Avrupa Parlamentosu seçimi sonuçları radikal sağ grupların halklar nezdinde ciddi kazanımlar elde ettiğini somutlaştırdı. Avrupa Birliği’nin merkez ülkeleri Fransa, Almanya ve İtalya’da, AB’nin öz tanımına yönelik büyük bir hoşnutsuzluk var. Bu yaz, bu hoşnutsuzluğun yeni ve güçlü ifadeleriyle geçecek. Kışın nasıl geleceğini ise esasen Fransa’daki seçim sonuçları belirleyecek.
1.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde kimler yenildi kimler kazandı?
Almanya’da hükümet ortağı Yeşiller ve Fransa’da Macron’culuk bu seçimin iki büyük mağlubu. İki somut mağlup. Özellikle Macron’un başını çektiği Renew grubunun seçimlerde çuvallaması ve Fransa’da büyük rakibi Marine Le Pen’in yarısından bile az oy alması, ülkede bir anlamda hükümeti düşürdü. Fransa’da meclisi fesheden Macron, ülkesini erken seçime götürüyor. Bu arada, Avrupa oylarında kendi ülkesinde altıncı parti haline gelen (ve aşırı sağın aşırı güçlenmesine tanıklık eden) Belçika’nın liberal başbakanı Alexander de Croo da istifa etti. Avrupa Parlamentosu seçimleri, iç siyasette ilk defa bu denli belirleyici hale geliyor. Küresel trendler ilk defa bu kadar güçlü.
Almanya’da Yeşiller, ülkesinde hükümet ortağı olmasına rağmen Avrupa’da Parlamento’yu yöneten grubun içinde değildi (Parlamento, muhafazakâr sağ, sosyal demokratlar ve Macron koalisyonu ile yönetiliyordu). Yine de buna rağmen Yeşiller, Avrupa Birliği’nin en büyük projelerinden, iklim değişikliğine dönük çözüm siyasetinin mimarlarındandı. Bu siyaset özellikle tarımla uğraşan kesimler tarafından sert ve ölçüsüz bulunuyor, Brüksel’e dönük nefretin giderek büyümesine neden oluyordu. Yeşiller, kendilerini solda tanımlamalarına rağmen emekçi kesimlere ilişkin herhangi bir ciddi siyaset gütmediklerinden, Brüksel’e, Avrupa’ya ve kendilerine dönük hoşnutsuzluğu, alternatif politikalarla dengeleyemediler. An itibariyle bir güvensizlik oyu almış oldular.
Kimlerin kazandığı da ayan beyan ortada. İtalya’da başbakan Giorgia Meloni’nin Fratelli d’Italia’sı, gövde gösterisi yaptı. Fransa’da Marine Le Pen’in Rassemblement National’i, Macron’un iktidarını tam anlamıyla paçavraya çevirdi. Almanya’da ülkeye ve kıtaya yeni büyük dengesizlikler armağan etmeye aday AFD, iktidar ortağı merkez sağın ardında, sosyal demokratlar ve Yeşiller’in ise önünde ikinci parti çıktı. Kendilerini şimdiden galip sayıyorlar. Mevcut aritmetikte haksız da sayılmazlar. Bu grupların dışında, aşırı sağ siyasetin Avusturya’da da birinci parti çıktığını söyleyelim. Belçika’yı da tabloya ekleyince Avrupa’nın orta yerinde koca bir radikal blok oluşuyor.
Demek ki özellikle Avrupa Birliği’nin merkez ülkeleri Fransa, Almanya ve İtalya’da AB’nin öz tanımına yönelik büyük bir hoşnutsuzluk var. Bu yaz, bu hoşnutsuzluğun yeni ve güçlü ifadeleriyle geçecek. Kışın nasıl geleceğini ise esasen Fransa’daki seçim sonuçları belirleyecek.
2.
Yine de şunu not etmek lazım; Avrupa Parlamentosu’nda aşırı sağın koltukları, oransal olarak, uyandırdığı yankı ölçüsünde artmadı.
Parlamento’da daha önce kurulmuş aşırı ve radikal sağ grupların (Meloni’li İtalyan sağının başını çektiği European Conservatives and Reformists ile Le Pen’li Fransız sağının liderlik ettiği Identity and Democracy) 2019 dağılımıyla 2024 dağılımı hemen hemen aynı.
Bu gruplara an itibariyle dahil olmayan ama önceki parlamento aritmetiğinin parçası konumundaki Alman AFD ve Macar Fidezs de tabloya eklendiğinde, Avrupa genelinde aşırı sağ oyların toplamda yaklaşık iki puan arttığını ve yüzde 20’den yüzde 22 civarına geldiğini görüyoruz. Bu arada geleneksel muhafazakârlar da sessiz sedasız bir buçuk puan fazla topladı ve yüzde 25 civarına oturdu.
Gerileyenler esasen liberaller ve sol-sosyal demokrat-yeşil gruplar... Önceki yıllarda Parlamento’da büyük söz sahibi olan sol-sosyal demokrat-yeşil gruplar yüzde 36’lardan yüzde 32’lere inerken; Avrupa genelinde liberaller yüzde 14 civarından yüzde 11’e düştü.
