Yeni dönem parlamento pratiği ve yasama organının işlevi
25. Yasama Dönemi ile başlayan ve yeni sisteme geçiş ile birlikte farklı bir ivme kazanan, meşru gösterilmeye çalışılan bir yöntem olarak soru ve araştırma önergelerinde, bazı ifadelerin “kaba ve yaralayıcı” olduğu gerekçesiyle iade edilmesini pratik etmekteyiz.
Meral Danış Beştaş*
Son seçimlerle yaşama geçen sistem değişikliği Türkiye’nin en önemli gündemini oluşturmaktadır. Değişikliğin en büyük yansıması ise parlamentoda yaşanmaktadır.
Oluşturulan baskılara rağmen HDP’nin parlamentoya her seferinde güçlü bir şekilde girmiş olması karşısında çeşitli yöntemler devreye sokuldu. Bunlardan ilki, Anayasa’ya aykırı bir biçimde kaldırılan milletvekili dokunulmazlıkları ve milletvekillerinin tutuklanması olmuştu. Diğeri ise parlamentoda kalabilen ve yasama faaliyetlerini yürüten milletvekillerinin seslerini kısma çabası oldu.
Yasama organının Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre önemli işlevlerinden birisi de denge ve denetlemedir. Bu görevin dayanağı Anayasa ve İçtüzük’tür. Bu sayede muhalefet; yönetimde bulunan hükümetin icraatını denetler ve hesap vermeye mecbur eder. Kamusal kararların şeffaflığını, kamu işlerinin yönetimindeki etkinliğini temin etme, böylece kamu çıkarını savunma ve kötüye kullanımı ile verimsizliği önleme görevini de bu yolla yürütür.
Ancak 25. Yasama Dönemi ile başlayan ve yeni sisteme geçiş ile birlikte farklı bir ivme kazanan, meşru gösterilmeye çalışılan bir yöntem olarak soru ve araştırma önergelerinde, bazı ifadelerin “kaba ve yaralayıcı” olduğu gerekçesiyle iade edilmesini pratik etmekteyiz.
Bizler, iktidarın muhalefet üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonyaya rağmen yasama faaliyetlerini sürdürmeye çalışıyoruz. Hem de medyanın hiç görmediği, her şeyin, herkesin susturulduğu bir ortamda hakikatleri dillendirmek adına uğraş veriyoruz. Tüm bu güç koşullar içerisinde; ülke gündemine ilişkin meseleleri parlamentoya taşımak, parlamentoyu işletebilmek ve bu çatı altında sorunlara çözüm üretmek gibi bir derdimiz var. Ancak, Anayasa ve İçtüzük'ün bizlere açıkça sunduğu yetkileri dahi kullanabilmek AKP tipi parlamentoda oldukça meşakkatli. Çünkü parlamento bürokratları aldıkları talimatlarla adeta bir sansür kuruluna dönüştürülmüştür. Sunulan önergelerde yer alan bazı ifadeler, o önergenin iadesi gibi ağır bir sonuçla karşılaşmaktadır. Bu yöntem çoğu kez TBMM Başkanlığı’nın bir üst yazısı ile önerge sahibi milletvekillerine dayatılırken, bazı hallerde bir yasama uzmanının el altından göndermiş olduğu bir not ile de gerçekleşebilmektedir.
Bu meselenin ehemmiyetini arz etmek için biraz da sayısal verilere göz atmak yerinde olacaktır. 25. Yasama Döneminde, 3 bin 168 yazılı soru önergesinden 389’u iade edilmiştir. 26. Yasama Dönemi’nde ise (12 Temmuz 2017 itibariyle) 1801 kanun teklifinden 18’i; 909 sözlü soru önergesinden 30’u; 16 bin 813 yazılı soru önergesinden 1421’i; 2 bin 98 araştırma önergesinden 109’u ve 20 gensoru önergesinden 4’ü iade edilmiştir! Bunun siyasi partilere göre dağılımı ise ilginçtir. 26. Yasama Döneminde iade edilen sözlü soru önergelerinin 25’i ve iade edilen yazılı soru önergelerinin 746’sı HDP’ye aittir. Bu dönemde CHP’nin 593, MHP’nin 66 ve bağımsız milletvekillerinin 16 yazılı soru önergesi iade edilmiştir. Yine iade edilen 109 araştırma önergesinin 100’ü HDP’ye, 7’si CHP’ye ve 2’si de MHP Grubuna aittir. İade edilen 18 kanun teklifinin ise 9’u HDP, 9’u CHP’ye aittir.
