Yeni normalde ofis içi ilişkiler: Esnek olun, değişime alan tanıyın
Psikiyatr ve psikoterapist Arzu Erkan Yüce, normalleşmeyle beraber işyerlerine dönüşlerin başladığı bu dönemde ofis içi ilişkilerin değişebileceğine dikkat çekiyor: “Herkesin yeniden başlayacağı bir dönem. Hepimizin değiştiğini akılda tutmak lazım. O yüzden belki birbirimizi biraz yabancı kabul edip daha mesafeli ve daha esnek olmak gerekiyor. Değişime açık olmak birbirimizin değişimine alan tanımak gerekiyor.”
Türkiye’de ilk vakanın görüldüğü 11 Mart’tan bu yana en önemli gündem korona virüsü. Aradan geçen 2,5 aya rağmen virüsten nasıl korunacağımız ve ne tür fiziksel önlemler almamız gerektiği hemen her gün medyada yer buluyor. Fakat pandemide ruh sağlığı, fiziki tartışmaların arkasında kalıyor ve kendine yeterince yer bulamıyor. Öte yandan “Pandemi bitsin de ruh sağlığı düzelir” gibi yaygın bir görüş ortaya çıkıyor ve ruh sağlığına ilişkin sorunlar ertelenebilir görülüyor. Psikiyatrist Arzu Erkan Yüce’ye göre bunun nedeni, sağlığın bir bütün olduğuna dair kavrayışın toplum tarafından yeterince benimsenmemesi. Erkan Yüce, “Bütün şartları, koşulları iyi olup evde kalabilen insanların dahi ruh sağlığı pandemiden etkilendi ve etkilenmeye devam ediyor” diyor.
Kadın ruh sağlığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve şiddetle mücadele, ilişki ve aile terapileri, anksiyete bozuklukları başlıca çalışma konuları olan psikiyatr ve psikoterapist Arzu Erkan Yüce, aynı zamanda İstanbul Kültür Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Gazete Duvar’ın sorularını yanıtlayan Erkan Yüce ile “normalleşmenin” ruh sağlığına etkilerini konuştuk. Bu dönemde çelişkili bilgi ve uygulamaların kendimizi güvende hissetmek için ihtiyaç duyduğumuz öngörülebilirliği ortadan kaldırdığını belirten Erkan Yüce, “Cumartesi, pazar sokağa çıkma kısıtlaması varken pazartesi günü hiçbir şey yokmuş gibi normale dönüyoruz. Bu hızlı ve keskin geçişler anlaşılamıyor” diye konuşuyor.
Pandemi döneminde ruh sağlığı yeterince konuşulmadı. Daha çok fiziki önlemlere yoğunlaşıldı ve ruh sağlığı arka planda tutuldu. Bu durum bize ne anlatıyor?
Ben psikiyatr olmama rağmen ruh sağlığı ile ilgili bir açıklama yaptığımda ve paylaşımlarda bulunduğumda şöyle yorumlar geldi mesela: Psikoloji sonra da düzelebilir, önemli olan insanların hastalanmaması. Bunu özellikle yaşlıların evde kalmasının onların beden ve ruh sağlığına zarar getirebileceğini söylediğimde yaşadım. “Psikoloji de neymiş canım, önemli olan sağlıklarının iyi olması” deniliyordu. Aslında, buradan anlıyoruz ki sağlığın bir bütün olduğunu henüz kavrayamamış bir insan topluluğu var. Bu da işleri zorlaştırıyor. Eğer ruh sağlığınız iyi değilse bu tüm yaşamınızı, bedeninizi, tüm sosyal ilişkilerinizi etkiler. İnsanların temel güvenliği bulamadığı, kişisel koruyucu ekipmanlara ulaşamadığı, çalışmak zorunda kaldığı evinde kalamadığı, evindeki çocuğuna, hastasına bakıcı bulamadığı, şiddete uğradığında yasal haklarına erişemediği yani bir çok açıdan çok mahrum olduğu bir dönem yaşıyoruz. Burada ruh sağlığının etkilenmemesi düşünülemez.
Pandeminin hayatı eşitleyen yönleri olsa da herkes bu süreci kendine özgü koşullarda yaşıyor. Sorunlar ve ihtiyaçlar da kişilerin deneyimlerine göre değişiyor. Yine de genel bir çerçeve sunmak istersek pandemi ruh sağlığımızı nasıl etkiledi?
