Evrim Kuramı ile ilgili ortaya saçılan düşüncelerin, iddiaların, dile getirilişlerin çoğunda hoyratlığın, emeksiz oluşun, bilgisizliğin göstergesi safsatalar vardır. Aslında, konu ile ilgili hiç okuma yapmamış bir ateist ile, dinini kulaktan dolma ezberlerle idame ettiren bir dindar arasında, anlamlı bir fark yoktur. Gerek “Evrim varsa Tanrı yoktur” gerekse de “Tanrı varsa evrim yoktur” şeklinde kestirme çözümlerle konuya yaklaşan, birbirine zıt görüşü savunan her iki görüşün ortak noktaları bilgisiz olmalarına rağmen, hayrete şayan cesaretleridir.
Bilim ve sanatlarda ileri ülkelerde özel hayatın gizliliğinin korunmasına bizzat vatandaşlar tarafından da önem verildiği görülür. Bizler için sorun yaratabilecek birçok talep, gelişmiş toplumlarda ilişkilerin olmazsa olmazıdır. Biraz derine gidersek, soyutlama yetisinin insanın kendisi ile olan ilişkisinde de çok önemli olduğu anlaşılır, çünkü soyutlama, aynı zamanda olumsuzlama yapabilmeyi gerektirir; kişinin kendisini olumsuzlayabilmesi olanaksıza yakındır ve bu, kişinin eğitim düzeyi, sosyal konumu gibi değişkenlerden bağımsızdır.
Doğada rekabet durumunda, rakip erkeklerden, bedensel olarak daha güçlü olan, diğerini döver ve konu kapanır. Söz konusu, toplumsal bir varlık olan insan olunca, sorun -ya da sorun algısı-, uygulanabilecek en etkili çözüm olmasına rağmen, yaşamın sürdürülmesi açısından en tehlikeli olan çözümün (bedensel temas) ertelenmesini zorunlu kılar. Bu durumda erkek, spermlerinin dağıtımının, rakibinden daha etkin bir yöntemle sağlanabileceğini göstermek için, kesinlikçi bir sözel anlatıma başvurur: küfür. Böylece, küfreden, kendisine küfredilen erkeğin birlikte olma olasılığının söz konusu olmadığı, belki de tek kadına yönelir: annesine.
Monarşilerde, hükümdarın görevini kötüye kullanmasını önlemek için görevi parrhesia yapmak olan danışmanlar bulunurdu. İyi bir kralın, kral gibi davranması gerektiği herkesçe bilindiği için, kral, kendisini ve icraatlarını kıyasıya eleştiren danışmanının her söylediğini dinlerdi, kabul ederdi. Eğer, danışmanının eleştirilerini göz ardı eder, söylenenleri hazmetmekte zorluk yaşamaya başlayıp, eleştirenleri dürüstlüklerinden dolayı cezalandırırsa artık kral değil, bir tiran olduğunu göstermiş sayılırdı.
Uzlaşmaz, uzlaştırılamaz ikililer listemiz uzun, haddinden fazla uzun: Bilim ile din; cumhuriyet ile saltanat; Türkçe ile Osmanlıca; kadın ile erkek… Din dediğin Arap'ın kültürü olunca laik tepki vermekte haklı. Bilim dediğin dogma olarak dayatılınca mütedeyyin kesim inancı nedeni ile azımsandığını düşünmekte haklı.
Facebook denilen oturma odasında, “kitsch” süsler, pazardan alınma fason üretim danteller, plastik resim çerçevelerinde sergilenen tuhaf resimler vardır. Oldukça mütedeyyin bir evin salon duvarında, ucuza ve kolaylıkla bulunduğu için alınmış, plastik bir Andy Warhol, Marilyn diptiğine denk gelebilirsiniz. Ortak tema, emeksizliğin sorun olmamasıdır; sürekli birbirinden paylaşımlar yapılır; uzun metinlerin okuyanı çok azdır, okuyabilen kullanıcılar hemen belli olurlar.
Hz Muhammed’in toplam yedi çocuğu olmuştur. Bunların altısı Hz Hatice’den olmadır. Toplamda yirmi beş yıl süren bir evlilik ve altı çocuk. Hz Hatice’nin vefatından sonra, birçok kadın ve genç kızla çok eşli evlilik yapmıştır. Kendisinin kısır olmadığı ortada olan, bu denli büyük harem sahibi birisinin neden yalnızca ve yalnızca bir çocuğu daha olmuştur? Devrin doğum kontrol yöntemleri pek etkin olmasa gerek… Bu nasıl mümkün olabilir?
İlk Müslümanlar olan kadın ve erkekler, ibâdetlere ve ilâhi sohbetlere birlikte katılırlar, kadınlar sabah namazını Hz. Muhammed ile birlikte kıldıktan sonra örtülerine sarınarak evlerine giderlerdi. Hz Muhammed, kadınların mescide gitmesine engel olunmamasını emreder; hatta, gece namazları için bile kadınlara izin verilmesini söylerdi. Hz. Ömer dönemine kadar, Mescidi Nebevi’nin kapısında, kadınlarla erkeklerin, aynı kabın içine ellerini sokarak bir arada abdest aldıkları aktarılır.
Dostluk edebilecek kişiye geleneğimizde Refik denir. Refakat kelimesi aynı kökten gelir, hani şu hasta olunca bize eşlik eden. Hasta olduğumuzu kabul etmiş olmak önkoşuldur. Hasta olduğumuzu ya da yumuşatarak söyleyelim, daha sağlıklı olabileceğimizi bize söyleyen, hissettiren, imâ edebilen bir dostu neden istemeyiz? Endişe, kaygı, korku yaygın, hem de öylesine yaygın ki: Artık körfezlerde kurulmuş büyük şehirlerin, deniz suyu ölçümlerinde biotayı (fauna+flora/hayvan+bitki) değiştirecek denli yoğun anti-depresan kalıntısı saptanıyor. Yine de biz başarı ile, bize hakikati söyleyebilecek olandan kaçıyoruz, küsüyoruz ona.
