Yeni Dünya: Sağlıklı bireyler diktatörlüğü
Bireylerin yaşamı ne zaman ve neden bu kadar önemli oldu? Özgürlüğümüz ve bireyliğimiz, yaşam biçimlerimiz, eğilimlerimiz yönünde güçlenirken bir “tür”, dahası bir “sürü” olduğumuzu ne zaman tamamen bir kenara bıraktık? Diğer tüm canlılar ile eşit olduğumuzu düşündüğümüz bir zamanda bu dikotomi biraz fazla göz önünde durmuyor mu?
İnanç Avadit
Dünya korona virüsü salgını ile boğuşurken Agamben, Zizek ve Nancy etrafında, salgına karşı verdiğimiz tepki, alınan önlemler ve bizi bekleyen yeni bir dünya olasılığı ile ilgili bir tartışma yeni sorular sormamızı ve genel olarak da bu soruları cevapsız bırakmamızı sağlıyor. Çünkü olan şu an içinde oluyor ve verdiğimiz cevapların doğru olup olmadığını ancak günler geçtiği -artık daha yavaş ya da belirsiz- zaman anlayacağız.
Öncelikle bu tartışmaya ilişkin en çok rahatsız olduğum ifadenin, tartışmanın Agamben’in zararına olduğu yönündeki ifade olduğunu belirtmem gerekiyor. Ne yani, gerçekten ciddi misiniz? Diyelim ki Agamben gerçekten haksız, evet, ama konu gerçekten bu mu? Robert Musil’in ileriye doğru yanılma düşüncesini bile bir yana bıraksak, salgın hakkında yapılan bir tartışmanın amacı gerçekten de haklı çıkmak mıdır, yoksa yeni sorulara, yeni imkanlara kapı aralamak mı? Gerçekten haklı çıkmak için tartışıyorsanız olmanız gereken tek yer bir lisenin konferans salonunda yapılan münazara tartışması olabilir. Makul bir dünyada tartışmalar haklı çıkmak için değil, ileriye doğru yol almak için yapılır. Neyse ki artık makul bir dünyada yaşamadığımızı çoktan kabul ettik.
Ben zarımı Agamben için atmayı riskli de olsa mantıklı buluyorum. Ama sorun tam olarak burada yatıyor: Önemli olan Agamben’in haklı olması değil, zamanın onu haklı çıkarma olasılığının hiç olmadığı kadar yüksek olması.
Bireylerin yaşamı ne zaman ve neden bu kadar önemli oldu? Özgürlüğümüz ve bireyliğimiz, yaşam biçimlerimiz, eğilimlerimiz yönünde güçlenirken bir “tür”, dahası bir “sürü” olduğumuzu ne zaman tamamen bir kenara bıraktık? Diğer tüm canlılar ile eşit olduğumuzu düşündüğümüz bir zamanda bu dikotomi biraz fazla göz önünde durmuyor mu?
Agamben’i anlamak için öncelikle ölüm algımız ile ilgili düşünmek yerinde olacak. Göbekli Tepe’nin kazı başkanlığını uzun yıllar yürütmüş olan Klaus Schmidt, avcı-toplayıcılıktan tarım toplumuna geçerken "ölüm algımızda bir değişim gerçekleşmiş olması gerektiğini" söylüyordu. Ölüm hayatın doğal bir parçası olmaktan uzaklaşmıştı ve asıl dönüşüm de buydu. Schmidt’in Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı, Göbekli Tepe, En Eski Tapınağı Yapanlar kitabından bir bölüm belki bize yardım edebilir:
“Duerr’in Sedna ya da Hayat Aşkı eserinden bir bölüm belki bize yardım edebilir: Altı yıl önce yayımlanan kitabım Düş Zamanı’nda eski insanların günümüzden daha rasyonel oldukları görüşünü savundum. Çünkü onlar aklın ötesindekiyle oldukça akıllı bir ilişki içindeydiler. İşte bu nedenle onların bilgeliği sevdiklerini, yani doğal filozoflar olduklarını söyleyebiliriz. Bu tez, artık abartıldığından daha az yanlış. Elinizdeki kitapta, eski insanların bilgiyi hayattan daha az sevdiklerini ve hayatı kazanmak için çaba gösterdiklerini ve onu devamlı yenilediklerini göstermeye çalışacağım. Bu insanlar entelektüel değillerdi, ritüelistlerdi. Böylelikle gerçeklikle ilgilenmediklerini söylemek istemiyorum, onlar gerçekliği sevdiklerinde Nietzsche’nin söylediği gibi, “Ayakları için gerçeklik, daha sonra onları dans ettiren gerçeklik” söz konusuydu.
