Beka ile yatıyoruz beka ile kalkıyoruz. En basit TDK anlamıyla “kalıcılık, ölmezlik” anlamına geliyor. Güzel bir isim de olabilirmiş aslında, hayret neden kimsenin aklına gelmedi ki: “Bekacım koş hadi bana bir su getiriver.” TDK ayrıca cümle örneğini de Necip Fazıl’dan vermiş: "Fakat böyle bir zevk ve huzurun devam ve bekası olamaz." Burada bahsedilen zevk ve huzurun Necip Fazıl’ın içki-kumar zaafı olup olmadığını bilemiyoruz, zaten konumuz bu değil. Konumuz yeni kodlar ve yeni paradigmayla soslanmış Yeni Türkiye’nin, kendimizi muhalif de görsek gündelik hayatın içinde çoğumuzu nasıl zihinsel anlamda esir aldığıyla ilgili. Haydi buradan ahlak kavramına bağlanalım.
Aristo’dan Kant’a, Sokrates’den Nietzsche’ye birçok filozof ahlak felsefesini tartışmış, iyi-kötü, erdem nedir, nasıl şekillenir konusunda sıklıkla kafa patlatmışlar. Öte yandan din, ahlak tartışmalarının her zaman ana ekseninde yer almış. “Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin” gibi emirler, semavi dinlerinin temelini oluşturmuş. Misal, İslam ve ahlak konusunda yüzlerce kitap bulunuyor, hayır hayır buradan en ahlaklı İslam ülkesinin Norveç olduğu araştırmasına falan gelmeyeceğim, konumuz bu da değil.
Geçen hafta Sultanahmet’te bir işim vardı. Arabayı tam da eski adliye binasının karşısındaki otoparka bıraktım ve “yarım saat sonra alacağım” dedim. Yaşlıca bir amca “Tamam 20 TL” dedi. Ben de gayriihtiyari, ne gereği varsa, “Bayağı turistik tarifeymiş yahuu” dedim gülerek. Ak sakallı amca da hafif tersleyerek, bana hayatın anlamını öğretircesine: “Bir şey soracağım sana, ne var bu para işinde de hepiniz bu kadar seviyorsunuz” diye sordu pişkince. Sanırsın ki, yeryüzüne bizleri aydınlatmaya gelmiş, ak sakallı bir bilge ve yolu da kazayla otopark işletmesine düşmüş… Belli ki benden önce çok insanla bu diyaloğu yapmış, tecrübeli. Açıkçası acayip güldüm, “Amcacım bunu benim sana sormam gerekmiyor mu, benden 20 TL alacağına o zaman neden 5 TL almıyorsun, sevme o zaman bu kadar parayı, hem suçlusun hem de bayağı güçlüsün” dedim. Bilge otoparkçı önce pek bir afalladı ama o aşırı özgüveni eşliğinde toparlanması uzun sürmedi ve yine gülmeye devam etti gevrek gevrek. Sonrasında dayanamadım “Seninki yüzlerce odalı sarayda oturup mağdur edebiyatı yapmaya benziyor” dedim. Yine çok güldü, çünkü kendinden çok emin aslında, öyle ki beni eşime şikayet etmekten de geri kalmadı: “Seninki parayı çok seviyor haa ona göre”. Para basan bir işe sahip, otopark gibi acayip bir rant işinde olan bir adamdan ahlak dersi almak açıkçası sarstı biraz beni. Nefis bir Türkiye özeti değil mi? Zira tepede ne yaşanıyorsa sokakta da aynısı yaşanıyor aslında. Tepe mi sokağı, sokak mı tepeyi şekillendiriyor, bilinmez bir dilemma.
