TÜM YAZILARI
Hoşça kalın Gözüm!
Mesele yazmak değil, elbette. Neyi öğrenip anlatabildiğin, neyi hissedip aktarabildiğin, neyi nasıl ve kimlerle kimler için yazdığın. Neyi ve kimi merak ettiğin, aklını ve yüreğini nereye koyduğun. Bunu nasıl ve hangi yolla yapabiliyorsan. “Duvar’a da yazma” sürecim 8 ayda bitti. Bu süreçte buradaki kıymetli insanlarla ve okuyanlarla her günü paylaşmak elbette iyi geldi. Umarım tek taraflı olmamıştır.
Terzi Fikri, darbeci Evren'den daha halktır...
Siz bizzat kendiniz; “seçilmiş siyasi hayatınız”da 28 Şubat Müdahalesi, 27 Nisan Muhtırası ve “15 Temmuz Darbe Girişimi”ne maruz kalmışsanız… Halka durmadan “darbecilere, darbelere karşı” nutuklar atıyorsanız… “Bu Ordu (ordu) Terzi Fikri’yi de iyi bilir” diyemezsiniz. Ama dediniz! Halkın seçtiği mütevazı bir halk çocuğunun değil, darbeci paşanın yanında saf tuttunuz. Çok çarpıcı!
İlhan İrem düzyazı, 'İlhan-ı aşk' yazı!
Tüm zamansızlıkları içinde sevginin / Sana "İlhan-ı Aşk" ediyorum!
Çok fonksiyonlu devlet görevlileri!
Büyük, önemli, akıllı, dünyayla ilgili bir işadamı, ülkesinin köylülerine dışkı yedirdiği için devletini mahkum ettirmiş birini “Güvenlik amiri” olarak işe alırken, amirin amiri “Paşa” ısrar etmiş olsa bile, hiç mi araştırmazdı! Diyeceksiniz ki, “Ya zaten biliyorsa!” İşte o zaman çok fena.
Yamuk yumuk!
Sizin “dokunulmazlıklar” dünyanızda öyle çok asker, polis, memur ve elbette gazeteciler, kadınlar, çocuklar, gençler acı çekiyor, acı çektiriliyor ki… Sevsinler yamuk yumuk yumruk ve haysiyet hassasiyetlerinizi! Her gün herkesi manen veya açık açık yumrukladığınız, yumruklattığınız, haysiyetiyle, hayatıyla, haklarıyla oynadığınız bir ülkeniz var. Kendi dokunulmazlıklarınızı da kaldırın!
Sen uyurken, onlar uykusuzdu!
İktidara yakın bir holding ve biri o gün tutuklanan, diğeri aynı şüpheye rağmen serbest bırakılan iki patronu… Bir adet “ihaleye fesat” örgütlenmesi… Rüşvet… Dinleme…
Şimdi Hablemitoğlu’nun öldürülmesinden sorumlu tutulan ve “kim bilir daha neler neler” denen Özel Kuvvetler Albayı ve ekibi… Tutuklamalar, tahliyeler, Yargıtay’da bozulan mahkûmiyetler… Biz yoruluyoruz. Onlar yorulmamış!
Gömülen hakikat, zombi olarak geri döner!
Sistem, sıkıştıkça kusacak! Deniz bitene, ihmaller olana, vefasızlıklar ve öfkeler patlayıp biraz kusana kadar, sır hepsinin sırrı oluyor Sırrı! Ama siz, biz öyle her şeyi bilmiyoruz. Siz, biz hepsini unutmakla malulüz. Yeni “dedikodu” patlayana kadar, hepsini hepsini. Gömülmek istenen hakikatin sayfaları zombiler gibi ortaya çıktıkça, anlama arzumuz ve ısrarımız, ezberlerden sıyrılma niyetimiz, değiştirme tutkumuz artsa keşke!
Bu da gelir, bu da geçer ağlama!
Soluk kesmek istedikçe oluk oluk bir şeyler akıyor, bir diğerine karışıyor, çoğalıyor. Tabiatın yeter deyişi, hayvanların yeter diye inleyişi, kimi insanın yeter diye bağırışı bir diğerine el uzattı uzatıyor, omuz verdi veriyor. “Kötülüğün sıradanlaşması”na karşı “İyiliğin sıradışılığı” diye bir şey de var. Sıraya girmez, boyun eğmez, ilanihaye teslim olmaz, sesini soluğunu yutup kalmaz!
Oyna da oyna, yakışır sana!
Bugün atıp tutan iktidar mensupları, kimi bakan, eski belediye başkanı (elbet çok sayıda gazeteci) o talihsiz tarihi silememiş ki. Her yerden fışkırıyor. Nice sıradan insan ve aileleri, yok bankaya para yatırdı, yok kredi aldı, yok abone oldu diye büyük yaralar almışken, bu “destekçiler, övgücüler, kankalar” yine kasılarak ortada dolaşıyor.