Bütün şartları, koşulları iyi olup evde kalabilen insanların dahi ruh sağlığı pandemi döneminden etkilendi, etkileniyor. Çünkü bir belirsizlik ve kaos ortamı var. Ruh sağlığımız için öngörülebilirlik çok önemli bir durumdur. Pandemi, deprem gibi yaşamı tehdit eden durumlarda var oluşumuz tehlikeye girmiş oluyor. Bu da insanların hem kaygısını çok gerçekçi bir biçimde artırıyor, hem de kaygı bozuklukları, depresyon, uykusuzluk, alkol ve madde kullanım bozukluğu, ikili ilişkilerde problemler, iş performansında düşüşler gibi pek çok sorunu beraberinde getirebiliyor. Bununla beraber burada çok sık telaffuz edilen bir şey var. Salgın hepimizi etkiledi ama hepimiz aynı gemide miyiz? Hepimizi eşitlediği şeyler var gibi görünse de yoksulu, işsizlikten muzdarip olanı, ayrımcılığa maruz kalanı daha da çok etkiledi.
Türkiye, bugünden itibaren “yeni normale” geçiş yapıyor. Ancak salgını kontrol etmekte yeterince yol alamamışken normale dönmek pek çok kişiyi kaygılandırıyor. Bu süreçte kalabalık ofislerde çalışmak, toplu ulaşım kullanmak endişe edilen en temel konuların başında geliyor. Bu kaygılar, korkular normal midir?
İnsanların buradaki kaygılarını gerçekçi buluyorum. Çünkü bu, yüz yılda bir başımıza gelen bir olay ve böyle bir deneyimimiz yok. Küresel bir salgın, küresel bir problem ve görüyoruz ki bizden daha önce salgınla karşılaşan ülkelerde dahi sorunlar hala devam ediyor. Kadına şiddet devam ediyor, kadın cinayetleri devam ediyor, sosyal eşitsizlikler devam ediyor mesela. Yani örnek alabileceğimiz “Şu model çok iyi, herkese iyi gelir” diyebileceğimiz bir model olmadığı gibi ülkelerin ekonomik ve siyasi kaygıları alınması gereken önlemler konusunda farklılıklar yaratabiliyor. Dolayısıyla çok ciddi endişeler olacak normale dönmekle ilgili. Çünkü normale dönülmesi için referans alınacak göstergeler yeterli değil. Hastalığın hızı, normale dönecek kadar yavaşlamış değil. Bu nedenle 18 yaş altına ve 65 yaş üstüne kısıtlamalar devam ediyor. Bu sebeple sınırların açılması, tatil beldelerinin açılması yani ekonomiyi canlandırma çabaları bir çatışma yaratıyor. Aslında soru şu: “Gerçekten her şey normal mi yoksa hala korkmamız, kaygılanmamız gereken bir durum mu var?” Bir yandan fiziki önlemler alınmaya devam ederken diğer taraftan niçin bu kadar rahat davranıyoruz? Dolayısıyla burada süreci titizlikle takip edenler kurallara uymaya devam ediyor, daha sorumsuz davranan daha önemsemeyen “Ben koronaya inanmıyorum canım komplo teorisi” diyenler ise kayıtsızlığını sürdürüyor. Bu kişilerin kişisel hijyen kurallarına ya da maske kullanımına da uymadığını görüyoruz. Uyanlar normalleşme sürecinden ruhsal olarak daha çok etkilenip uymayanlar neredeyse hiç etkilenmiyor. Bunu söyleyebilirim.
Uzun zaman sonra ofislere dönecek olmak işyerlerinde ilişkilerin nasıl kurgulanacağına dair endişeleri de beraberinde getiriyor. Çünkü evden çalışmak daha bireysel bir dönemdi, işyerlerinde olmak ise daha sosyal olmayı ve ilişki kurmayı gerektiriyor. Sizce çalışanları, işyerlerinde nasıl bir süreç bekliyor?
İlişkiler değişecek, dönüşecek. Çünkü bizler değiştik, dönüştük. Evde kaldığımız bu süreçte herkes “Neden bu kadar çalışıyorum, neden bu erkekle ya da kadınla hala birlikteyim, neden evlenmiyorum, neden boşanmıyorum, neden istifa etmiyorum, neden enstrüman çalmaya başlamıyorum” gibi pek çok kararı sorguladı. Dolayısıyla işyerlerinde ve ilişkilerde eskiden tolere edilen birçok şey belki artık tolere edilmemeye başlayacak. Bu dönemde agresif, hırçın ilişkileri yönetmekte zorlanan kişiler daha ılımlı, daha hoşgörülü bir yapıya kavuşabilir. Dolayısıyla herkesin yeniden başlayacağı bir dönem. Hepimizin değiştiğini akılda tutmak lazım. O yüzden belki birbirimizi biraz yabancı kabul edip daha mesafeli ve daha esnek olmak gerekiyor. Peşin yargılara, kırgınlıklara çok mahal vermemek lazım. Değişime açık olmak birbirimizin değişimine alan tanımak gerekiyor. Bunlara hazır olmalıyız.
