Yediler Teknesi: Geçmişin kemiklerinden bir tekne

Abdullah Aren Çelik'in romanı 'Yediler Teknesi' Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap okura, kişisel veya toplumsal geçmişte yaşanmış olumsuz bir olayla yüzleşilebilir mi sorusunu sorduruyor.

Emek Erez emekerez@gmail.com

İnsan ölür, toprağa karışır. Zamanla ondan geriye kalan tek şey kemikler olur. Kalanlar için anlamı büyüktür bu insan kalıntısının... Dünyada yaşadığın yere ait hissedebilmek için yakınlarının orada kök saldığını bilmen gerekir çünkü bu senin de o topraklara ait olduğunun göstergesidir. Yaşayan birinin kemiklerinden bile mahrum bırakılmak kalan için zordur; hiç bitmeyen bir yas, hiç geçmeyecek bir yokluk duygusuyla baş başa kalmak gibi bir anlam ifade eder. Coğrafyamızda Cumartesi İnsanları’nın yaşadığı da bu yokluktur, hiç caymadan tanıdıklarından kalanın peşinden gitmelerinin sebebi de budur. Önemlidir; çünkü hem ölenin hem de kalanın ruhunu huzura erdirecektir mezar ve bu, insan için yaşama devam edebilmenin bir yoludur.

Abdullah Aren Çelik’in son kitabı, 'Yediler Teknesi'nde kemiklerle başlayan hikâye yukarıda bahsettiklerimi düşündürdü. Kitapta, başlangıçta bir kayıp yakınının hikâyesini okuyormuş hissine kapılıyorsunuz ancak metin ilerledikçe bir failin hikâyesini okuduğunuzun farkına varıyorsunuz. Bu anlamda metin bir kişisel yüzleşme ve vicdani hesaplaşma metni olarak değerlendirilebilir.

Çelik’in marangoz olan karakteri Eyüp’ün hikâyesinin alt metni yakın tarihten izler taşıyor. Metnin katmanları açıldıkça tanık olduğumuz onca yaşanmışlığa dair bellek harekete geçiyor. Sessiz kalışlar, susuşlar, göz çevirmeler, kaçamadığınız geçmişin yükü orada duruyor. Yer yer gerçek üstü bir atmosferin içine girseniz de anlatılanın gerçekle teması kaybolmuyor. Hikâyenin diğer karakterlerini parantez açarak anlatıya dâhil ediyor yazar, her hikâye başka bir zamanı çağırıyor. Karakterlerin özellikleri toplumun bir şekilde öte tarafına düşürülmüşlerinden seçilmiş; kamburlar, görme yetisini kaybetmişler, farklı etnik gruplar, hafıza kaybı yaşayanlar... Hepsinin anlatıdaki yeri bir boşluğu tamamlıyor, bu nedenle sesler çoğalıyor ve anlatının bütününe yerleşiyor.

GEÇMİŞTEN KAÇMAK MÜMKÜN MÜ?

İnsan yaşadıklarından ve yaşattıklarından kaçabilir mi? Sanırım Eyüp’ün hikâyesi için bu soruyu sorabiliriz. Eyüp’ün kaçamadığını, kafasına devamlı kemik yağdıran kâbuslarından görüyoruz ve bu vicdani sorumluluk taşıyan birinin, sebep olduklarının yükünü ömür boyu taşımaya mahkûm olduğunu düşündürüyor. Geçmişten kaçılmıyor ve kişi ne kadar çabalarsa çabalasın bir gün bir yerde, bir kâbusta, hayatın en olmadık anında, eskide kaldığını düşündüğünü karşısında buluveriyor. İşin kötüsü, yaşanan yaşanmış oluyor artık ve dönüş yolunu bulmak zor. Özellikle konu ölüm olduğunda bağış dileme imkânın bile yok.

