Yenal Bilgici

yenalbilgici@gmail.com
TÜM YAZILARI
Kavaklar uğuldarken  Bir konu üzerine en son ne zaman kesintisiz bir iki saat düşündünüz? Araya başka hiçbir şey sokmadan? Peki ya bir başkasını, yine araya başka bir düşünce kırıntısı, bir dikkat çelici, bir ara nağme dahil etmeden en son ne zaman kesintisiz dinlediniz? Bu iş için özel olarak tasarlanmış sinema salonlarında bile, film boyu telefon ışıkları yanıp sönüyor. 
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? Onu, mahalle kütüphanesindeki değiş-tokuş kitapları rafında buldum. Bir iki seyahat kitabının yanında silik, sönük duruyordu. Alelade bir defter. Kim, bunu neden buraya koymuş ki diye bakınca, kapakta, artık silinmeye yüz tutmuş koyu mavi mürekkeple yazılmış başlığı gördüm: Brezilya Günlüğü… Tourists, Go Home!  Bu hafta başında Barselona’da göstericiler, kafelerde oturan turistlerin üzerine su sıktı. Ellerindeki pankartlarda, “turistler evlerinize dönün” yazıyordu. Abartılı ve anlamsız bir tepki olarak görünebilir ama iş buralara kadar geldi. Bu eylemler belli ki giderek yayılacak. Peki adına turist denen yeni çağ yaratığı bu işin neresinde, turizm ideolojisi neresinde, biz neresindeyiz?
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi Kara gergedan Cacareco, 1954’te Rio de Janeiro’nun hayvanat bahçesi Jardim Zoológico’da doğdu. Zayıf yapısından ve çok az yemek yediğinden ona yerel argoda ‘cılız’ anlamına da gelen Cacareco ismi verilmişti. Bu cılız yavru gergedan, Brezilya’da büyük ilgi gördü ve sevildi. O kadar sevildi ki São Paulo’da Meclis’e bile seçildi. Bugün yaşasa nerelere seçilirdi acaba? Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni  Neden Cézanne gibi dev bir ressam, takıntılı bir şekilde aynı dağı resmedip durdu? Yeteneğinin ve mesleğinin zirvesindeydi; birçok başka resim yapabilirdi. Yeni ve farklı resimlerle ticari açıdan ciddi yol alabilirdi. Bunu yapmadı. Neden? Tekrar üzerine bir düşünelim… Telefonun çalmıyorsa bil ki benim Bazı hisleri, çok değil 1990’lardan itibaren doğmuş insanlara anlatmak zor. Yaşı yetenlerin dönüp yeniden hatırlaması bile zor… Deneyeyim yine de. Şöyle ki: Evinize girmek üzeresinizdir. İçeride telefon çalar. Anahtarı hızlı hızlı çevirirsiniz; elinizdeki öte beriyi bırakıp hızla ahizeye sarılırsınız. Klik. Kapanmıştır telefon. Yetişememişsinizdir. Kim aradı? Kim aramış olabilir? En basit şey bile bilmece haline gelir.  Meleğin üç dileği İnsan yoğunlaştıkça kendini tamamlar. Örneğin üç yüz sayfalık bir romanı geceden başlayıp sabahın ilk ışıklarına dek okuyup bitirdiğinizde, ya da masanızdan kalkmadan ve hayatın hayhuyuna aldırmadan üç dört saat kesintisiz çalıştığınızda, içinizdeki akışı dünyanın ritmine uydurduğunuzda, o yoğunluk sizi dünyada gerçekten var olduğunuza inandırır.  