Sayısal olarak ifade ettiğim meseleye örnekler bazında bakacak olursak, özgürlüğün sokaklarda daha fazla olduğunu görebiliriz. Hasta mahpuslara ilişkin bir önerge, “kaba ve yaralayıcı” bulunarak iade edilmiştir. Kaba ve yaralayıcı bulunan ifadeler ise “……pek çok hasta mahpus tedavi edilmemekte, kurum doktorları çoğu kez yanlış tedavi uygulamakta yahut hiçbir tedavi yöntemine başvurmamakta, hastaneye sevk edilen hastalar gün boyunca ring aracında bekletilip muayene edilmeksizin yeniden cezaevine getirilmektedir. Bu uygulama …….. hasta mahpuslar için bir çeşit işkenceye dönüşmektedir.” Asıl yaralayıcı olanın hasta mahpuslara yapılan insanlık dışı uygulamalar olduğunu ifade etmeye gerek var mı?
Örneklerle devam edecek olursak, “Türk Telekom’un içi boşatılırken şirkette üst düzey yönetici olarak yer alan, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı’nda çalışan kişilere soruşturma açılmış mıdır?” şeklindeki soru beğenilmemiş ve iade edilmiştir. Yine geçtiğimiz dönem iade edilen bir soru: "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın evet yönündeki referandum mitinglerini organize ettiği, açılışları yapılan kamu kurumları, sadece evet oyu kullanacak yurttaşların vergisiyle mi yapılmaktadır?" Yahut başka bir soru: “Kolluk görevlilerinin ayrımcı uygulamalarına dair önlem alınması ne zaman gündeminizde olacaktır?” Bu ve benzeri soruların neden iade edildiği esasen hükümetin uygulamalarına bakıldığı vakit gayet anlaşılırdır. Çünkü sorulara konu suçları işleyenler; bunların dile getirilmesinden, hele hele parlamentoda dillendirilmesinden duyulan rahatsızlığın bir yansıması olarak iade mekanizmasına başvurmaktadır. Yürütmenin işlediği suçları parlamentoda oluşturduğu “gizli sözlük” vasıtası ile de görmek mümkündür. Yasaklı kavramlara örnek vermek gerekirse; “Asimilasyon”, “işkence”, “ayrımcı uygulamalar”, “Kürt illeri”, “tecrit”, “Kürt Federe Devleti”, “pogrom”, “sivillere yönelik hak ihlalleri”, “katliam”, “Roboski Katliamı”, Ankara Katliamı”, “Suruç Katliamı”, “cinsel şiddet”, “yargısız infaz”, ifadelerini görebiliriz.
Örnekler uzar gider, tıpkı maruz kaldığımız acılar, yıkımlar ve bize unutturulmak istenen hakikatler gibi… Cizre bodrumları gibi, Roboski gibi, tüm yaşanan katliamlar gibi ruhumuzu yaralayan tüm hadiseleri bir sansür kurulunun keyfiyetine bırakan zihniyet, suçunu bilmesinden bu kadar öfkeleniyor ya! Suçları ört bas etmenin yöntemini yok saymak sanıyor. Oysa milyonlar her gün bir yerlerde kanıyor.
Muhalefetin görevi halkın kanayan yaralarını sarmak, derdine derman olmak, yaşanan haksızlıkları dile getirmektir. Bizlere oy veren, vekâletini bize teslim eden halka karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek bizlerin en asli görevidir. Görevimizi yerine getirirken de bizi tek denetleme yetkisi olan güç halktır! Onun ötesinde bir gücün buna mani olması söz konusu olamaz. Fakat içinde bulunduğumuz bu şartlarda, kuvvetler ayrılığı artık tek dişi kalmış canavara dönüşmüş durumdadır! Yargıyı kendine memur eden yürütme erki parlamentoyu da tamamen susturarak kendi bildiğini okuma derdindedir. Ancak bilinsin ki açlık, yoksulluk, yoksunluk içindeki halkın acıları, dertleri, şiddete uğrayan kadınlar, her gün bir inşaatta can veren yahut tutuklanan işçiler, emekçiler, öğrenciler, çocuklar, hasta mahpuslar, ihraçlar, linçler, Kürtlerin yok sayılan hakları hiçbir meclis bürokratının keyfiyetine kurban edilemez! Tüm bunlar olup biterken freni patlamış biçimde yokuş aşağı giden iktidar, bu başarısızlıklarla ve suçlarla dolu karnesini saklama telaşı ile bizleri susturmak için hangi yolu denerse denesin bunu başaramayacağı aşikâr. Bunu dokunulmazlıkların kaldırılması yolu ile de sağlayamadı, sansür ile de susturamayacak. Zira hakikatin sesi güçlüdür ve tüm zorbalığı bastırmaya muktedirdir. Bu bahisle tekrar ifade etmek ve altını çizmek isterim ki; parlamenter muhalefete hak ettiği statüyü vermek, temsili demokrasinin etkinliği ve siyasal çoğunluğa saygı için son derece mühim bir meseledir. İyi çalışan bir temsili demokraside parlamenter azınlığa dürüst hukuki ve yöntemsel çerçeve oluşturmak ve maddi koşullar sağlamak bir ön şarttır. Bunun gerçekleşmesi ise tüm ülke halklarının yararınadır.
*HDP Siirt Milletvekili