Danıştay’daki ‘Tek adam’
Danıştay’da 5 yüksek yargı üyesi… Hepsi “rejim ve hukuk yorumu” yapıyor ve ikisi başka yerde, üçü bambaşka yerde. Daha kendisinin ne olduğunu 5 yüksek yargı üyesinin beşine de aynı şekilde anlatamamış rejimin, hukukun, yargının, sistemin, kararların gözlerinden öperim.
Kötülüğün sıradanlaşması!
İnadına ve ısrarla… Başka bir dilin insanı olabilmek muhalifliktir. Çok elzem ve hayati olan en sert halinde dahi! Kötülüğün sisinden, kötülüğün feneriyle çıkılmaz!
Var mı ayıbınız, utanmanız!
Bilhassa son yıllarda, bizim hayatımızdan, geleceğimizden, bütçemizden, ailelerimizin geçiminden, umutlarımızdan, hayallerimizden, ufkumuzdan öyle çok şey aldınız ve hatta çaldınız ki…
Esas siz bize çok borçlusunuz! Nasıl hesaplayacak Maliye? Var mı öyle bir hesap cetveliniz? Helaliniz haramınız? İnsafınız izanınız? Ayıbınız utanmanız? Kızarmanız bozarmanız?
Genelkurmay, darbecilerin Dişli’si ve otorite sorunu!
Onca çocuk, sonra genç, derken koca koca adamlar, onca kurmay eğitimiyle de filan; “nereye gittiğimizi sormadan” bir şahsa “iman ve itaat” etmiş. Akıl ve vicdan tutulması, ancak böyle mümkün olabiliyor zaten. O yüzden, bugün kimi “ahmaklık”la açıklasa da, iktidar ile “Fetö” dediğinin yıllarca uyum içinde olması, tamamen “otoriterlik uyumu ve mutabakatı”dır. Bir aklınız, bir kalbiniz, bir vicdanınız, hepsinden müteşekkil muhakeme kabiliyetiniz varsa; az olun ama kaz olmayın.
Darbe darbedir, tamam da… Darbenin karşıtı demokrasi değil mi!
Darbeden geriye çok yara kaldı ya, bir de büyük ders kaldı: Bu “çeteleşmiş cemaat”in teröre ve darbeye yolculuğu sırasında, bu cüretinin en önemli kaynağı, halk nezdinde bir destek filan değil; devlet içinde, yargıda, orduda, poliste, bürokraside yuvalanmış, içten kemirmiş olmasıydı.
Kendi hikayemizi yazıp durmaktan, ortak bir hikayemiz olamıyor!
Ne için özgürlük istediğinizi tam bilmeden özgür olamıyorsunuz. Ancak parça parça, “bir şeyi engellenmeden yapabilmek” veya “yapma imkanı bulabilmek” olarak tanımladığımız, birbirinden kopuk özgürlükler peş peşe sıralanıyor.
Biden ile Baydın!
Bu sızma ve sızdırmaların hemen hepsi, (vergi kaçırma, kaynak transferi, yabancı şirketlerden menfaat gibi normal soruşturmaların dışında) yasa dışı. Fakat bize bir Başkan’ın evinin arka bahçesinde neler olduğunu, bahçeye nelerin gömüldüğünü, bodrum katında nelerin saklandığını ve masalardan kasalara nelerin aktığını; yani oradaki yasa, meşruiyet, etik dışı eylem ve ilişkileri gösteriyor. Bunların tamamı da özel hayat değil!
Şimdi ben size iyi bayramlar diyeceğim…
Kendimizi tanımlamamız, kendimizi rahatlatmamamız, kendimizi insan olmasa da adam yerine koymamız için, düşmandan nefret şarttır ve bizi bu yüceltir. İyilik, insanlık ile yücelmekten daha keskin, daha kolay, daha kalıcıdır kötülük, fesat, kin marifetiyle yücelmek.
Başbakan, hırsız, savcısı ve videocusu!
Devlette, yargıda ve iş dünyasındaki “iğrençlikler” sadece dilden dile dolaşmıyor; belli ki elden ele de dolaşıyor. Her gelen öncekilerin insan ve çirkinlik mirasından da nemalanıyor. Aynı oyuncuları da kullanarak yeni filmler çekiliyor, hatta daha büyük gişe hasılatı elde ediliyor ve bazıları asla durmak bilmiyor, asla utanmak bilmiyor. Ne arsızlıkları bitiyor, ne yüzsüzlükleri.
Hakikatten ve adaletten menedilen çocuk çocuk kemikler!
Kardeşlerini, evlatlarını Filistin askısında gören çocuklar, analar var ama delil yok! İtiraf edenler var ama delil yok. “Mahkemeye değil, kuyuya attılar 12 yaşındaki oğlumu” diye haykıran baba var ama delil yok. Kemiklere ulaşılmış ama kesin delile ulaşılamamış!
Sahte enflasyonla hakiki soygun!