Yeni Avrupa notları: Çanlar kimin için çalıyor? Avrupa Parlamentosu seçimi sonuçları radikal sağ grupların halklar nezdinde ciddi kazanımlar elde ettiğini somutlaştırdı. Avrupa Birliği’nin merkez ülkeleri Fransa, Almanya ve İtalya’da, AB’nin öz tanımına yönelik büyük bir hoşnutsuzluk var. Bu yaz, bu hoşnutsuzluğun yeni ve güçlü ifadeleriyle geçecek. Kışın nasıl geleceğini ise esasen Fransa’daki seçim sonuçları belirleyecek. Losing My Religion İşte yine o sevinç. Yine o güzellik duygusu. Dünyada bir yerin olduğunu, yeni başlangıçların hep mümkün olduğunu her defasında esinleyen o bildik melodi… Şarkının sözleri kendini hayattan sakınamayan hassas bir kalpten bahsetse de müzik bana hikâyeyle ilgisiz bir coşku veriyordu. Sonra hikâyeyi öğrendim. Gerçek miydi peki? O cins insanlar cins atlara binip gittiler Özgünlük artık geçer akçe değil. Bir benzerlik çağında yaşıyoruz. İnsanlar her geçen gün başka insanlarla ortak yanlarını keşfediyor. Benzer görüş, benzer bakış, benzer ses. Sonra o benzerlik bile törpüleniyor, aynılığa gidiyor. Algoritmalar daha yakın sesleri bir araya getiriyor. ‘Bunu beğenen bunu da beğendi’ler, tavsiye olmaktan çıkıp norma dönüşüyor. Tatar Çölü’nün ardında şimdi ne var? İtalyan yazar Dino Buzzati’nin eseri ‘Tatar Çölü’, geçen yüzyılın edebi zirvelerindendi. Buzzati bu zirveye, mekânlar ve zamanlar ötesi insanı müthiş bir beceriyle anlatarak çıktı. Tatar Çölü şüphesiz bugünün insanına da sesleniyor ama bugünün insanının orada anlatılan zaman algısıyla ne kadar ilgisi var acaba? Orhan Veli’den tasarruf tedbirleri, Tanpınar’dan vergi önerisi Sayın bakanımız, kamuda tasarruf tedbirleri açıkladı ya, elini de hayalini de korkak alıştırıyor. Halbuki edebiyat tarihimize azıcık dalsa, yepyeni gelir kalemleri bulacak; hayatta bizlere kalan birkaç züğürt tesellisini de onları hadsizce kullananların elinden alacak. İlk bakması gereken yer Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’. İkinci adres, Orhan Veli’nin şiirleri… Yapay zekâ bizi aptallaştırıyor mu? İtalyan düşünür Antonio Gramsci şöyle demişti: “Kriz, tam tamına eskinin ölmekte, yenininse doğamamakta olduğu gerçeğinden ibarettir. Bu ara bölgede envai türden marazi belirtiler ortaya çıkar.” Bu sözlerden, bugünün yapay zekâ rekâbetine giden bir hat var. Tesadüflerin kralı Ay Sarayı’nda Onu keşfettiğim günlerin üstünden çok zaman geçti. Üstelik yıllar içinde onun yazdıklarından daha iyi romanlar, hikâyeler de okudum. Ama birkaç gündür aramızda olmayan Paul Auster, hep en sevdiğim yazar olarak kaldı. Arada bir bu konuyu düşünmüşümdür: Acaba ben neden en çok onu sevdim? Okumak, yazmak ve karşılaşmak hakkındaki fikirleri yüzünden… Hayatımızdaki tesadüfler azalıyor mu artıyor mu? Hayatta yeni yıl muhasebeleri gibi, bir de sosyal medya muhasebeleri var. Azaltmalı mıyım, çıkmalı mıyım, sosyal içici gibi sosyal ‘sosyal medyacı’ mı olmalıyım, tüm yazdıklarımı silmeli miyim? Daha onlarca soru… Benim sorum şu: Sosyal medyalı hayatımızda tesadüflere ne oluyor? Amerika’nın baştan başa zombileştiği gün Bu hafta sonu vizyona giren ‘Civil War’ (İç Savaş), ABD’de yakın gelecekte bile değil, bugünlerde geçen hayali bir iç savaşı, dört gazetecinin savaş bölgesindeki seyahati üzerinden anlatıyor. Sarsıcı bir film ama ABD’de geçtiği için sarsıcı değil. İç savaş ortamındaki zombileşmeyi, milisleşmeyi, halden vazife çıkaranların, fırsatçıların ve hep bir fırsat bekleyenlerin canavarlaşmasını iyi anlattığı için sarsıcı… Herkes için bir uyarı notu. Eğitim Türkiye’de bizi yükseltiyordu, ya artık yükseltemezse?  