Daha sonraki bölümlerde Duerr devam ediyor: "Böylelikle pek çok etnografın yabani avcıların çoğunda gözlemlediği gibi, çiftçilerdeki yaşama duygusunun tam tersine, hayat aşkı, olduğu gibidir, olması gerektiği gibi değil; böylece ortaya hiç de bulanık olmayan apaçık bir yaşama sevinci çıkar… , yabani avcılar için ölüm hayatın bir anıdır, bu şekilde hayat zamanla ölüm haline dönüşür. Yabani avcıların hayatı olduğu gibi sevdikleri ve ölümü hayatın hizmetinde gördükleri bir yaşam ideolojileri vardı… , daha sonra ise çiftçilerin karamsarlığa yatkın hayat duygularından, hayatı ölümün hizmetine sunan ölüm ideolojisi gelişti."
Belki de Duerr, bu bilimsel olmaktan uzak duygusal görüşlerinde hiç de haksız değildi. Bu görüşü izleyerek, Göbekli Tepe yapılarının ölüm kültüne hizmet ettiğini kabul edersek, eski zamanlarda yaşayanların, güçlerini ölü kültünün hizmetine sunduklarını görmezlikten gelemeyiz. Bu konuda 10. ve 9. Bin’in avcıları, sanki bir parçası kırılmakta olan geleceğin öncüleri gibidirler. Değişimi hissetmiş ve yeni başlangıcı hiç de sevinçle karşılamamış olabilirler mi? Belki de Göbekli Tepe avcıları, aydınlık bir geleceğe doğru çıkan basamaklarda değil, tam tersine, uçurumun dibinde, kendi büyük zamanlarının sonunda duruyorlardı.”
Avcı-toplayıcı yaşamdan tarım toplumuna geçerken ölüm algımızın değişmesi kadar olağan bir şey yok. Yaşam biçimimizin ölüm algımızı değiştireceğini söylemek de malumun ilamına girer. Bu akıl yürütme ile tarihli toplumların, dinsel toplumların, Aydınlanma’nın, Sanayi Devrimi’nin de ölüm algımızda büyük değişikliklere yol açtığını kabul edebiliriz. Peki bütün bu değişimlerle birlikte, kendi yaşamından daha büyük bir şey için ölme düşüncesi nereye kayboldu? Neden çok değil, birkaç nesil önce ülkesi, davası ya da bilimsel gelişme için ölen insanların sayısı bugünden çok daha fazlaydı? Rosa Lüksemburg ya da Yuri Gagarin aptal insanlardı da biz daha rasyonel insanlar mıyız? Hayatlarımızı bu kadar değerli hale getiren ana etmen ne? Ömrümüzü uzatma garantili modern tıp mı? Neden ölüme bilinçli bir biçimde hayatında yer verme davranışı Köktenci İslamcılar’la Solcular’da kaldı? Neden onlar dışında hepimiz oturma odası insanlarına dönüştük, Homo-domesticus olduk ve türümüzü bu biçimde devam ettirmeye çalışıyoruz? Hayvandan uzaklaşmanın, doğanın karşısına kültürü koymanın bedeli miydi bu? Gerçekten, cenazelerimize bile sahip çıkmaktan nasıl bu kadar çabuk vazgeçtik? Agamben’in Antigone örneği ölüm algımız bakımından da çok önemli bu noktada.