17 yıldır tarumar olan “ahlak” (buradaki ahlak kavramını toplumda en temel kabul görmüş saf haliyle alın lütfen) anlayışı; otoparkçısından Müge Anlı’nın ünlü Palu Ailesine, belediye nimetlerinden vazgeçmemek için seçim erteleyenden, “Alt tarafı karımı dövdüm, terörist miyim” diyen adama kadar uzanan geniş çaplı bir yelpazede kendini gösteriyor. Buyurun size; ahlakı sorgulamadan kanıksadığımız, gündelik hayatımızın parçası olan, olaylardan bir demet ve bu adapte olma rehberi:
• Mavi yakalı ve işsiz de olsan asla taşeronlaşmaya karşı çıkma, yan komşuna iş çıktı bak, komşuda pişer sana da düşer. Üstelik yol ve köprüler yapılıyor, daha ne istiyorsun?
• Beyaz yakalısın ve işin var, psikopat müdürlerin sürekli adam atıyor, ya da yaşanan mobbing’leri takma kafanı, sana dokunmayan yılan bin yaşasın. Borsacıysan, oyun CHP’ye olsun ama her seçimin ertesindeki pazartesi mutlaka “istikrarı satın al”. Zaten yurtdışı başvuruların yakında sonlanır.
• Barış İçin Akademisyenlerden içeride olanlar var, diğerlerinin yaşam alanları kısıtlanmış ya da yurtdışına gitmişler… Akademisyen misin? Salla gitsin, sen yoluna devam et, onlar da imza atmasalardı canım.
• Kentsel dönüşüm neden Zeytinburnu ya da Sancaktepe’den değil de CHP’nin kalesi Bağdat Caddesi’nden başladı diye sorma sakın, oradan elde ettiğin rantla yoluna devam et, evin değeri iki katına çıktı fena mı işte?
• İşadamları ayakta kalmanın mücadelesini damatlara methiyeler düzerek yaparken, millete küfrederken, bir Allah’ın salağı sen misin canım kardeşim? Sen de talep et Ankara’dan gönlünden ne koparsa. Oyunu kurallarına göre oynayıp günün birinde sen de zengin olursan, trendleri takip et ve sakın sanata yatırım yapmayı ihmal etme, Türkiye’nin Medici'si neden sen olmayasın?
• KOBİ olarak sıfır faizle “Nefes Kredisi” alıp, “piyasa çok kötü” deyip adam atmaya devam edebilirsin. Kimse de bu ekonomik krizde sana “neden attın” demez, o zaman durmak yok yola devam!
• Sendikalar sıçrama tahtasıdır unutma, yandaşsan AKP, muhalifsen CHP’ye milletvekili dahi olabilirsin…
• Biz Koç Holding’i Divan Oteli’nin kapılarını açmasıyla olumladık ama Tüpraş’ı üç kuruşa alan bu grup, son 17 yılda kaç kat büyüdü sakın sorma, çünkü Fenerbahçe stadının adını Ali Koç yakında Atatürk stadı yapacak, o nedenle “şiiişşt şimdi sırası değil” bunları konuşmanın!
• “Emeklilikte yaşa takılanlar” deyin gugıl babaya, kaç bin kişi “Reis çıkar şu EYT yasasını oyum sana” diyor bir bak bakalım. Kliantelizm malum “client”tan yani müşteriden gelir, sen beni nemalandır, ben seni seçerim, temel felsefen olsun; o zaman dans!
• Vergi vermene falan da gerek yok artık, nasıl olsa her iki yılda bir vergi affı, varlık barışı çıkıyor. Yeri gelmişken imar affından kaç milyon kişi yararlanmıştı? O zaman renk!
• “Falanca memur yasasını meclisten geçir Reis, falanca öğretmen kadrosunu hallet oyumuz sana” diyerek geçmedi mi yıllarımız?
• Bak Barolar Birliği Başkanı nasıl da mutlu oldu avukatlara yeşil pasaport çıkacak diye, onca gerginlik bir çırpıda bitti yok oldu, tıpkı Soylu, Kurtulmuş vakalarında olduğu gibi yakında methiyeler de başlar. O zaman ver mehteri!
• Ya taksiciler, Sultanahmet’ten Taksim’e 100 dolar almasın mı yani? Onların neyi eksik?
