Genişlemeye yazgılı görünen Masa ve Masa'nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kullandığı “yeni bir başlangıç” ifadesi, eğer muhalefetin izleyeceği politika bakımından söyleme yansıdığı kadar belirleyiciyse, geleceğimiz bakımından da belirleyici olacak. Dolayısıyla, bu kavramsallaştırmanın üzerine düşünmek, yaygınlaştırmak ve derinleştirmek gerek. Sadece Millet İttifakının bileşenleri ya da Masa bakımından değil; hatta onlardan da fazla, hem Masa'nın dışında olan hem de AKP döneminde çeşitli yollarla düşman hukukuna tabi tutulmuş, siyasal birliğin sınırlarındaki belirsizlikte bekletilen muhalefet kesimleri bakımından.
Yeni bir başlangıç, öncelikle bir kurucu momenti işaret eder. Kurulu bir düzen içindeki tüm ilişkiler önceki bir momentte oluşturulmuş kurum ve kurallarca belirlenmiştir. Bir anayasanın en geniş siyasal anlamıyla ifade ettiği de bu olağan, kurulu ilişkileri düzenleyen ilke ve kuralları belirlemiş olmasıdır. Politika, olağan dönemde bu ilişkilerin sınırları içinde cereyan eder. Siyasal olarak temsil edilebileceklerin kimler olacağı, bunun yasama-yürütme ilişkileri bakımından düzenlenmesi, siyasal iktidarı kazanmak üzere örgütlenmiş siyasal partilerin üzerinde hareket edebilecekleri siyasal alanın sınırları, toplumsal sınıflar arasındaki mücadelenin sınırlarını çizen mekanizmalar hep bu kurulu düzen tarafından belirlenir. Fakat, kurulu düzen olarak adlandırdığımız bu siyasal/hukuki formun da statik olduğunu söylemek mümkün değildir. Bir yandan nüfus birçok farklı sosyal olguyla -göç, teknolojik gelişmeler, zamanın mutlak etkisi- yenilenir ve siyasal temsil ilişkilerinde yeni talepler doğar, bir yandan da kurulu düzendeki siyasal birliğin dışında tutulmuş nüfus kesimlerinin talepleri siyasal birliğin kurulu biçimini zorlar. Bu nedenle de Mümtaz Soysal’ın Dinamik Anayasa anlayışında öğütlediği gibi anayasanın bunlara mukavemeti ve dayanıklılığı dinamik olmasına bağlıdır.
Türkiye’nin mevcut durumunda, özellikle siyasal birliğin sınırındaki belirsizlikte tutulan halk kesimleri bakımından yeni bir başlangıç ifadesinin bu kadar kritik olmasının nedeni de budur. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından 12 Eylül faşizminin, 1980 öncesinde TÜSİAD, Aydınlar Ocağı, Tercüman Seminerleri grubu gibi odaklarca geliştirilen ve ordu içindeki cunta tarafından sıkıyönetim araçlarıyla uygulanan kararlarına dayanan düzenin dayanakları yıkıldı. Bu karar çerçevesinde oluşmuş kurumlar ve kurallar, siyasal birlik içindeki temsil ilişkisini genişletecek şekilde barışçıl siyasal yollarla 7 Haziran’da aşılmıştı. Bu sürecin dinamik bir anayasal çerçeveye oturtulmasına fırsat verecek koşulların politik mücadelesi ise mümkün olmadı, bunun yerine 12 Eylül faşizminin yaratıcıları ve koruyucuları olağan kurum ve kuralların kendilerini askıya alarak doğrudan doğruya kararı uygulamaya başladılar. O günden beri de Türkiye’nin olağan bir düzeni, kurum ve kurallarca yönetilen bir devleti yok. 2015 yılından beri fiili ya da ilan edilmiş olması fark etmeksizin olağanüstü yönetim araçlarıyla yönetiliyoruz.
Andreas Kalyvas, “yeni bir başlangıç” kavramı bakımından ilham verici eserinde demokrasinin üç momentinden söz ediyor. Kurucu iktidarın demokratik teorisi bağlamında düşünebileceğimiz bu üç momenti, i. anayasa öncesi ve onun üzerinde olan halk ii. anayasa ile kurulmuş halk ve iii. anayasa karşısında halk uğraklarıyla kavrayabiliriz. Birinci moment, kurucu iktidara işaret ediyor, ikincisi kurulu düzene, üçüncüsü ise kurulu düzen ile kurulu düzenin tanıdığı siyasal birliğin içine alınmayıp sınırda tutulan halk kesimlerinin kurulu düzen içindeki kurucu mücadelelerine. Jacques Ranciere’in Demokrasi Nefreti kitabındaki kavramıyla “demokratik fazla”nın siyasal mücadelesine.
İddiam şu “yeni bir başlangıç”tan bahsedeceksek eğer, öncelikle siyasal birliğin alabildiğine daraltılmış sınırlarını genişletmekten, Türkiye’de politika yapacak özneleri, politika üretilebilecek konuları ve alanları çoğaltmaktan bahsetmek gerekir. Daha açık bir ifade ile söyleyeyim, eğer bir kurucu süreç içine gireceksek, bu süreç 12 Eylül rejiminin kapattığı siyasal sahada gerçekleşecek ve bununla mücadelenin araçlarını içerecektir. İkinci olarak ve birincisinden yola çıkarak söyleyeceğim şey, “yeni bir başlangıç” geçmişi temize çekmek değil, tam tersine geçmişle mücadele ederek mümkün olacaktır. O geçmişte, halkın sınırlarını olabildiğince dışlayıcı biçimde çizerken yurttaşlık haklarını “zor” araçlarıyla bastıran, kamuya yani herkese ait olanı kendi mülkü haline getirenler vardır. “Yeni bir başlangıç” boşlukta doğmadığı gibi, boşlukta da kalmaz. Yeni ve sınırları eşit yurttaşlık çerçevesinde genişlemiş bir siyasal birlik inşasını, kural ve kurumları gerektirir. Bu doluluk hali elbette yeni dışlamalara kapı aralayabilir, bunun için de siyasal birliğin sınırındaki mücadeleler için kurumsal zeminler, demokratik araçlar yaratılmalıdır.
Elbette, bütün bunlar için çok önemli bir koşul var: Plebisiter diktatörlük koşullarında adil ve güvenli bir seçimin yapılmasını sağlamak. “Yeni bir başlangıç” ifadesinin içerimleri politikleştirilir; yani yaygınlaştırılır ve derinleştirilirse bu koşulun da aşılabilmesi olanaklıdır; bir güç, bir kudret olarak halkın bunu mümkün kılabileceğini düşünüyorum.