Dünya futbolunun zirvesinde çok ciddi değişim var adeta alarm zili çalıyor. Zirvenin iki belirleyici öznesi olan Guardiola ve Klopp, baş döndürücü bir hızla söz konusu değişime ebelik yapıyor. 1844 yılından iki binli yılların başına kadar olan sürecin çok yavaş seyrettiği dikkate alınınca, şimdilerde atılan adımlar, neredeyse roket hızı gibi, dudak uçuklatan bir şaşkınlık yaratıyor. İlk dev hamle Guardiola’dan geldi. Total futbolun mucidi Rinus Michels’in mirasını, Johan Cruyff, Marcello Bielsa’nin öğretileriyle harmanlayarak bir senteze ulaştı ve buna kendi paha biçilmez deneyimlerini kattı. Günün sonunda Guardiola’nın yaptığı şuydu: Geleneksel futbol anlayışının bütün pozisyon algısını, top merkezli bir pozisyon felsefesiyle değiştirdi. Topu, pası ve pozisyonu özel mülkiyet haline getirdi. Bu felsefe, pas tipi ve top dolaşım modeliyle, Guardiola tartışmasız olarak dünya futbolunun bir numaralı simgesi haline geldi.
Bugünlerde Guardiola'nın tahtını zorlayan çetin bir rakip, bütün sevimliliğiyle sahne almaya çalışıyor ve anlaşılan da Guardiola’nın konumunu çok ciddi biçimde tehdit ediyor. Uzun zamandır yazmayı tasarladığım bu yeni durumu son Liverpool Man City kapışması ve daha da önemlisi ortaya çıkan sonuç, daha da acilleştirdi. Zaman zaman bu konuyu bu köşede yüksek sesle dillendirmeye devam edeceğim.
Guardiola ve Klopp öncesini kabaca hatırlamaya çalışırsak, kimi oyun kuramcılarının top pas ve pozisyona dair fikirleri beş aşağı beş yukarı şöyleydi: Özellikle Fabio Capello ve Arsene Wenger’e göre, pozisyonun sadece bir farklılık meselesi olduğunu ileri sürmek hiç yanlış olmazdı. Capello, oyunun doğasındaki farklılığın bir gösterge olarak pozisyonu işaret ettiğini söylerken, pozisyonun sürekli “ayrışan” ve “eklemlenen” döngüsel sonsuz süreç olduğu düşüncesinden hareket eder.
Capello’ya göre oyundaki bu farklılık süreci, sonsuz bir karaktere sahiptir ve oyun ile pozisyon arasında düzenli bir simetrik birlik yoktur. Bu durum maç için de böyledir. Çünkü gol pozisyonu ile gölü önleme pozisyonu, aynı zaman diliminin ürünleri olmasına rağmen, ayrışanları itibarıyla bir simetri oluşturmazlar. “Oyun düzeyi ile pozisyon düzeyi arasında bire bir, uyumlu mütekabiliyetler kümesi yoktur; üstüne üstlük oyun ile pozisyon arasında sabit bir ayrım da yoktur.”
Başka türlü söylersek; oyun, doğrudan pozisyonda mevcut değildir. Pozisyon sürekli ayrışıp eklemlendiği için doğaçlamadır ve aslında oyunun anlamı, pozisyonun ne olduğuna değil, ne olmadığına bağlıdır!
Eğer bütün bunlar doğruysa, o zaman bir bakıma pozisyonu hiçbir zaman bir oyun sisteminin içine taşıma imkânı doğmaz. Oyun bütün bir pozisyonlar zincirine dağıtılmış veya yayılmıştır; deyim yerindeyse kolayca sabitlenemez. Oyunu sabitleyememenin bir diğer nedeniyse, pozisyonun zamansal bir süreç olmasıdır.
Bir pozisyon oluşturulurken salt ayrışma nedeniyle o pozisyonun düzeyi bir şekilde askıya alınır, ertelenir veya daha o pozisyonun imkânı tam tüketilmemişken, yerini, “gelenin” yeni düzeyine bırakır. Bir pozisyon beni bir başkasına o da bir başkasına götürür, durur. İlk pozisyon düzeyi, bir sonraki pozisyon düzeyi tarafından dönüştürülür ve pozisyon bitse de maç süreci bitmez.
Kısaca ve özetle; pozisyon hiçbir zaman oyunla özdeş değildir. Oyun, sadece başka bir şey olmadıkları için kendileri olan pozisyonların ayrışma ve eklemlenme sürecinin sonucudur.
Bitimsiz, simetrik olmayan ve sürekli ayrışıp, eklemlenen bir süreç olarak oyunu ve pozisyonları kabul etmek, Pek Guardiola’ca bir davranış olmazdı. Eğer futbol oyunu bir pozisyondan diğer pozisyona uzanan sonsuz bir hareketler dizisiyse, o zaman bu sonsuz gibi duran akışları, yekpare haline getiren esas olguya yoğunlaşmak çok daha mantıklı hale gelir. Daha doğru bir ifadeyle, topun yol haritası, pozisyon denilen vaziyetlerin birleştirici çimentosuysa, o zaman topa egemen olmak, her pozisyona egemen olmak anlamına gelmez mi?
Bir pozisyondan öteki pozisyona geçiş, her pozisyonun kendi eksikliğinden kaynaklanıyorsa, o zaman bu eksikliği önemsemek ve bu eksikliği doldurmak birinci amaç haline gelmez mi? Guardiola’nın devrim niteliğindeki buluşu, pozisyonu, yeniden inşa ederek, bu eylem dizisi işini, belirli ortak ve bitişik pozisyonları aynı sistem bütünlüğüne dahil etmesidir. Soyut pozisyon kavramını, doğaçlamanın belirsizliğinden azade ederek, somut ve gelmekte olan pozisyon için işlevsel hale getirmiş olmasıdır.
(Devam edeceğim.)