3.
Radikal sağın bu hızlı yükselişine, Doğu Avrupa’da ve İskandinav ülkelerinde set çekildiğini de söylemeli. Bu ülkelerdeki sağ hareket, bu yeni meclis aritmetiğinde istediğini bulamadı. En büyük sebep, Rusya korkusu. Bu korku, eski Doğu bloku ülkelerinde ve Rusya’ya karşı çözümü NATO’da arayan İskandinavya’da Avrupacılık olarak tezahür ediyor.
İki tür Avrupalı ile karşı karşıyayız. Anti-Avrupacılığa varan radikal sağın artık hâkim değilse de belirgin bir siyasi güç olarak sahne aldığı Avrupalılar ile bekasını, Avrupa Birliği’ni kuranların yüz geri ettiği Avrupa fikrinde arayan Avrupalılar… Yeni bir Avrupa fikri aranıyor.
Bu yeni Avrupa fikrini göçmen karşıtlığı üzerinden okumak isteyen çok kişi var. Şüphesiz etkili bir konu ama esas neden bu değil. Anti-Avrupacıların yükselişinde emekçiden çok patronları gözeten liberal sağ siyasetin halklar nezdinde ciddi antipati uyandırması, merkez solun da siyasetsiz kalması önemli bir etken. Yenilen de Brüksel’de çok etkili olan ve Brüksel’le özdeşleşen bu iki grup zaten. Brüksel kelimesi bazı kulaklara küfür gibi geliyordu; faturayı kestiler
4.
Faturanın sağ tarafına bakalım.
Avrupa’da üç sağ hareket var, merkez sol blokun her fırsatta yanaştığı piyasacı sağ.
Artık dinozor muamelesi gören Hıristiyan sağ.
Ve ekonomik kriz/göçmen meselesi ile büyüyen, kimlik siyaseti uzmanı aşırı sağ.
Üçüncüsü, ilk ikisini yedi. Üstüne tatlı niyetine piyasacı sağdan ayırt etmesi zor olan Yeşiller ve merkez solcuları da yedi.
Bu kadar geniş bir kesim neden yem oldu? Sadece konjonktür değil siyasetsizlikten de. Hiçbir şey üretmeden, hiçbir şey vaat etmeden, sadece statüko iyidir diyerek, serin yerde konumlanmışlardı.
Şimdi 16-24 yaş arası gençlerin tüm dikkatini kendine çeken aşırı sağın midesinde konumlandılar.
Büyük muhafazakâr sağ blok hâlâ Parlamento’nun, dolayısıyla Avrupa’nın temel hâkimi gibi duruyor ama radikal partilerle her düzeyde pazarlığa ve onlara ödün vermeye her an açık olduklarından, onlar da kendilerini galip göremiyor. Liberal sağın da eski usul muhafazakâr merkez sağın da sınırının nerede başlayıp nerede bittiği artık bilinmiyor. Onları aşırılardan ayıran nedir? Kendileri iktidarda ama fikirleri değil. Yeni Avrupa fikri mücadelesinde neyi savunacakları da belli değil.
5.
Solun bu mücadele hattında çoktan pozisyon alması gerekirdi. Evrensel emek siyaseti ile kendine çoktan bir hat çizmiş olmalıydı. Çizmediler. Merkez sol, temel olarak Avrupa Birliği müktesebatı, iklim değişikliği karşısında çözüm arayışları ve radikal sağın habire kaşıdığı kimlik politikalarına saplanıp kaldılar. Daha soldaki sol gruplar da sesini bir türlü yükseltemedi.
Özellikle Avrupa’nın orta yerindeki halkların sola desteğini geri çekmesinde bu siyasetsizlik var. Daha kötüsü, solun gelip temel problemleri çözeceği yönündeki inançsızlık... Hem de bunca ihtiyaç olduğu bir dönemde…
6.
Şimdi ne olacak?
Fransa seçimleri hem Avrupa hem sol için yine de bir çıkış kapısı olabilir.
Macron erken seçime gidiyor. Macron kim? Macron, piyasacı siyasetsizliğin bir numaralı temsilcisi. Patronlarla kurduğu sarsılmaz ittifakı unutturmak için, arada bir Avrupa’nın lideri olup halkına yaranmaya çalışan bir horoz politikacı.
Sadece kendi çöplüğünde ötebiliyor ki artık çöplük de kalmadı.
Fransızlar aman Le Pen gelmesin diye sıfır siyaset, içi boş bir takım elbiseyi iki defa başkan yaptılar. Nereye kadar?
Gerçek bir insan etrafında kenetlenmezlerse, halkın yarısında gerçek bir karşılığı olan Le Pen gelir artık.
7.
Liberation gazetesi işte bu gerçeklik ihtimalini bir bildiri olarak yayınlandı. Bütün solun birleşmesine yönelik talebin sesi oldular. “Tarihi sorumluluğunuz var” diyorlar.
Çanlar yeniden çalıyor. Bakalım bu defa kimin için çalıyor?