Türkiye’de eğitim önemliydi. Eğitim, Türkiye’ye olabildiğince eşitlik getirdi. Aziz Sancar’ı Mardin’den alıp Nobel’e taşıyabildi. Benim kuşağımın Anadolu Liseleri benim gibi taşrada büyüyen birçok çocuğun şansını büyükşehirlerin özel kolejlerinde öğrenim gören çocuklarıyla neredeyse eşitledi. Eğitim, Türkiye’nin en iyi işlenen fikirlerinden biriydi. O fikir aşınıyor.  Türkiye 2024: Yetenek, rehavet, muhabbet, üzüntü ve muz kabuğu Rehavet nakaratı… Seçimlerin olmazsa olmazı… Üstüne, bizim memleketin de kafa ayarı. Dünyanın en boş beleş bahanesidir rehavet. Ama hep tekrarlanır. Yine tedavülde. AKP’liler şimdi “biz çok rehavete kapıldık, sahada yeterince çalışmadık” diye ortalığa döküldü. Onlar rehavete düşünce CHP kazanmış. Rehavet kazanınca CHP de kazanmış sayılmış. Öyle olmuş böyle olmuş. Bu ok zehirli işte, bunu atmayın artık. Gurum ve ben  Hayatı gemilerde geçmiş. Altı ay çalışmış, altı ay yazmış. Aşçılık yapmış, yerleri silmiş, çarkçıbaşına yardım etmiş. Sorsam, “Dümen bile tuttum” derdi. Yazmak için çalışması gerekmiş. Aklına gelen en iyi yöntem buymuş. Hem daha yirmisindeyken akıl etmiş bunu; ikinci kaptan bir tanıdığı, “Alık alık gezme, gel bizim gemide çalış” dedikten yarım saniye sonra.  Taylor Swift ve şimdi tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey Amerikan şarkıcı Taylor Swift, tek bir destek sözüyle seçimlerin kaderini etkiliyor; bu yüzden de ABD’de kendine epey düşman edindi. Her sene seçim yaptığımız bu dibine kadar siyasi memlekette bir tane Taylor Swift’in çıkmasını beklemek çok mu? 'Size selam getirmişem'den Dombra’ya, Türkiye’nin değişen melodisi Bugünün Türkiyesi epey gri, renksiz, neşesiz… Seçim şarkıları da öyle. Heyheyli şarkılar, albenisiz şarkılar, insanın üstüne üstüne gelen, seçmeni oynatmak bir yana ağırlığıyla üstüne çullanan şarkılar… Bu işler hep böyle değildi. Memleketin melodisi zaman içinde çok değişti. Bu dünyada hepimiz yalnız mıyız Mahmut Hoca? Bu hafta gösterime giren ‘Holdovers’,  çok aşina olduğumuz, bizim memleketin kültürel kodlarına işlenmiş bir hikâyeyi anlatıyor. Çilekeş münzevi öğretmen ve şımarık öğrencilerin birbiriyle mücadelesi… ‘Holdovers’ın tarihçisi Paul Hunnam ile ‘Hababam Sınıfı’nın tarihçisi Mahmut Hoca arasında ciddi bir hat var. O hattın adı da Stoa felsefesi…  Erkekler Mars’a, kadınlar Venüs’e Financial Times gazetesinin araştırmasına göre dünyada ilk defa bir kuşak içindeki erkekler ve kadınlar ideolojik açıdan birbirlerinden farklı düşünüyor. Hem de hemen her ülkede… Buna göre, Z Kuşağı’nın erkekleri büyük ölçüde muhafazakârken, kadınları açık fikirli. Bir değil, iki Z kuşağı var. Konunun nedenine