Yazı gecesi

Yazı gecesi gelip çattığında kafamı kurcalayanlar yeterince demlendiyse benden rahatı yoktur. Yazı, bir tülü çeker gibi soldan sağa akar gider. Eğer düşüncelerimin arasındaki bağları daha kuruyorsam, vah benim halime! İçten içe yazının bir mesai değil de sadece bir yetenek olduğuna dair göksel bir işaret beklerim! Ama öyle kolay değil, her hafta yazılacak bir yazı için emeksiz bir yol yok.

Burcu Aktaş bu.aktas@gmail.com

Ev buz gibi, burnumun ucu da. Sonbaharı ansızın bitip kışa giren evler, sokaklardan daha soğuk oluyor. Sarı sıcak bir ışık altında oturmak, bardaktaki çayın abajura doğru yükselen dumanı, sayfaları açık kitaplar... Sayfalarda gözlerimin izleri, hep kurşunkalemle... Böyle böyle ısıtacağım odayı.

Müzik açmazsam eğer, bitişik nizam bu apartman dairesinde bazılarının yüzünü, bazılarının sesini bildiğim komşuların varlığı yanı başımda. Esneyenler, kavgacılar, topuklarına basa basa yürüyenler… Ki bu son grubun neredeyse tüm hareketleri epey sesli, yan komşu sürahiyi tezgâha gürültüyle koyup yastıklarına vura vura onları başına layık hale getiriyor örneğin.

Duvarlarla bölünmüş bu soğuk yazı gecesinin sesleri kıymetli. Hem bir arada olmayı hem de mesafenin verdiği özgürlüğü aynı anda hissedebiliyorum. Yazımı yazabileceğim son gecedeyim. Böyle gecelerde kafamı kurcalayanlar yeterince demlendiyse benden rahatı yoktur. Yazı, bir tülü çeker gibi soldan sağa akar gider. Eğer düşüncelerimin arasındaki bağları daha kuruyorsam, vah benim halime! Düşüncelerim birbiriyle ve hiçbir şeyle bağ kurmadan uçuşuyorsa bir yazıya dönüşemez. İşte o vakit anlarım ki, zaman aklımda çevirdiklerime yeterince değmemiştir. Ben de yeterince düşünmemiş, duymamış, görmemişimdir.

Yazı masasının başında son akşam karşılaşacağım iki ihtimal budur, değişmez. Başıma gelecek şey ya biri ya diğeri. Bu kesinlik beni rahatlatır. Her şey anbean değişmesiyle nam salarken, kabul görürken, değişmeyen bu şey bana güven verir. Artık sarp ve uçurumlu yazma saatlerine teslim olurum.

Şimdi bu yazıyı soldan sağa bir tül çeker gibi akıtamayacağımı itiraf ediyorum. Bağların, bağlantıların bu satırları yazdığım anda peşinde olacağım. Yazma meselesi zihnimin kıvrımlarında kendine tutunacak dal ararken gözlerim kitaplığımı taramayı ihmal etmiyor. İçten içe yazının bir mesai değil de sadece bir yetenek olduğuna dair göksel bir işaret bekliyorum. Ama öyle kolay değil, her hafta yazılacak bir yazı için emeksiz bir yol yok.

Oktay Akbal, “Sürekli yazan kişinin bütün duyuları durmadan çalışır,” der. Doğru duyularım hep uyanık. Peki elime kalemi her aldığımda başlayacak gücü bulabiliyor muyum kendimde? Bulduğum da oluyor, bulmadığım da…  

Ne hikmetse güç bulamadığımda başka bir şeyi hemen buluveririm. Uykuyu. Yeryüzünün en tatlı uykusu gözkapaklarımın üstünde aklımı çelerek bekler. Yatağım gözümde güzelleştikçe güzelleşir, içim yorganın altında hissedeceğim sıcaklıkla dolup taşar. Yazı masasını bırakmam artık an meselesidir. Kendime yol arkadaşları ararım. Kimler kimler yazamamıştır diye düşünmeye başlarım. Biri diğerini çağıra çağıra yazmanın sarp yollarında mahşerî bir kalabalık oluştururuz artık. Yalnız değilimdir. Cayabilirim bu yazıyı yazmaktan, diye düşünürken uykum kaçar kalabalık yüzünden. Şu anda olduğu gibi. Sevinçle, hevesle yazmaya başlarım, az önce olduğu gibi. İlk cümleyi yazar yazmaz silerim çünkü “senden önce nasıl da hakkı verildi sözcüklerin, duyguların,” diyen bir ses evin yankı yapan köşesine yerleşir. Düşünmeye, çalışmaya, uyumamaya razıyım ama yine de yetmiyor. Bu yankılı sesle yazmaya çalışmak şimdi mesele. Doğruyu söylemek gerekirse asıl mesele tam da bu. Kibirle kuşanmamak. Tüm o etkileyici yazılardan, o edebiyat eserlerinden, yazarların keşiflerinden korkmamak, yazarlara, okurlara haddini bildirmeye çalışmamak, hesaplar yapmamak. Asıl mesele bu. Bugüne kadar sayısız yazarın yaptığı sözcük mesaisini tüm doğallığıyla yapmak. Bir sandalyeyi şuradan öteye alır gibi.

Nedir yazı… Hayatın en yakın benzeri olmaktan başka.

Düşüncelerimi James Wood’a teyelliyorum en sonunda. Edebiyat eleştirmeni Wood, George Eliot’ın “Sanat, hayatın en yakın benzeridir; insanın hayat deneyimi yelpazesinin genişlemesine, kişinin öteki insan hemcinsleriyle, kendi payına düşen ilişkiler dışında başka ilişkiler kurmasına katkıda bulunur” görüşüne katılmasa, kitabının ismini şöyle koyar mıydı: Hayatın En Yakın Benzeri.

Ve hayatın en yakın benzeri için nice mesai yapılmaz mı hiç!

Not

James Wood’un yazdığı Hayatın En Yakın Benzeri, Ülker İnce’nin Türkçesiyle şenleniyor. Kitabı Can Yayınları yayımlıyor.

Tüm yazılarını göster