TÜM YAZILARI
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü
John Donne’ın dediği gibi “kimse tek başına bir ada değil, anakaranın bir parçası, bütünün bir bölümüyüz, her birimiz.” İnsanlığın en gerçek adası, kalplerimizdeki ortak bir ada aslında: Her şeye rağmen, herkes için daha iyi ve adil bir gelecek inancı… Bu yöndeki tüm çabaları ve bir adadan yaydıkları bu “ortak ada” hissi için, bu güzel festivale katkıda bulunan herkese çok teşekkürler…
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet
Sürekli olarak aileyi korumaktan, aile bağlarını güçlendirmekten bahsedilirken kadınları ve çocukları eril şiddetten, istismardan koruyacak yasalar ve koruyucu sözleşme uygulanmıyor. Korunan da, gözetilen de, cezasız bırakılarak suça cesaretlendirilen de sadece erkekler.
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu
Dişil enerji diye kafamızı yedikleri aslında budur işte: Kadınlardaki, az ya da çok daima türlü zorluk çıkaran bir hayata, “beni yenemedin çünkü benim derdim oyunu değil hayatı kurmaktı” deme gücü. Hayatla, onun gözünün tam içine bakarak dalga geçebilme ve gülerek hayatta kalabilme gücü.
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu?
Son isteği”, yakında yapılacak bir kınada gelinlik giymekmiş, o nedenle tabutuna duvak sarılmış! Hiçbir çocuğun son isteği “gelin olmak” falan olmaz, zaten bir çocuğun “son isteği” de olmaz. Bir kız çocuğuna sadece gelin olma kaderi biçen ve bunun üzerinden aslında aklınca “namusunu da” tabutla aklayan patriyarkal kutsal aile zırhını, bir çocuğun cansız bedenine bile alet edebilecek hiçbir gerekçe yok...
'Geleneksel eş' akımı, kirli pembe bir kafes olarak ev
“Ev” o kadar, kendiliğinden mutluluk verici bir yer olsaydı, emin olun erkekler evi kadınlara bırakmazdı. Haklarımızı, hayatımızı ve iş bölümünü, her alanda eşitliği talep etmeye devam edeceğiz. Yalnızca kendimiz değil, katledilen kız kardeşlerimiz, istismar edilen, hayatları söndürülen çocuklar için de eşit bir dünya mücadelesini sürdüreceğiz. Pembe ev kafesiyle yetinmeyeceğiz, kadınlara yasak edilen “dışarı”yı, kâinatı evimiz kılana kadar kanat çırpmayı sürdüreceğiz.
Merhamet yorgunluğundan, umudu dürtmeye
Prodüksiyonundan hiç kısılmamış, ayarı bozuk bir felaket filmi gibi her gün daha fazlasıyla karşılaştığımız aşırılık ve saldırganlık, “normal” saydığımız sınırların üstünden giderek kısalan aralıklarla dozerle geçerken… Toplum olarak ne yapacağız ve nasıl yapacağız?
'Zordur bir ömür insan kalmak': Genco Erkal
Genco Erkal’ı birkaç sayfaya sığdırmaya çalışmak, zor olması bir yana, neredeyse ayıp bir şey gibi geliyor insana. Işığın izini sürmeye, “bendeki Genco Erkal”dan ve hepimizde kalan ışığından bahsetmeye çalışacağım.