Dürüst olmak gerekirse, Türkiye’de, Kemalist, İslâmcı, Milliyetçi, Ulusalcı vb kesimleri hızla bir araya getiren mucizevi grup Kürtler’dir. “Kürt Sorunu” vardır ve bu dile getirildiğinde, toplumun çoğunluğunun faşist bir tutum içine girdiği görülür. Sanırım, bu topraklarda kazanan hep faşizm oldu. Toprağın, köyün, şehrin efendisi Beyaz Erkek Sünni Türk (We are the BEST) olmak yetkin bir ayrıcalık olarak; toplumdaki yansıması ise otorite düşkünlüğü; baba figürüne duyulan ihtiyaç; ötekileştirme olarak beliriyor.
İnsan, geçmişini içine yatırdığı tabutu sırtında bir yük, adına gelecek dediği bebeğini ise karnında bir umut olarak taşır. Sevgili Dostum Metin Bobaroğlu’ndan öğrendiğim gibi: Beşer, bedeni ile burada olsa da geçmişte deneyimlediği olumsuz duyguları geleceğe endişe olarak (ya tekrar olursa!); benzer şekilde, önceden yaşadığı olumlu duyguları ise umut (ah keşke tekrar olsa!) olarak geleceğe yansıtmaktadır; böylece şimdi ıskalanır. Geçmiş ve gelecek arasında kontrolsüzce savrulan düşüncelerin kaza yapması kaçınılmazdır.
Öyle bir yüce amacımız olsun ki kendimizle baş başa kaldığımız ıssızlıkta, düşünce evimize sevmediğimiz bir kişi, hatta düşmanımız gelse bile fehmedebilelim; ona merhametle muamele edip, bir an önce tekrar hedefimize, kıblemize yüzümüzü çevirebilelim.
Bu yazıda asıl amacım konunun bilimsel arka tasarına değinmek, “Hologram evren” açıklamasına gelinceye kadar bilimsel olarak ne gibi basamaklardan geçildiğini, kendi okumalarımın sınırları ölçüsünde paylaşmak.
Bu yazıyı düzenlerken, CERN’den çarpıcı bir açıklama yapıldı: “Evrenimiz aslında var olmamalıydı; simetrinin kırıldığı, asimetrinin oluştuğu noktayı anlayamıyoruz; aslında, madde var olmamalı.” Fizik ve felsefe birbirinden bağımsız ele alınmamalı. Bu bağlamda, Platon’a geri dönüp “dudak büktüğümüz” noktaları, yeni bir gözlükle tekrar okumayı denemekte fayda var gibi görünüyor.
Bazı Farsça ve Arapça sözcüklerin, asıl anlamları ile ilgisiz bir bağlamda kullanıldığı da bilinmektedir. Örneğin “serbest” başı bağlı anlamında bir Farsça sözcüktür. Bizde zıt anlamda kullanılır.
Hak ve özgürlüklerin giderek kısıtlanması, tarih sahnesinde yalnızca dönemsel bir kesinti anlamı taşır; özgürlüklerin baltalanması olumsuza doğru değil, aksine bir sonraki zorunlu uğrak olan gelişme ve ilerlemeye doğru tepkiyi biriktirecek bir etkidir.
“Diyebilirim ki ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal giz gibi kendi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım.”
Din deyince aklına emirler, yasaklar gelen biçâre? Aklına düşünce utandığından, bir fânidir gebe kalan ölümlüye. Ruhun gebe kalış ânı düştü mü hiç önüne? Doğum Tanrıçası Güzellik, lütfetti mi üremene?
Sanırım sorun tam da burada: Seks, çoğunluk için çiftleşmek. Partnerini kusturacak bir eylemden zevk almaya devam eden kimdir? Ya da nedir diye sorsak daha mı doğru olur? Nedir yâni? Ona hâlâ insan diyebilir miyiz?
Kanımca, verilen yasa tekliflerinin harfiyen kabul edilmesi durumunda bile sorun çözüme kavuşmayacaktır çünkü söz konusu şiddet eril şiddettir; atların payına düşenin evlerden arta kalan şiddet olma olasılığı yüksektir.
Uzlaşmacı kültür olanaksız görünse de, bir ütopya değil. Faytonculardan sadır olan eril şiddeti, tepeden inme yasalarla kontrol edebilmek olanaklı görünmüyor. Faytoncular dışlanmamalı ve problemin çözümüne dahil edilmelidirler.
“…Koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır…”
Bakmayın siz aksini söyleyene, sevişmek erkek için çileli bir iştir. Kadına sahip olan, kadını teslim alan erkek yoktur. Aksine; erkek spermleriyle, cinsel organıyla kadına sığınandır; kadın onları teslim alır ve neslin devamı konusunda, emanete ihanet edilmediğini döl alarak gösterir.
Kadınıyla birlikte olan adam, onun bedenini fethettiğin safsatalarını bir yana bırak da, o anda bir bak bakalım gözlerine, hakikaten içinde misin kadınının?
Erdem öğretilerinin ve özsel anlamında ele alındığında dinlerin bu konuyu öğrencilerine “giriş dersi” olarak vermesinin üzerinden binlerce yıl geçmişti oysaki. Bilimin kodlamayan RNA dediği şeye “cin” diyordu: cinlenmiş; iyi cin, kötü cin.