Yeni Milli Eğitim müfredatıyla nereye?
ÇEDES protokolü eğitime dair sorumluluğu bulunan MEB’in eğitimi taşeronlaştırma örneklerindendir. Camide zekâ oyunları düzenleme gibi dini günleri kapsayan etkinlikler laiklik ilkesine karşıdır.
Arzunur Şimşek*
Eğitim alanının müfredat ve programlarını belirlemekle sorumlu Talim Terbiye Kurulu, okulların açılmasına çok kısa bir süre kala ders seçimi ve dağılımında değişiklikler yaptı. 29 Ağustos’ta yayınlanan Tebliğler Dergisi'yle, bir önceki dönem içerisinde planlanması gereken konularda, eğitim alanını geliştirmekle sorumlu olması gereken Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimin bilimsellik gibi temel ilkelerine aykırı, pedagojik olmayan ve zaten bir kaos içerisindeki eğitim emekçilerine yeni sorunlar yaratan değişiklikler getirdiğini görmekteyiz. Örneğin şimdiye kadar öğrencilerin yoğunlukla seçtiği ‘zekâ oyunları’ seçmeli dersi için geçen dönem kursa gitmiş ve sertifika almış öğretmenler şimdi bu dersin kaldırıldığını görüyor.
Uzun yıllardır seçmeli dersler adı altında sosyal, kültürel, teknolojik, astronomi gibi birçok alana ait başlıklarla farklı derslerin işlenebilmesi için gerekli alt yapı hazırlığı yapılmazken, öğrencilere ders öğretmeni olmadığı gerekçesiyle okul idarelerinin yönlendirmesiyle dini dersler seçtiriliyor. Birçok farklı ders sanki seçenekmiş algısıyla listede yer alırken, bunlar için ihtiyaç olan öğretmen ataması yapılmıyor. Aynı zamanda öğretmenler norm uygulamasına göre belirlenmiş sayıda ders alamazlarsa norm fazlası olma ve başka bir kuruma görevlendirilme riski ile karşı karşıya bırakılmış durumdalar. Gerek bu risk gerekse çok düşük maaşlar karşısında öğretmenler sınırlı, zorunlu “seçmeli” dersleri üslenmeye mahkûm edilmekteler.
Müfredatta yapılan değişiklikle üç başlıklı seçmeli ders gruplarından biri ‘din, ahlak ve değer’ ve bu üç başlığın alt derslerinden birer ders seçmek 6, 7, 8, 9 ve 10. sınıflarda zorunlu hale getirilmiş. Dini derslerden birinin 2’şer saat olmak üzere zorunlu seçtirilmesiyle zorunlu din derslerinin müfredatta ağırlığı arttırılmış, iki katına çıkartılmıştır. Din derslerinin okullarda bir zorunluluk ve yanında zorunlu seçimli ders olması başlı başına sorunken, bu artış tamamen bir dayatmadır. Birçok pedagojik çalışma ile din derslerinin, somut ilişkileriyle kendini ve çevresini tanıma, anlamlandırma evresindeki çocukların gelişiminde olumsuz etkileri açıklanmıştır. Pratikte gördüğümüz gibi tek bir din ve mezhep üzerinden derslerin işlenişi kapsayıcı eğitim anlayışından uzak olup, farklı din ve mezheplerden gelen öğrenciler için kaygı ve dışlanma hissi yaratmaktadır. Bu durum da akademik başarının düşmesinden erken okul terkine kadar kısa ve uzun dönemli birçok sonuca sebep olabilmektedir.
Ortaokulları kapsayan bir başka değişiklik ile de daha önce ‘matematik uygulamaları’ ve ‘bilim uygulamaları’ olarak yer alan iki ayrı seçmeli ders birleştirilmiş, böylece her iki alan için kısıtlama yapılmıştır. Aynı zamanda daha önceden bu dersleri 6,7 ve 8. sınıf öğrencileri seçebilirken, birleştirilmiş yeni halinde bu dersler sadece 6 ve 7. sınıflara açılmıştır. Fen ve bilim alanlarına ilginin, merakın ve ihtiyacın yoğun olduğu yaştaki 8. sınıf öğrencileri için bu seçenek kaldırılmıştır.
Dikkat çeken önemli bir diğer değişiklik ise bazı liselerdeki ikinci yabancı dil derslerinin zorunlu ders olmaktan çıkarılmış olmasıdır. Dil öğrenmek sadece pratik yaşamda iletişim kurmak için değil, beyin yapısını değiştirdiği için de önemlidir. Dil öğrenilirken beynin her iki kısmı aktif olarak çalıştığı için beyin kasları gelişir ve daha iyi odaklanmayı, yaratıcı olmayı ve analitik düşünmeyi sağlar. Olması gereken yeni dillerin öğreniminin yaygın olarak müfredata girmesi ve erken yaşlarda başlatılmasıdır.
Bilimsel anlayıştan uzak bir şekilde ve apar topar bu değişikliklerin yapıldığı bu dönemde yeni Milli Eğitim Bakanı’nın, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı olduğu dönemdeki bazı uygulamalarını hatırlarsak bizi nelerin beklediğini daha iyi görebiliriz. Örneğin öğrenci ve veliler tarafından öğretmenin değerlendirildiği Öğretmen Performans Sistemi o dönem uygulandı ve sonradan kaldırıldı. Öğrenci başına destek verilerek kamu bütçesi özel okullara aktarıldı. İki gün protesto eylemi yaptığı için gözaltına alınan özel okul öğretmenleri asgari ücrete mahkûm edildi. Yine o dönem okullar nitelikli-niteliksiz diye ayrılarak atamaları doğrudan bakanlığa bağlı, yine bakanlık tarafından belirlenen okullar proje okuluna dönüştürüldü. Tarikat ve cemaatlerin arka bahçesi vakıf ve derneklerle yapılan protokollerin sayısında patlama yaşandı ve 2017’de Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği değiştirilerek Ensar Vakfı, TÜRGEV, TÜGVA, İlim Yayma Cemiyeti gibi yapılar yarışma organizasyonları ile okullara sokuldu.
Ve geldiğimiz bu noktada, 2023’te kılavuzu yayınlanan Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet Başkanlığı ve Çevre ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı arasında imzalanan ÇEDES protokolü eğitime dair her şeyde sorumluluğu ve yükümlülüğü bulunan MEB’in eğitimi taşeronlaştırma örneklerindendir. Okullarda sosyal etkinlikler aracılığıyla öğretmenlik yetkinliği olmayan Diyanet görevlilerinin ‘manevi danışman’ adıyla eğitim alanına sokulması, rehber öğretmenlerin görevine ve öğrenci ile arasındaki alana müdahaledir. Kılavuzda yer alan faaliyet örneklerinden camide zekâ oyunları düzenleme gibi birçok dini günleri kapsayan etkinlikler laiklik ilkesine karşıdır.
Bilimsel, laik, eşit ve erişilebilir eğitim anlayışından uzak sistemler yıkıcıdır ve aslında işlemeyen sistemlerdir. Belirli bir kesimin veya kişinin faydası veya imtiyazları üzerine kurulu olmakla birlikte liberalliğe münhasır sistemlerdir. Neoliberal ekonomiden güç alarak, sermaye sahiplerine güç ve kaynak aktararak yapılmak istenen kamusal insanın yok oluşudur; eşitliğin, bilimsel ve analitik düşünmenin, sorumluluğun ve özgürlüğün, adaletin yok olması ve de yoksulluğun derinleşerek devam etmesi demektir.
*Eğitim Sen Genel TİS ve Hukuk Sekreteri