Ofis içi ilişkilerde ne tür zorluklarla karşılaşabiliriz?
Haksızlığa ve adaletsizliğe uğrama durumları olabiliyor. Mesela kimisi gebe oluyor ya da kanser hastası oluyor ve idari izinli sayılıyor. Çalışamadığı için arkadaşları ona küsüyorlar ya onun da gece nöbet tutmasını istiyorlar, sağlıkçılarda böyle şeylerle karşılaşıyoruz mesela. Önümüzdeki dönemde işyerlerinde yine böyle şeyler görebiliriz. İnsanlar, güvende olma hisleri sarsılıp kaos ortamı oluşunca ötekileri düşman, rakip olarak görmeye ve kendilerine haksızlık edildiğini düşünmeye başlayabiliyorlar. Bu tür durumlarda kişiler adaletsizlik duygusunu, karşısındaki insana ya da iş arkadaşına yönlendirebilir. Bu adaletsizliği yaratan karşımızdakinin sağlık sorunu ya da aile yaşantısı değil, pandeminin getirdiği güçlükler ve politikalarla ilgili uygulamaların getirdiği eşitsizlikler diye düşünmekte yarar var.
Politikacıların ya da bilim insanlarının çelişkili açıklamaları ruh sağlığımıza nasıl yansıyor? Bir ne yapacağımızı kestirememe durumuyla karşı karşıyayız diyebilir miyiz?
Burada şöyle bir durum var. Cumartesi, pazar sokağa çıkma sokağa çıkma kısıtlaması varken pazartesi günü hiçbir şey yokmuş gibi normale dönüyoruz. Bu hızlı ve keskin geçişler anlaşılamıyor. “Metrobüse bineceğim nasıl gideceğim, iş arkadaşlarımla nasıl bir sosyal ya da fiziksel mesafe koyacağım ya da kreşlerde yeterince koruyucu önlem var mı?” gibi endişeler çıkıyor karşımıza. Bunların hepsi ciddi altyapı çalışmaları isteyen şeyler. Tabii ki bakanlık düzeyinden bunlar çalışılıyor, planlanıyor olabilir ama pilot çalışmalar deneme-yanılma gibi geniş çaplı uygulamalar yapılmadığından bir endişe söz konusu oluyor.
Peki sizce normalleşme sürecine geçiş yapmaya hazır mıyız?
Ben bu normalleşme çabasının bir taraftan makul olduğunu düşünmekle birlikte hızlı olduğunu ve önümüzdeki günlerde ne yazık ki bulaşların artacağını -umarım ben yanılırım- düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde hastanelere virüs kaynaklı yeni başvurular olabilir. Bu tabii ki beni de endişelendiriyor.
‘BİLGİ BOMBARDIMANI UMURSAMAZLIĞA İTEBİLİR’
Aslında “normalleşme” döneminde pandemi sürecinin başından beri konuştuğumuz bir başka şey karşımıza çıkıyor, şeffaf bilgiye erişememek. Bu durum ruh sağlığımıza nasıl yansıyor, sağlıklı bilgiye ulaşamayan kişi kendisini nasıl hissediyor?
Şeffaflık ve güvenilir bilgi çok önemli. Çünkü kaygıyı çok artıracak bilgiler art arda sıralandığında bunlar insanları harekete geçirmek yerine daha da tembelleştirebilir ve umursamazlığa itebilir. Ya da çok kaygılanarak karar verme süreçlerinin sağlıksız işlemesine sebep olur. Bilgi ve uygulamadaki tutarsızlıklar insanların neye güveneceklerine dair bir referans noktası belirlemelerini ortadan kaldırır. Böyle bir durumda da şüphecilik, komplo teorileri, güvensizlik ortaya çıkar. Burada, kişilerin kendi arka planlarında ne gibi bir baş etme biçimi varsa o devreye giriyor. Yani mantıklı karar verme süreçleri, analiz süreçleri yerine kaçma, kaçınma ya da saldırma gibi en ilkel davranış biçimlerimiz devreye girebilir. Ayrıca boş verme ve gerçeği yok sayma ortaya çıkabiliyor. Mesela maske takıyorsunuz sokakta yürüyorsunuz sizi korkutmak için yüzünde maske olmayan biri gelip yüzünüze doğru öksürebiliyor ve bununla dalga geçip alay edebiliyor. Nerede şeffaf bilgi var, ancak orada sağlıklı ve genel geçer kurallar olabilir. Öbür türlü kaos ortaya çıkıyor. O yüzden yasa koyucuların, kanaat önderlerinin nasıl davrandığı, nasıl önlemler aldığı çok belirleyici oluyor. Çünkü biri kendisi farklı davranıp size nasıl davranmanız gerektiğini söylerse onu uygulamazsınız. Derler ya “Hocanın dediğini yap yaptığını yapma” diye, aslında hocalar yaptıklarıyla da örnektirler.
