun için arşiv malzemesine dayanan daha kapsamlı bir incelemeye gerek var. Burada özellikle 18'inci yüzyılda belirginleşen Tory, Whig ve Jakobit gibi kavramların Fransız Devrimi sonrasında geçirdiği dönüşümü dikkate almak gerekiyor. İstanbul’un Fethi ve veba Gibbon’da Roma’nın çöküşünde önemli bir yer tutan İstanbul’un vebanın dünyaya yayıldığı yer olarak tasavvur edilmesi tesadüf değildir. İstanbul sadece bir doğu despotizmi olarak hayal edilen Osmanlı İmparatorluğu'nun değil, çöken Roma İmparatorluğu'nun da başkentidir. Raymond’ın fetih planlarıyla veba sadece Yunan İmparatorluğu'nun değil, İngiltere’nin ve dünyanın da çöküşünü de tetikler. Empati ve biyopolitika Matemini bir kuşağın hatırlarını yazarak sağaltan Mary Wollstonecraft Shelley doğa ve kültüre empatiyle yaklaşmanın önemini hatırlatır okura. İnsanı doğadan ayırt eden ve kültürün temelini oluşturan empati, bir başkasını anlayabilme yeteneği de doğanın bir ürünü değil midir? Empati yaşamı korumak, yaşatmak değil midir? İnsanın sonu Shelley’nin romanı bulaş-karşıtı görüşün birçok iddiasını yansıtıyor: Salgının yayılma biçimi İtalyancada kötü hava anlamına gelen mal’aria, yani sıtma hastalığını andırıyor. Böylece Shelley kötü çevre koşulları, kötü hava ve temizlik sorununu öne çıkaran bir yaklaşımı benimsiyor. Shelley’nin çiçek hastalığı ve kızıl hastalığı gibi bulaşıcı hastalıklarla karşılaştırdığı bu salgının ise aşısı yok. Böylece bu kurgusal salgın kaçınılmaz hale geliyor. Dişi Gotik ve veba Shelley için roman yazmak kendi hikayesini yazmaktır, hatırlamaktır. Hatırlayarak ve yazarak kendini iyileştirmek, matemi yenmek, yaşama arzusunu canlı tutmaktır. Belki de erkek edebiyatçıların göremediği, küçümsediği, dışladığı şey budur: Anlatmak sağaltır. Şifa veren resimler: Veba ve iman Vebanın semptomlarının dolaylı bir şekilde resmedilmesi acaba resmin doğa üstü bir niteliği olduğuna ilişkin inançla açıklanabilir mi? Eğer resim ilahi dünyaya açılan bir pencereyse bu kanaldan hem dualar hem de vebanın iletilebileceğini düşünmek çok abartılı bir yorum olmaz. Sanatın sağaltıcı bir gücü varsa, hasta da edebilir. Burjuvalaşma vebası Vebayı devrimle ilişkilendiren Brown’ın romanı Foucault’nun vebaya dair yaptığı siyasi ve edebi rüya ayrımını sorunlaştıran bir örnek sunuyor. Komşusunun iddialarına karşı Dr. Stevens’ın Arthur’u itirafa teşvik etmesi ve böylece yoksul gencin iç dünyasındaki utanç hissini güçlendirmesi Foucault’nun bahsettiği disiplinin güzel bir örneği. Veba zamanında kölelik, kaçaklık ve özgürlük Özgürlüğünü emeğiyle satın alıp okuma yazma öğrenmiş bu iki eski köle Leopold von Ranke’den yıllar önce modern tarih yazımının sloganıyla başlarlar söze: “Olayları olduğu gibi anlatmak!” Salgın esnasında kentten kaçan Carey dönüp canları pahasına, düşük ücretler karşılığında hizmet veren siyahları yağmacılıkla, fırsatçılıkla suçlamaktadır. “Kamuoyunu kesin olarak temin ederiz ki” der yazarlar “yoksul siyahlarda yoksul beyazlardan daha fazla insanlık ve duyarlılık gördük”. Philadelphia’da devrim ve veba Salgın bittiğinde Philadelphia tıpta Fransız ekolünün saygınlık kazanması, ilk lağım sistemi ve ilk Afrikalı Amerikalı manifestosu gibi bir dizi kültürel gelişmenin ev sahibi olacak, ancak kaybettiği üstünlüğünü bir daha asla ele geçiremeyecekti. İmparator ve veba: Mucize dokunuş Çaresizlik ve yalıtılmış içindeki Fransa’yı Roze misali kurtarmaya yetişen Napoléon’un elinde baton yoktur. Ölümün karşısında at üstünde değil dimdik ayakları üzerinde durmaktadır. Yüzünü kapatan başhekimine inat eldivenini çıkaran general çıplak askerin hıyarcığına dokunur. Borç vebası İflasın virüs gibi kol gezdiği bir ortamda finans yönetiminin “sürü bağışıklığı” stratejisine başvurup vurmayacağı, yoğun bakım ünitelerinin yeterli olup olmadığı çoğumuz için hayati bir soru. Mesele iktidarın “saçma sapan” kurgularla günü kurtarmaya çalışması değil, mesele tam da kurguyu üreten piyasa mekanizması, yani bir birimizle kurduğumuz ilişki. Gerçeksilik: Burjuvazinin vebayla imtihanı H.F.’nin yoksullara karşı tavrı ilginçtir. Bir yandan onların işsizlik kaygısıyla en tehlikeli işlere bile gönüllü olmalarını “gaddar bir cesaret” olarak tanımlar. Ancak diğer yandan sokakta rastladığı ailesini geçindirmeye çalışan yoksul kayıkçıya övgüler düzer, hatta sadaka verir. Ancak bununla da kalmaz, Thames nehrinde demirlemiş karantinadaki gemileri görmek için kayıkçıdan ricada bulunur. Ekmek parası için işe çıkan yoksul sandalcı Tanrı’nın koruduğu zavallı bir mümindir belki. Ama merakını gidermek için sandala binen H.F. varlıklı bir aptal değil midir? Bu soru tabii ki hiç kurcalanmaz.