nasılına ve memleketteki yansımalarına bir bakalım. İyinin ve kötünün bahçesinde Bu hafta gösterime giren Zone of Interest (İlgi Alanı) isimli film kafamı karıştırdı. Britanyalı yönetmen Jonathan Glazer’ın övgüye ve ödüle boğulan filmi kuşkusuz çok etkileyici. “İlgi Alanı”, 2. Dünya Savaşı’nın en korkunç sahnelerinden Auschwitz-Birkenau toplama kampını, oranın yöneticisinin ve ailesinin gözünden sıradışı biçimde anlatıyor. Ama bu sıradışı hikâyecilikte benim içime sinmeyen bir şey var. Kas gücü bitti, beyin gücü bitti, sırada kalbimizin gücü var Artık “Yapay zekâ işimizi elimizden alacak mı almayacak mı” sorusunun bir hükmü kalmadı. Çünkü alacak. Alıyor. Birçok iş yavaş yavaş, azala azala bitiyor. Bugüne kadar bu konuda hep bir açık kapı ve bir direniş noktası aradım. Geçen hafta okuduğum, ofis hayatı liderlerinin kaleminden çıkma ‘umut dolu’ bir gelecek yazısı beni hapı yuttuğumuza tamamen ikna etti. Dostların arasında, güneşin sofrasında Mahrem nerede başlar nerede biter? Mahremiyetten yoksun alan zaman içinde ne kadar genişler? Kim, hiç tanımadığı birini 7/24 gözetlemek ister? Ya kim tanımadığı biri tarafından aralıksız gözetlenmek ister? Bunlar, insanın doğasıyla ilgili sorular ama dijital dünyamızda doğamıza da bir haller oluyor, işler çetrefilleşiyor. Bu yeni doğayı anlamak için bir Arjantinli ve bir Güney Koreli yazardan konuşalım… Türkiye neden korkuyor? ABD’de Chapman Üniversitesi, yıllardır yürüttüğü korku araştırmasının sonuncusunun sonuçlarını yayımladı. Buna göre, Amerikan halkının yüzde 60’ı yolsuzluktan korkuyor. İkinci sırada finansal çöküş, üç numarada Rusya tarafından nükleer saldırıya uğrama korkusu var. Peki biz nelerden korkuyoruz? Depremden, işsizlikten, geçinmemekten... Bir de hepimizin bilmesi gereken ‘gaiplik’ korkusu var. Birinci senesine yaklaşan depremde kayıplarını arayan ailelerin korkusu… Bay Hirayama’nın mükemmel hayatı Geçen hafta açıklanan Oscar ödülleri adayları arasında Alman yönetmen Wim Wenders’in “Perfect Days”[Mükemmel Günler] isimli filmi de var. “En İyi Uluslararası Film” kategorisinde yarışacak eser, bugünlerde ıskalanan ne varsa, şairane biçimde anlatıyor. Zerafet, tatmin, tamlık… Sadeliğin ve rutinin gücü. Tokyo’dan dünyaya sıkı bir nakliyat.  Insta-şiirden endişe etmeli mi etmemeli mi? Economist dergisi insta-şiirin yükselişini endişe verici bulmuş. Kolayca sevilen kitapların yazılması, okunması ve yükselmesi sahiden korkutucu mudur? Kötü kitap iyi kitabı kovar mı? Bana göre, satılan her bir kitap, iyi de olsa masadaki ekmeği büyütüyor. Dünyanın en güzel kütüphanesi Barcelona’nın bir işçi semtindeki Gabriel García Márquez Kütüphanesi “dünyanın en iyi kütüphanesi” seçildi. Küçük, yerel, iddiasız bir kütüphane. Ama bir işi çok iyi yapıyor: İnsanları zahmetsizce bir araya getiriyor; yaşlısına gencine bir araya gelme imkânı sunuyor. Yeni kütüphanelerin düsturu bu: Bir araya gelelim… Güzel bir niyet hem önümüz seçim, belki bir iki yöneticinin aklına böyle böyle gireriz.