“Yalan oran”la gelirinizin iki söküğü tamir ediliyor… “Hakiki oran”la ciğeriniz sökülüyor. İşçiler, dar gelirliler bir sınıf halinde bütün sermayeye, sermayenin bir kısmı da hamili kartlı sermayeye kaynak aktarıp duruyor!
Bu sistemi organize etmek için hakikaten “iktisat diploması” gerekiyor… Yani ben ikna oldum!
Elvis ve siz biz!
Baz Luhrmann’ın “Elvis” filmindeki Elvis Presley, iyi bir film ve iyi oyunculuklarla, genel geçer müzik hafızamızdaki “Kral”dan sıyrılıp “Yenik ve bitik bir isyankâr”a dönüşüyor. Senaryo ve yönetim başarısının arkasında muhtemelen tam bir hissediş var. Sistemin “esas çocuk”u parçalayıp bazen iknayla bazen tehdit ve zorla, kendine uygun bir yıldıza dönüştürüşü sırasında, “çocuk”un da paramparça olan kalbi.
En güzel şeylerimizi öldüren bir ordu!
Ah, kendi ülkesinde NATO şemsiyesi altında ABD’nin bölgedeki herkese karşı doldurduğu nükleer başlıkları dert etmeyen Türkiye, “terör pazarlığı”yla çok güçlü!
Göçükte bir umut, enkazda bir nefes!
İşçiler, kıt kanat geçim için nefes almadan çalışanlar, yoksullar, yoksunlar kendi seslerini duymaktan vazgeçtiğinde, dünyanın da umudu azalıyor. Ve işçiler, hakiki sendikalar da bu kapsayıcılığa ulaşmadıkça…
Göçükte bir umut, karanlık tünelde bir ışık, enkazda bir nefes aramaya devam!
Men sabera zafera!
Portrede Erdoğan figürü “Men sabera zafera” ile süslenmiş. Bir de, ah bir de… Erdoğan’ın sol omuz nahiyesine TL amblemi yapmış Katarlı “ünlü” ressam. Yani o sıra değer kaybeden TL de “Men sabera zafera” ki, 4 sene sabırdan sonra zafer o zafer! 17 liradan 16’ya düştü işte.
Parti kurucularından iktidar korucularına!
Erbakan’a birlikte isyan edip onu 28 Şubat’la baş başa bırakarak, partiyi ve ilk hükümetleri birlikte kurduğu iki “arkadaş”ın yerinde yeller esiyor. Partiyi birlikte kurduğun dostlar içinden silinmiş… Partine bin laf etmiş Kurtulmuşlar, Soylular içine sindirilmiş!
Arabistanlı Prens, Mısırlı Paşa, Türkiyeli Başkan!
Bölge ve dünya ve Türkiye üzerine emelleri daha keskin bir Veliaht ile sarmaş dolaş yine tıpış tıpış barış. Geldik yine aynı yere. Ama bu kez Türkiye ekonomisi güçsüz, iktidar yıpranmış. S. Arabistan paralı, petrollü, Prens ise canavar gibi!
Bir darbeci hangi iklimde yetişir?
“Sivilleşme” sanılanın balon olduğunu yıllardır yazıyorum. “İktidarı askeri vesayetten kurtardık” diye sivilleşme, demokratikleşme oldu sanıyor, öyle sunuyor ama “askeri esaret ve alttaki asker üstünde vesayet”i koyulaştırıyorsunuz. Zaten kendiniz bile sivilleşemiyorsunuz!
A 101’in 1’i artık Muhammet Ali Yaşar’dır!
Başörtüsünü görüyorsunuz ama yoksulluğun, katmerli itilmişliklerin, adaletsizliklerin başörtülü kadınlarını bile görmüyorsunuz. Şahane büyüme hızları altında büzülen, muhteşem piyasa patlamalarında paramparça olan, AVM tapınaklarının yangınlarında kül kalan haneleri ıskalıyorsunuz.
Erkek masaların erkek yasaları!
Genç bir kadını urganla boğan, varile tıkan, benzinle yakanların dünyasına, Mücella Yapıcı’nın ilkeli, doğru, dürüst, onurlu hayatı çok fazla mesela. Kahpece vuran dışarı, dimdik duran içeri! Fakat değişmez sanılan dünya, öyle böyle değişecek. “Tahrik” kelimesinin kökeninde esasen “Hareket” var… Hareket, örgütlü, dayanışmacı, insan onuruna ve özgürlüğüne hassas her hareket o betonu kıracak!
Fransızcadan Türkçeye çevirirken, İspanyolca duymak!
Sağı sağdan yenmeye kalktığınızda, AKP gibi bir parti “merkezkaç” kimliğiyle de, hâlâ “öteki” olduğuna dair havalarla da hem iktidar hem muhalefet olabiliyor! Hakiki muhalifliğin temel dili, yoksullardan, ötekileştirilenlerden, her bakımdan itilmişlerden ilham almalı. Onların ortak acılarını hissedip ifade edebilen bir dil bulabilmeli. Dışlamayan, kapsayıcı.