Metin boyunca takip ettiğimiz hikâyede de bunu görüyoruz, insanın yaşattıklarının bedelinin bir karşılığı olup olamayacağını sorguluyoruz. Eyüp’ün kâbuslarından bir bölüm eklersek sanırım bu daha anlaşılır olacaktır: “Kemik sağanağına görkemli bahçesinde yakalanan Eyüp, evinin kapısına doğru her adım attığında uzun kemik parçası toprağa hançer olup saplanıyor, yürümesini engelliyordu. Yalnızca birkaç dakika içerisinde çevresi yere saplanmış kemik yığınıyla doldu…”

Eyüp’ün öyküsünde geçmiş böylece kaçamadığı bir şeye dönüşüyor. Yaptığı kötülüklerin sembolü, rüyasında kemik olup başına yağıyor; Eyüp yaptıklarının cezasını kâbus dolu gecelerle ödüyor. Karakter “kötülük” yapmış olsa da en azından hâlâ vicdan sahibi, hatalarının ağırlığını duymayanların da çok olduğu bir dünyada bu kıymetli hâle geliyor çünkü kötülük görev haline geldiğinde, resmi hizmete mahsus olduğunda veya sıradanın çoğunluk refleksiyle harekete geçtiği durumlarda görünmez olabiliyor. Kişi, kendi sorumluluğunu almadığında veya yaptığını kutsal bir görev gibi kabullendiğinde, Eyüp’ün çektiği vicdan azabını bile göremiyoruz. Oysa Scheler’in söylediği gibi, “Yaptığından pişman olan aynı zamanda yaptığını itiraf eder ve onu aşar -hatta son anında dudaklarını kapayan o utancı bile.”(1) Bu nedenle bir bağışlanma imkânı olmasa bile pişmanlık duymak, yaptıklarının vicdani sorumluluğunu almak önemli.

UNUTMAMAK

Her insan kendi yaşadığı kadar zamana sahip oluyor, insanın yapıp etmeleri o zamanın nasıl geçtiğini ve onunla kurduğu ilişkiyi belirliyor. Eyüp’ün hikâyesinde olduğu gibi vicdanınızın yükü boyunuzu aşıyorsa zaman katlanılmaz bir şeye dönüşebiliyor. Çünkü devamlı sorguladığınız bir hayat, huzuru elinizden alıyor, unuttuğunuz da hatırladığınız da cevap alamadığınız sorulara dönüşüyor. Metnin şu cümlelerini bu açıdan yorumlayabiliriz: “Unutmak insanı kapkaranlık bir sessizliğe mahkum ediyor. Derin ve sessiz bir hüzün bu, geçmeyecek bir ağrı, susmayacak bir çığlık, bitmeyecek bir karanlık bu. Baktığım her yerde derin bir sis bulutuyla karşılaşıyor gözlerim. Zaman ve mekân anlamını yitirmiş. Hiç hatıram yok, hatırası olmayan bir insanın aklı olur mu? Hatırası olmayanın inancı olur mu?”

İyileşmek için insanın unutmaya ihtiyacı olduğu söylense de unutmamak, özellikle yüzleşme gerektiren durumlarda sadece kişisel belleğimiz için değil toplumsal belleğimiz için de önemli bir yerde durur. Eyüp’ün hikâyesiyle de kesiştirebileceğimiz, metnin günlük bölümünden yaptığım bu alıntıda bunun üzerine düşünebiliyoruz. Eyüp yıllarca yaşattıkları hiç olmamış gibi devam etse de günün birinde çok sevdiği oğlu tarafından gelen yüzleşme talebiyle aslında hiç unutmadığını da fark ediyor. (Metinde oğuldan gelen içeriğini en sonda öğrendiğimiz bir mektup var, bu aynı zamanda metnin sonuna kadar merak unsurunun sürmesi için anlatıda işlevsel kılınmış.) Çünkü geçmiş, insanın her üşüdüğünde sırtına geçirdiği bir hırka gibi orada bir yerde durur, onu sırtınıza geçirmek için beklediğiniz üşüme hissi gibi aniden karşınıza çıkıverir, bir ses, bir koku, bir an onu şimdinize getiriverir. Bu önemlidir çünkü “Unutmak insanı kapkaranlık bir sessizliğe mahkum” eder. O sessizliğin içinde kaybolan ise insanın şimdisinde ne olduğunu hatırlatırken, geçmişinde yaşamını etkilediği insanların varlığını da belirleyen bir şeye dönüşür. Bu nedenle önemlidir unutmamak; bir gün kendine dönüp baktığında aynada gördüğün yüzün aslında kim olduğuyla karşılaşmanı sağlar. 'Yediler Teknesi'nin Eyüp’ü de bir gün dönüp baktığında, aslında kim olduğunu fark ettiğinde başlıyor asıl yaşamına. Bundan sonra ne yapacağı, şimdisinde ne olacağını da belirleyen bir yerde duruyor ama yüzleşmek, günahlarından arınmak o kadar kolay olmuyor. Daha önce de vurguladığımız gibi konu ölümle ilgili bir vicdan yükü ise onun yüzleşmesi dünyada pek mümkün olmuyor. Kendi okuma deneyimimde Eyüp’ün hikâyesinin beni en çok yakalayan yerinin bu olduğunu söyleyebilirim.

