Bilimsel yayınların objektif kriterlere göre değerlendirilmeleri, bu değerlendirmelerin akademik unvanların kazanılması sürecinde kullanılmaları, tüm dünyada da Türkiye’de de önemli bir sorun. Bu, bir akademik yayının ne olduğundan bir akademik derginin, kitabın, konferansın, sempozyumun ne olduğuna, ne olması gerektiğine, tüm akademik etkinliklerin hangi kriterlere göre nasıl değerlendirileceğinden, akademisyenlerin performanslarının bilimsel etkinlikleri çerçevesinde nasıl ölçüleceğine ve tüm bunların akademik unvanların kazanılması sürecine nasıl etki edeceğine kadar bir dizi karmaşık soruyu içinde barındırmakta. Elbette bu sorun sadece kişisel düzeyde de düşünülemez. Daha nitelikli ve üretken akademisyenlere sahip olmak bir üniversitenin kalitesinin de en önemli kriterlerinden biri. Bir ülkenin bilimsel üretkenliği ile o ülkenin sosyo ekonomik ve kültürel yapısı arasındaki rabıta üzerine de söylenecek çok söz var.
Üniversiteler Arası Kurul, doçentlik kriterlerini baştan aşağı değiştirdi. Bu kriterler hakkında genel bir değerlendirme yapabileceğimi bile düşünmüyorum. Nedeni de şu: Güzel sanatlardan, tıbba, sosyal bilimlerden eğitim bilimlerine kadar geniş bir yelpaze üniversite. Değişen doçentlik kriterleri de tüm bu alanların hepsini kapsıyor. Açıkçası tıp fakültelerinde ya da ziraat fakültelerinde değişen kriterlerin sisteme kattığı olumlu şeylerden veya aksine mahzurlu yönlerinden bahsedecek kadar kendimi “alleme-i cihan” gördüğüm yok.
Ben üyesi olduğum iktisadi ve idari bilimler fakültelerinin de yer aldıkları sosyal bilimler alanındaki doçentlik kriterleri, hatta onun içinde kitaplarla ilgili bölüme dair düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Bu yazıyı daha geniş bir perspektiften yazmayı düşünmüştüm. Bu sebeple de yaklaşık 7-8 üniversitedeki tanıdığım arkadaşlarımla, eski öğrencilerimle irtibata geçerek üniversitelerinde doçentliğe hazırlanan ancak değişen kriterler ile ilgili olarak mağduriyet yaşayan genç arkadaşların görüşlerine başvurmak istedim. Toplasanız 3-4 geri dönüş oldu. Onlar da yazmak yerine WhatsApp üzerinden 1-2 dakikalık sesli mesaj göndermekle yetindiler.
Mesaj gönderen arkadaşların tamamı isimlerinin yazılmasını istemediler; haklılar da, bu konularda onları eleştirmek doğru değil. Türkiye tam anlamıyla bir korku imparatorluğuna dönüşmüş durumdayken, “tığı teber şahı merdan” isimlerini vererek sistemi eleştirmenin zorluklarının ben de farkındayım. Ancak kaydı kapattığımızda -off the record- sistemi yerden yere vururken, hadi görüşlerinizi yazın gönderin dediğimde hiç oralı olmayan genç meslektaşlarıma da sitemlerimi göndermek ve Timur ve fil hikayesini hatırlatmak isterim.
Sosyal medyada bazı akademisyenlerin “...yeni doçentlik kriterleri devrim niteliğinde. Yeni kriterler bilime gerçekten gönül verenleri ve bu yolda meşakkatli çalışma yapan akademisyenleri mutlu etmiş ve vicdanları rahatlamıştır. Diğerlerini ise üzmüştür. Bu koşullarda jüri seçim ölçütleri de güncellenmelidir.” türünden yorumlarını okuduğumda hayrete düştüğümü belirtmek isterim. Eğer bu hocalarımla aynı metinleri okuyorsak, ben elimizdeki yeni kriterlerin davul zurna, sevinç, çığlık karşılayacağımız “devrim kabilinden” değişiklikler olmadıklarını düşünüyorum. Elbette bunun yanında yeni kriterlerin baştan aşağı berbat olduğu da söylenemez
KİTAP NEDİR?