• Ortaçgil’den Mazhar’a herkes pozisyonlarını “Yeni Türkiye” kodlarına göre ayarlamıyor mu? Onların Gencebay’dan Bingöl’den ne farkı var sorarım? Kültür dünyamızdan başka bir örnek, Sel Yayınları’nın ISBN sahtekarlığı sana model olsun, yolunu aydınlatsın.
• En fazla milliyetçi görünenlerin, kendisi ya da çocukları bedelli askerlik yapanlar değil mi? Çalış sen de kazan, sen de paralı yap!
• Sabah’da, Takvim’de, Güneş’de, Akşam’da çalışanlar ne yapsın, evlerine ekmek götürmesin mi yani? Nedir bu gazetecilik etiğini fetişleştirmek canım? Bak PR’cılar hâlâ bu gazetelerde haberleri çıksın diye taklalar atıyor. Demek ki Takvim iyi işler yapıyor.
• Cami musluğu çalınmasına alışmıştık da geçen hafta morg çalındı bu ülkede. Bebeklere tecavüzlerden, ihtiyaçlarını damacanayla giderenleri gördük yıllar içinde. Hatta FBI’ın uyarısıyla çocuk pornosundan yakalanan profesör bile serbest kalmadı mı? O zaman sen de kasma, takıl kafana göre.
• Cemaatlere mi sığındın, doğru yoldasın valla. Çünkü ne demişti Cübbeli Hoca lüks Mercedes’i konusunda: “Sana ne, sahabe de iyi deveye biniyordu”
• Sporu muhtemelen seviyorsundur, üç büyükleri tutuyor ve hep kendini haklı görüyor olabilirsin, yaşaaa! O zaman Burak Yılmaz’ı, Arda Turan’ı kendine örnek alabilirsin, sıkıştın mı hakemler her şeyin sorumlusu unutma! Sen hep iyisin ve her zaman mağdursun…
Özetle elbette senin neyin eksik otoparkçı kardeşim? Benden 20 değil 50 TL istemek ve isterken de, özgüvenle karşındakini "sen parayı seviyorsun bense mağdurum"u oynamak en temel hakkın, 17 yılın özeti burada işte, muktedirken mağdur, mağdurken mağrursun. En tepeden en aşağıya bu iktidarın temelinde işte bu nemalanma ihtimali ve güdüsü var artık. Nemalanmanın ve yukarıda sıraladığımız oluşan bu yeni “ahlak”ın bekası temel şiar aslında. Bir beka krizinden bahsedeceksek bu ahlaki yapının sürdürülebilir olması hayati, o nedenle İstanbul’u seçimle de olsa bırakmak istemiyorlar.
Öte yandan laf aramızda ve söz meclisten dışarı, galiba masum da değiliz hiçbirimiz… Muhalif de olsak yukarıdaki listedeki maddelerden bir ya da birkaçından, istemeden de olsa bizim de nemalanmış olmamız muhtemel, bunu yaparken de sistemi ne yazık ki yeniden üretiyoruz. Demokrasiyle falan değil, farkında olmadan içselleştirdiğimiz ama kendimize dahi itiraf edemediğimiz bir hipokrasi içinde yaşıyoruz.
İlelebet bu iktidarla devam edecek değiliz elbette. Oluşan bu tepeden inmeci, ahlakı ağzından asla düşürmeyen “ahlakçı” yapı, olanca tutarsızlıklarıyla özünde bize anti-ahlakçılığı zikrediyor. Bu zamanın ruhundan kaç yılda nasıl kurtulacağız, nasıl restore olacağız sorularının yanıtları şimdilik muallak gibi görünüyor. 23 Haziran’da belki bu anti-ahlakın da referandumuna gidiyor olabiliriz. 17 yılda dogmalarla sarmalanmış hayatımız, Kant’ın “dogmanın ölümü ahlakın doğumudur” cümlesindeki gibi doğal süreçte yeniden şekillenecektir belki de, kim bilir. O zaman kahrolsun dogmalar ve iyi bayramlar…