AKP’nin “Atatürk” açılımı için ağırlıklı olarak sosyal medyada
“yemezler” yollu yorumları okuyunca insanın aklında hep bir “mi
acaba” sorusu kalıyor. Neden yemesinler?
Bu sorunun yanıtını deşmeden önce Erdoğan’ın içeride
“Atatürkçülük”, dışırıda “Kemalizm” kartını kullanmaya
odaklandığını not etmek lazım. Yani Erdoğan sadece Atatürkçüleri
değil, Kemalist “değerleri”, “Batıcılığı” kullanmak, iflas etmiş
olan “ılımlı İslam” projesinin yerine bu ideolojiyi ikame ederek
Batı’yla yeniden ilişkilenmek istiyor.
Milli Görüş gömleğini çıkararak iktidara gelen AKP, Batı’yla
mutabakatını da “ılımlı İslam” gömleği üzerinden yapmıştı. Ancak
AKP’nin başta ABD olmak üzere Batı’ya pazarlayabileceği ideolojik
“silahı” (ılımlı İslam) zaten Mısır’da zedelenmiş, Suriye savaşının
ikinci yılından itibaren El-Nusra ve sonrasında IŞİD dolayısıyla
tükenmişti ama Suudi Arabistan’daki yeni darbeyle bu proje AKP
açısından dramatik bir biçimde sonlandı. Anlaşılan o ki, ılımlı
İslam’ın yeni pazarlayıcısı, yine İslam’ın en radikal yorumunun baş
aktörü Suudi Arabistan!
Dikkat edilirse Suudi Arabistan’daki Muhammed bin Selman
darbesini AKP medyası üzerine alındı. Yenişafak gazetesi mesela,
şöyle yazdı: “15 Temmuz’da Türkiye’yi
bölemeyince gözünü Suudi Arabistan’a çeviren ABD ve İsrail, “Ilımlı
İslam” ile pazarlanan S. Arabistan’ı parçalama planını uygulamaya
başladı.”
Oysa daha düne kadar “Ilımlı İslam”la pazarlanan ülke
Türkiye’ydi.
Gelinen noktada AKP “ılımlı İslam” projesini ne kadar ısıtırsa
ısıtsın Batı’da bunu yiyecek müşteri bulamayacağına ikna olmuş
durumda. Dolayısıyla Erdoğan’ın yeni bir ideolojik programa şimdiye
dek hiç olmadığı kadar ihtiyacı hasıl oldu.
Ancak bunu şimdiye kadarki söylem ve uygulamalarının üzerine
inşa etmesi mümkün değil. Zaten içeride Müslümanların laikler
karşısında yaşadığı mağduriyet söyleminin tüm getirileri bol bol
kullanılıp harcandı, zulüm politikasıyla bedel ödetilmeyen kimse
bırakılmadı. Kürtlerle barış ihtimali 2015 Mart’ından itibaren
mezara gömüldü. Bir zamanlar iktidarın içerideki kirli işlerini ve
Batı’daki PR’ını yapan Fethullahçılar arkadan hançer vurup kaçtı,
kalanlar yok edildi.
Milliyetçilere gelince; Erdoğan, MHP yönetiminin tam desteğini
almasına rağmen milliyetçi tabanı ikna edemediği gibi MHP’yi de
tüketip ikiye böldü. Uzun lafın kısası, değirmen taşıma suyla ne
kadar döndürülebilirse o kadar döndürüldü ama artık ne taşınacak
su, ne de taşıyacak güç kaldı.
Öte yandan AKP, ABD ve Avrupa’yla yaşadığı tüm siyasi krizlere
rağmen neoliberal politikaları dolayısıyla Batılı yatırım ve finans
çevrelerinin gönlünü şimdiye kadar çelebiliyordu. Ama sırf döviz
kurundaki fırlamalara bakınca bile o havuzun da suyunun çekildiği
anlaşılıyor.
YETİMİN BAŞINI OKŞAMAK
Büyük olasılıkla Erdoğan artık çıkar yol kalmadığını düşündüğü
sırada birileri kulağına şu seçenek işaret eden soruyu fısıldadı:
“Atatürk ve Kemalizm işimize yaramaz mı acaba?” Evet ama nasıl?
“Ernesto Laclau, demokrasi, insan hakları gibi tek bir tanım
üzerinde kimsenin anlaşamayacağı, ama işaret ettikleri değerler
itibariyle büyük kalabalıklar için referans noktası olabilecek
siyasî kavramları “boş gösteren” olarak tanımlıyor” demişti
Ayşe Çavdar, Nisan 2012 tarihli Express dergisindeki yazısında.
Laclau’nun tabiri ve Çavdar’ın ta 2012’deki öngörüsüyle AKP’nin
yeni bir “boş gösteren”e ihtiyacı vardı. Çavdar’a göre o “boş
gösteren” Kemalizmden başkası olamazdı!