Ölüm algımızdan bahsederken, televizyon tarihinin, ölüm üzerine tartışmasız en iyi dizisi Six Feet Under’a değinmeden geçmek ayıp olacak: David’in dediği gibi "cenaze törenleri ölüler için yapılmazlar.” Cenaze törenleri, yaşayanlar ölenleri uğurlasın, o dosyayı simgesel bir biçimde kapatsın diye yapılır. Bu da kültürel farklılıklarla birlikte belirli bir saygı içinde gerçekleştirilir. Ama tüm bunlardan vazgeçmemiz için yalnızca birkaç gün yetti de arttı bile. Bundan bu kadar kolay vazgeçecektiysek eğer Antigone'den ne anlamış olduk, şimdiye kadar neden bu kadar andık Antigone'yi? Sadece ilk sivil itaatsiz olduğu için mi?
Dahası şimdi durduğumuz bu ev içlerinden, daha makul, daha hakkaniyetli bir dünya isteğimizi nasıl gerçek kılabiliriz? Bundan iyi bir şey çıkması mümkün mü gerçekten? Zizek'in "Gözetlemek Ve Cezalandırmak Mı? Evet, Lütfen" isteğinden, tanımını kendi yapmak zorunda kaldığı ucube yeni-komünizminden iyi bir şey çıkması mümkün mü? Zaten AVM'si olan yarı-zamanlı kölelere dönüşmüş insan, bütün bu "daha çok yaşama amaçlı kontrolden" sağ çıkabilir mi? Tam da egemenlerin istediği şey olduğunu söylediğimiz tam zamanlı kontrol, sağlımızın da tam zamanlı kontrolüne dönüştüğünde bizden ve bizi biz yapan en temel kavramlardan olan özgürlüğümüze ne olacak? Bunun tümden bir sağlıklı birey/yaşam fetişizmine, faşizmine dönüşmesi için güveneceğimiz güç şimdiye kadar karşısında cılız bir biçimde söylenmekten öteye geçemediğimiz Sermaye Devletleri mi olacak?
Sorun ne yazık ki Agamben’in haklı olup olmaması değil, sorun geleceğimizden kendi irademiz ile vazgeçmemizdeki bu doğallık. Zizek’ten alıntı ile “Kabul etmemiz gereken, uzlaşmamız gereken şey şu: hayatın bir alt tabakası var, bu zombi-vari, aptalca kendini tekrar eden, cinsellik-öncesi, virüslere mahsus yaşamın katmanı bu.” Ve bu katmanı yaratan virüslere karşı verdiğimiz savaşı topyekün kazanmamız imkansız gibi görünüyor. Kovid19’a karşı kazanacağımız savaş sadece Kovid19’a karşı kazanacağımız bir savaş olacak. Bu gerçek yüzünden tüm dünyayı bir tür anti-virüs distopyasına çevirmeye çalışmaktaki tutkulu gönüllülük de ne yazık ki sonsuzca pompalanan tüketim kültürünün doğrudan sonucu. Dışarıda birileri tedarik zinciri kopmasın, yağmalar başlamasın, makarnamız ve tuvalet kağıdımız bitmesin diye çalışmak zorundayken neden kargoyla bir ekmek yapma makinesi sipariş etmeyelim ki?
Ortada bu korkunç sorular yokmuş gibi davranıp Agamben’in zararlı çıktığı hakkında, tartışmanın içeriği ile ilgili değil de kendisi hakkında konuşmak ise aynı pandemiye karşı verdiğimiz tepkiyle aynı. İrademiz yokmuş gibi davranırsak yeterince zaman geçtiğinde her şey yine olması gerektiği gibi olacak.
Belki de ilk önce vazgeçmemiz gereken şey tam da bu yaşam fetişizminin kendisidir.