TEK TEK KEMİKLERLE

Metnin anlatısında bir baba oğul çekişmesine de tanık oluyoruz. Anlaşılan Eyüp babasından pek sevgi görmemiş, duygusal açlığının da etkisiyle kötülük yapmak onda haz verici bir şeye de dönüşmüş. Aynı çekişme Eyüp ve oğlu arasında da var ki Eyüp’ün yaptıklarının hata olduğunu kabul edip, yüzleşme ve geçmişin hatalarından bağışlanma çabasına girmesinde bunun büyük rolü var. Bu nedenle kuşaklar arası bir erkeklik çatışmasından da söz etmek gerekiyor. Eyüp’ün yüzleşmesinin gerçekleşmesi için katlettiği insanların ruhunu huzura kavuşturması, onlar için bir cenaze tertip etmesi gerekiyor. Bu oğlunun isteği ve bunun denizde olması şartı var. Yaşlı marangoz bu nedenle yok ettiği insanların kemiklerinin peşine düşüyor, amacı bir tekne inşa ederek oğlunun isteğini yerine getirmek. Metin boyunca kemiklerden bir gemi yapmaya çalışıyor. Onları özenle, her defasında duayla bir bir yerleştiriyor tekneye ancak cenaze namazını kıldırabilmesi için yedi kişiye ihtiyacı var. Hikâyenin diğer karakterleri de böylece ekleniyor anlatıya. Başta da bahsettiğimiz gibi bu karakterlerin öyküleri de farklı kapılar açıyor okura; hepsinin hikâyesini birleştiren şey, bir şekilde acılı bir yaşama sahip olmaları. Çelik’in kitabında bu nedenle farklı konular içeren olay ve hikâyelerin parçalı bir anlatıyla örüldüğü söylenebilir ve bu hikâyeler bir şekilde Eyüp’ün anlatısıyla kesiştiriliyor. Ayrıca, anlatıya eklenen günlük, mektup gibi metinler farklı türleri bir arada görmemizi sağlıyor.

Abdullah Aren Çelik’in 'Yediler Teknesi', zaman, bellek, tanıklık, yüzleşme gibi konuları bir arada düşünebileceğimiz bir metin. Bir karakter üzerinden kurgulanmış anlatı, kişisel veya toplumsal geçmişte yaşanmış olumsuz bir olayla yüzleşilebilir mi sorusunu sorduruyor okura. Eyüp’ün hikâyesi bir şey söylüyorsa o da şu: Bir gün pişmanlık duyulabilecek olanı yaparken düşünmek gerekiyor. Çünkü her zaman seni bağışlayacak olanları karşında bulamayabilirsin ve çok geç olabilir.

  1. Scheler, M., (2020), “Pişmanlık ve Yeniden Doğuş”, (Çevirmen: Sinan Oruçoğlu), İstanbul: Pinhan Yayıncılık
Tüm yazılarını göster