Çavdar’ın 5 yıl önceki Express’in “Fetih 2012” Özel Sayısı’nda
“Siyasal İslâm’ın Neoliberalizasyonu:
Neo-İslâmcılık” başlıklı yazısından nakledelim: "AKP’nin ve
Erdoğan’ın giderek derinliğini artırdıkları baskıcı siyaset ve
dil, iplerin elden kaçmaya başladığını anladıklarını, ancak bu
aşamada ne yapacaklarını pek bilmediklerini gösteriyor. Elde yeni
bir ‘boş gösteren’ yok. Bu siyasî hareketin toplumsal sermayesi
buraya kadar. Şimdi piyasanın sunduğu altın falçatayla
berelediği ‘mağdur bedeni’ni sığdıracak yeni bir siyasî söylem
bulması lâzım. Peki böyle bir söylem için elde kaynak var mı?
Aslında var. AKP rahatlıkla Kemalistlere dönüp ‘Bakın sizin yıllar
boyunca onca emek ve para harcayıp okullarla, mahkemelerle,
darbelerle yapmaya çalıştığınız şeyi, yani dindarları
modernleştirme hedefini ben on senede gerçekleştirdim. Kemalist
mirasa sahip çıktım. Laikliğin ve İslâm’ın birbirlerini acıtan
sivri uçlarını törpüleyip onları uyumlulaştırdım. Hadi şimdi hep
beraber aydınlık yarınlara’ diyebilir."
BATI “MUHAFAZAKÂR KEMALİZMİ” YER Mİ?
Peki bunca yaşanandan sonra Kemalist kesimler (bürokrasi dahil)
bunu yer mi? Pek çok yorumcuya göre “yemezler”.
Laik Kemalistler düştükleri yerde küçük bir şefkat gösterisine
tav olmayabilir ama AKP’nin de yıllara dayanan dönüşüm siyaseti ve
eğitim politikası dolayısıyla Atatürkçülerin tümünün laik ve mutlak
AKP karşıtı olduğunu söylemek büyük gaflet olur. Atatürkçünün de
sağcısı var, laiki var, muhafazakârı var, Batıcısı var, Avrasyacısı
var. Hatta “solcusu” bile var! (TKP, Mustafa Suphi’nin adını bile
anmayıp, 10 Kasım dolasıyla Mustafa Kemal’i, yere göğe sığdırmayan
bir açıklama yaptı!) Dolayısıyla
“yemezler” iddiasından farklı olarak AKP’nin yeni “boş gösteren”ini
yiyecek Atatürkçü kesimlerin olması ihtimalini küçümsemek gaflet
olur.
Peki Batı, ılımlı İslam yerine ikame edilecek bir “muhafazakâr
Kemalizmi” yer mi?
İşte AKP açısından esas kritik olan nokta bu. Başta da
söylediğimiz gibi AKP’nin “Kemalist açılımı”, Batı nazarında
tüketilen ılımlı İslam projesinin ikamesi gibi görünüyor. Böylece
AKP, ABD ve Avrupa’ya, tam da Çavdar’ın 5 yıl önce öngördüğü şeyi
söylüyor aslında: “Kemalist mirasa sahip çıktım. Laikliğin ve
İslâm’ın birbirlerini acıtan sivri uçlarını törpüleyip onları
uyumlulaştırdım. Hadi şimdi hep beraber aydınlık yarınlara.”
Batı’nın bu yeni projeyi de “yememesi” demek, AKP’ye yolun
sonunu gösterebilir. İşte tam da o noktada AKP’nin Kemalist söylemi
daha da yükseltip kendi kaderini ülkenin bekasına bağlaması,
Kemalist/Atatürkçü kesimleri yeni bir “anti-emperyalist kurtuluş
savaşına”, Kuvayı Milliye ruhunda birleşmeye çağırması muhtemel. Bu
çağrıya kim nasıl yanıt verir, öngörmek şimdilik zor. Ama işin
dayanacağı nokta bu.
Ancak Batı, AKP’nin “Kemalist açılımını” satın alırsa -ki bu,
AKP’ye karşı güçlü bir muhalefetin örülmemesi halinde ihtimal
dahilinde- başta Kürtler olmak üzere Türkiye’deki ezilenleri,
yenilenmiş ve Atatürkçülükle barışmış, Batı’yla uzlaşmış yeni bir
sağ hegemonyanın sultası bekliyor demektir. Erdoğan bu yeni “boş
gösteren”i anti-Kemalist İslamcı tabanının tepkisini çok çekmeden
ama “şefkate” muhtaç Atatürkçüleri de tatmin edecek şekilde
paketlemeyi başarır ve Batı’ya da aynı başarıyla pazarlayabilirse
iktidardaki ömrüne ömür katması işten bile olmayabilir (mi
acaba?).