Hiç tarihsel, sosyolojik analizlere girecek değilim. Doçentlik kriterleri açısından kitaplar, BKCI (uluslararası kitap atıf indeksi) kapsamında olan bir kitap ya da kitap bölümü ve BKCI dışındakiler olarak ikiye ayrılmış durumda. Birinci kapsamdaki kitaplar için 20, kitap bölümleri için 10 puan kazanılıyor. “Diğer Uluslararası Kitap” kategorisinde ise puanlar oldukça düşük, bu kapsamda kitap yazmak 5, kitap bölümü yazmak 3 puan.
Sistemin uluslararası kitabı, Web of Science Book Citation Index’te listelenen kitaplarla sınırlandırması büyük bir hata, ancak varolan sistemde (artık bir önceki sistemde) olduğu gibi üçotuz, merdiven altı yayınevlerinin hatta parayla yayın basan matbaaların bile uluslararası yayınevi sayılmalarını da doğru olarak kabul etmek mümkün değil. Türkiye, kifayetsiz muhterislerin yazdıkları her zırvalığın uluslararası yayınevleri tarafından bir kitap olarak basılabildiği, bu konuda hiçbir özdenetimin olmadığı bir kitap çöplüğü haline gelmiş durumdaydı.
Ancak geçmişin hatasını da yeni akademisyenlere yüklememek lazım. Kelimenin tam anlamıyla uluslararası yayın sertifikasına sahip “kıytırık” matbaaların bastıkları paçavraları kitap diye burnumuza sokarak doçent ve profesör olanların faturasını da genç akademisyenlere çıkartmamak gerekiyor. Türkiye'deki yayınevlerinin Amerikan orijinli Book Citation Index’ten çok daha geniş olduğunu da unutmamak gerekiyor.
PROFESÖR EDİTÖRLERİMİZ
Yeni Doçentlik kararlarına göre, “...YÖKSİS veri tabanında kayıtlı olan ve editörlük için üniversitelerinden resmi izin almış Profesör ünvanlı öğretim üyelerinin editör olduğu kitap" kabul edilmektedir. Yani çok yazarlı bir kitabın derleyeninin profesör olması gerektiği gibi onun da YÖKSİS’e kayıtlı bir profesör olması gerekmektedir. Yurtdışındaki bir kitaba bölüm yazan arkadaşların durumunu sormak bile istemiyorum. Bu, bu metni hazırlayanların akademik çapları hakkında da fikir veriyor sanırım. Unutmadan bir de bu profesörlerin üniversitelerinden izin alarak kitap yazmaları isteniyormuş. Ne diyordu İsmet Paşa “Hadi canım sen de!” Bir de Şair Eşref var ki onu boşverin…
Kaldı ki, bir kitabı doçent de derleyebilir, yardımcı doçent de derleyebilir. Bir kitabın editörünün illa akademik unvana sahip olması gerektiğini kim söyledi size. Ben, yakın zamanda yıllardır birlikte çalıştığım genç bir akademisyen arkadaşımın “editörlüğünü” yaptığı bir yayında bir bölüm yazacağım; bundan da çok mutluyum. Bu genç arkadaşıma da elimden geldiğince destek olmaya gayret etmekteyim. Kitap yazma işi de birçok “zanaat” gibi yaparak öğrenilen bir “meslek”tir. Hissi kalbel vuku değil, yaza yaza yazar olunur. Bu süreçte de diğer hocalarınızdan, ustalarınızdan destek ve mesleki terbiye alırsınız. Profesör olunca birdenbire editörlük yeteneği belirmez kimsede. Sahi bu kararları alıp bu kuralları getirenler hiç kitap yazdılar mı merak ediyorum.
Ben bu kurallara uy-ma-ya-ca-ğım. Hiçbir şekilde kitap yazmak için hiçbir idari makamın iznine ihtiyacım yok. Keyifle, güle oynaya genç arkadaşlarımın kitaplarında da bölümler yazacağım.