Köpekler kazanacak, kediler kazanacak, yaşam kazanacak
Günden güne yoksullaşan, yoksunlaşan, sevgisizleşen, bencilleşen bir toplumun son kalan güzelliklerinden birinin, hayatı sokak hayvanlarıyla paylaşma becerisinin acımasızca yok edilmesine ramak var. Her birimizin, insana atfettiğimiz onca büyüklükten yalnızca birine “başkalarının acılarını anlama” kapasitesine sahip olup olmadığını da gösterecek tarihi anlar bunlar…
Kadının soyadı, sokak hayvanları, yaşama ve yaşatma hakkı
Ailenin birliğiyle de dirliğiyle de kadının soyadının hiçbir ilgisi yok halbuki. Yapılmaya çalışılan temelde erkeğin ‘aile reisliğini’ yeniden yasayla meşrulaştırmak, kadını ev içi rollere ve bakım hizmetlerine kilitlemek, ülkenin ve hayatın tapusunun erkeklerin elinde kalmasını sağlamak…
Kazanmak ve kaybetmek bilgisi
Bu ülkede, özellikle de erkeklere ve büyük erk sahiplerine hayatın içinde kaybetmeyi sakince kabullenme bilgisi hiç öğretilmiyor. Kaybetmeyi bilmeyen, kazanmayı da bilmiyor maalesef. Takımdan değil, ülkeden bahsediyorum.
Zuhal Olcay: Güzellik olması gereken saflık ve şehvetle yaşanmıyor
Zuhal Olcay’la, “Kel Diva” serüveninden Türkiye’de ve dünyada kadın oyuncu olmaya, anlatısal ve sektörel cinsiyet eşitsizliğine, artan yabancılaşma ve iletişimsizlikten kadın erkek ilişkilerine dek uzanan, değerli bir sohbet oldu. Söyleşide hayatımda rastladığım en doğal, komik, bahar esintisi kadar canlı ve açık sözlü kadınlardan biriyle tanıştım.
Arzu, tahakküm ve nefretin değişmez hedefi olarak memeler
Hem toplumsal baskıların, hem de tüketim kültürünün ‘derinleşmeyen deneyim’e ve kadın bedenini sürekli metalaştırmaya dayalı dayatmalarının etkisiyle, çok fazla seks, çok az sevişme var. Ortalarda dolanan çok fazla arzu, ruhu da içeren çok az tatmin var. Bunu kırabilecek şey de hayatın her cephesinde dört nala süren eril hezeyanlara karşı durmayı sürdürmek. Dilden günlük hayata, her yerde… Kadınları ve memelerini zapt edemezsiniz.
'Kimler Geldi Kimler Geçti' ve kimi niye kızdırdı?
“Kimler Geldi Kimler Geçti”, elma taklidi yapan bir greyfurt değil. Bildiğin, leziz kokteyl ve aksini de iddia etmiyor. Çok iyi kullandığı pandemi bağlamı haricinde günümüz Türkiye orta ve hatta üst orta sınıf hayatının gerçekliğini yansıtmıyor. Dizi boyu geçen, “biz son seviştiğimizde dolar 9 liraydı” repliği dışında bu manada suya sabuna temas eden bir tek cümle bile yok. Türü de toplumsal açıdan tartışmaya açan, iyi bir romantik komedi, bu açılardan.
Mağdur musun fail mi: İnsan denen dipsiz kuyu 'Baby Reindeer'
“Yaralının bir anda yaralayana dönüşebildiği, taviz ve taciz sınırının bıçak sırtı aşıldığı, herkesin aslında Instagram fotoğraflarından çok daha yalnız olduğu ve kendini sık sık baş edilmesi çok güç durumlar, ikilimler içinde bulduğu günümüz dünyasında Donny ve Martha’nın hikayesini bu karakterler çok sevilebilir olduğu için sevmedik. Herkesi kendi kuyularına indirebildiği için sevdik.
Endişe, kompleks, taciz: ‘Mütevazı’ kibrinde boğulan erkek yazar
Yıl olmuş 2023 hala her an her yerden pırtlayan bu zehirli erkeklikten ve tehditlerinden bıktık. Sizi eleştirecek ve yeri gelince sizinle dalga geçeceğiz kırılgan erkek kardeşlerim. Kadınları gönlünüzce tehdit edip sineye çekilmesini ummayacaksınız; siz kendinize hakim olmayı öğreneceksiniz.
Kırılgan erkeklik, ince kırmızı hatlar ve kadınlar: Kuru Otlar Üstüne
“Kuru Otlar Üstüne”nin en cesur yanı bence Samet’in bir kız çocuğu ve bir kadınla kurduğu ilişkide ortaya çıkan çiğliğini tüm nakışlarıyla serimleme gücü. Geriye kalan her şey erkekler ve erkeklikler arasında geçse de, filmin en önemli kırılma noktaları, en kırmızı ve en parlak çizgileri buralarda ortaya çıkıyor.
'Öldüm ama iyiyim' evreni, ortak acı ve sevinç yitimi, mavi şeyler
Toplumca çok zor bir dönemden geçiyoruz, her şey gösteriyor ki hayat daha da zorlaşacak ve karmaşıklaşacak. Hüznün de sevincin de mavi vadilerine varabilmemizin, 'öldük ama iyiyiz' diyebilmenin tek koşulu, yüzleşmeyi, sorumluluk almayı, bu sayede umudu ayakta tutabilmeyi ve sonuna kadar 'insan kalmayı' başarmak….
Sağımız solumuz toksik
Giderek daha fazla insan, yer, ilişki ve ortam zehir yeşiline boyanıyorken bizim bunlardan ak kaşık gibi çıkmamız mümkün mü? Suya ve havaya karışan zehirden hepimiz nasibimizi almamış mıyız? Toksiklikten korunmanın yolları var mı? Güven, toplum sözleşmesinin en kuvvetli sözsüz zeminlerinden biri olduğuna göre birbirimize asgari düzeyde yeniden güvenmeyi başarabilecek miyiz? “Toksik erkeklik”ten yaygın güven krizine, toksik ailelerden toksik arkadaşlıklara, nedir, nelerden yapılmadır bu “toksik”?
Karadağlı ataması bize neler söylüyor?
AKP Türkiyesi 20 küsur yılda tüm toksik erkeklik uzantılarının serpilebileceği bir yayla oldu. Karadağlı “hazmedilebilir bir TV ünlüsü”nden hem çizdiği toksik hegemonik erkeklik stereotipi hem de muktedirin dümen suyuna gidişi ve sekiz İngilizce lehçesine rağmen hep hissedilen milliyetçi damarıyla düzen için hayli “kullanışlı” bir aktöre dönüştü.
'Oğlum Barbie ile oynarsa eşcinsel olur mu?' Çocuklar ve oyuncaklar
Kızlar ve oğlanlar giderek ayrılan toksik dünyalarda gezinirken küçük yaşlardaki dostluk giderek yerini gıcık olma ve düşmanlığa bırakır. Cinsler pembeli mavili paravanların arkasında bir arzu/nefret döngüsüne hapsedildiğinden ilk “date”ler, ilk dokunuşlar bile dev bir önyargı külliyatıyla şimdiden küçük heriflere ve küçük kadınlara dönüşmüş “çocuklar” arasında gerçekleşir. Her iki cinsin de kendisi gibi olmasına, kendini bulmasına hiç alan bırakılmaz ki, birbirlerini bulabilsinler.
Feminist Barbie’nin gişe hasılatı ve Barbenheimer diyarı
İçinde gerçek anlamda bir aşk hikayesi bile olmayan, neresinden baksan alabildiğine tuhaf ve komik anlarına rağmen yer yer de depresif bir film bu. Ama dünyayı neşeye boğmayı başarmış görünüyor. Bu başarı da, “Barbie”ye dair hiçbir şey de tesadüfi değil.
Buz da olsan erime: Dünyayı kaldıran kadınlar
Atılan çamurlar “dünyayı kaldıran” bu parlak gücü karartmaya yetmiyor. Ebrar da bizim, o büyük başarıya imza atan tüm diğer oyuncular da, Kübra da bizim. Bu dayanışmanın ışığı ve kadın gücü her şeye rağmen dünyayı yerinden oynatmaya devam edecek.
Sevenin var, bak ne güzel: Özkan Uğur
Özkan Uğur, oyun alanını genişletme hırsına hiç kapılmamış. Hiç başrole niyet etmemiş sözgelişi. Grup üyeleri içinde solo albüme sahip olmayan tek sanatçı oymuş! Bu çok üretken albümsüzlük nedeniyle de grubun ve müziğimizin en “nebi” şahsına münhasır sanatçılarından. Tersi bir iddialı hal de onu olduğundan kötü biri yapmazdı gerçi. Ama “baş ol da neyin başı olursan ol” şiarının bunca benimsendiği, koltuklara yapışanların asla kalkmadığı bir ülkede bu da az rastlanır bir tercih değil mi?
Mutluluk yanımızdan gelip geçti
Fuat sonunda sorumlulukları bile değil, birincil bağları ve cebindeki ağır taşlar nedeniyle 'durur', hayatının aşkını kaybeder ve istemediği bir evliliği yapar. 10 yıl sonra bir garda karşılaştıklarında Aysel’e “Ben seni hiç unutmadım. Mutluluk yanımızdan gelip geçti,”der. Filmin izleyiciyle buluştuğu 1981 Türkiye'si gibi bugün için de hem aşka hem de 'başka bir hayat mümkün(dü)'ye dair nice toplumsal anlamla yüklü bir cümleyi kalbimize böylece saplar.
Yıldızlar kayarken sahnelerde 'düşenler'
İnsan ya inandığı şeylerin arkasında durmalı ya da “esasen” inanmadığı şeyler konusunda hiç konuşmamalı galiba. Devran nasıl dönerse dönsün, “yaranmak” isteyen hem sanatçılığından kaybediyor hem de maalesef yaranamıyor bile, kendini düşürdüğü yerde kalıyor.Gerçek yıldızların ışığıysa hiç sönmeyecek. Suna Kan ve Nurhan Damcıoğlu’nun ruhları şad olsun, yattıkları yer incitmesin.
Fırdönekler, üç eşliler, çokbilmişler ve Merve
Merve Dizdar, tamamen hak ettiği bir anda, “biz” denen bir şey varsa, onu olduğumuz ve kendi olduğu en iyi haliyle gösterdi. İyi olan, hak eden, kendi gibi olan herkes ve her şey gibi “uzlaşılanlar dışında da bir yol mümkün, dünya adil bir yer olabilir” hissini verdi. Her şeyden önce “kızkardeş” olarak gurur duyuyorum kendisiyle.
Kadınların seçimi: İnsan kendi geleceğine küser mi?
Yalnız kendi geleceğimize değil, umutsuzluktan intihar eden gençlere, katledilen binlerce kadına ve gelecek nesillere borçluyuz bunu. Bizim küsmek gibi bir lüksümüz yok. İrademize ve gücümüze inanacağız, oyumuzu kullanacak ve sahip çıkacağız. Son ana kadar “yenildik” demeyeceğiz: Demek ki, öyle ya da böyle, mutlaka aslında kazanmış olacağız.
İyi ne kötü ne: Boğa Boğa
Kusurlarıyla beraber, örneğine az rastladığımız türden, baştan sona soluksuz izlenen ve alttan alta bir meselesi de olan bu filmi “Boğa Boğa” izlemenizi tavsiye ediyor, mahkum olmadığımız bir haksızlıklar iklimindense mümkün mertebe "iyi tarafta" kalarak karanlığı yara yara çıkabilmemizi diliyorum.
Aynalar, perdeler, kör noktalar, kadınlar: Festivalin ardından
Bir festival daha bitti, şehirden nice hikayeyle beraber Annie Ernaux geçti. Kadınların hem kendi hikayelerini yeniden hem de ‘erkek alanı’ sayılan hikayeleri cesur ve yenilikçi yaklaşımlarla ele aldıkları filmleri ödüllendirildi. Bakarsınız pek yakında ülkemize bahar da gerçekten gelir…
Kızılcık Şerbeti övüyoruz: Huzurunuz bozulsun!
Yakarsa dünyayı Nursemalar yakar. Kadınların ve hakikatin yanında olacağız, sonuna kadar. Bu düzen, bu dünya böyle böyle değişecek. Huzurunuz bozulsun ki huzur bulalım.