Sosyal medyadan gelen ya da direkt cep telefonlarına ulaşan bir bilgi kirliliği ile karşı karşıyayız. Sizin de belirttiğiniz gibi sürekli yeni bir içeriğe maruz kalmak da ruh sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Salgınla ilgili gelişmeleri takip etmek için önerebileceğiniz kaynaklar var mı?
Bu dönemde kendimize birkaç mecra belirleyip bilgileri oradan takip edebiliriz. Örneğin Sağlık Bakanlığı’nın, Türk Tabipler Birliği’nin ya da Dünya Sağlık Örgütü’nün web sayfalarını düzenli olarak takip edebiliriz. Okuduğumuz bilgileri hayatımıza geçirmek ve bu kurallara sadık kalmaya çalışmak önemli. Ama kurallar değişebiliyor çünkü virüs durduğu yerde durmuyor. Her gün yeni bir şey keşfediyoruz. Dolayısıyla bu bilgiler güncellenebilir. Bilgiler güncellendikçe de endişeye kapılmadan yeni bilgileri kullanmamız gerekiyor. Bilim her zaman yeni verilerin eklenmesiyle güncellenmiştir. Burada bir problem yok.
Peki içinde bulunduğumuz koşullarda ruh sağlığımızı korumak için neler yapabiliriz?
Pandemi ve onun getirdiği güçlükler, zorluklar hepimizi alt üst etti. Yeni bir düzen nasıl kurulacak yeni normal nasıl olacak bilmiyoruz. Belki yeni çıkarsamalar, yeni planlar yapmak bu kayıptan sonra hayatımıza nasıl devam edeceğimize bakmak ve yasımızı çalışmak gerekiyor. Tabii bu dönemde bize zarar veren etkenleri hayatımızın dışında tutmaya çalışmamız çok önemli. Kişisel koruyucu ekipmanlarımızı ve sağlık güvenliğimizi sağlayacak imkanları edinmeye çalışmamız gerekiyor. Eğer bunlara ulaşamıyorsak dayanışma ağlarından yardım istemek çok önemli. Birçok dayanışma ağı var biliyorsunuz. Bu dönemde sosyal dayanışma en önemli şeylerden bir tanesi. Yalnız olmadığımızı, bizim gibi pek çok insan olduğunu görmek önemli. Bazen insan hiç aklına gelmeyen bir şeyi bir yerde okuyabilir ya da birinden duyabilir, “Ya hiç böyle düşünmemiştim” diyeceğiniz bir şey, bir başkasının gününü geleceğini değiştirebilir. Hep söylüyoruz Türkiye Psikiyatri Derneği’nin de sloganı aynı zamanda, “Kaygıyı değil dayanışmayı bulaştır.” Kaygıyı bulaştıranlardan uzak olup dayanışmayı bulaştıranlara yakınlaşmak iyi gelecektir. Ayrıca Türkiye Psikiyatri Derneği’nin bu konuda gerçekten çok kapsamlı çalışmaları oldu. Derneğin web sitesinde bir sürü bilgilendirici materyal var, bunları takip etmelerini öneririm.
‘RESMİ RAKAMLARA YANSIMAYAN ÇOK FAZLA OLGU VAR’
Pandemide kadına yönelik şiddet küresel çapta arttı. Türkiye’de de durum farklı değil. Şiddete maruz kalan ve pandemi döneminde gerekli mercilere ulaşamayan kadınlar neler yapabilir?
Şiddete uğrayan çok fazla sayıda kadın var bu süreçte. Çok yardımsız kaldılar. Şiddet hatlarına ya da resmi rakamlara yansımayan çok fazla olgu olduğunu biliyoruz. O yüzden lütfen yardım alsınlar, Alo 183’ü, 155’i arasınlar. Şiddet gören bir yakınınız, tanıdığınız varsa mutlaka 183’e bildirin. Kimlik bilgilerinizi saklı tutarak ihbar edebilirsiniz. Bunu çok önemsiyorum bu dönemde. Bununla beraber en yakın zamanda ev içi şiddetle ilgili çok geniş çaplı çalışmalar yapılmalı. Şiddet gören kadınlar belki yardım alamadılar, kimseyi arayamadılar, belki adli mercilere ya da polise başvuramadılar bu süreçte. Yerel yönetimlerin bakanlıklarla işbirliği içerisinde kadınların ne durumda olduğunu öğrenmesi gerek. Muhtarlar olur, imamlar olur telefonla arayarak ve sonra da bir biçimde kapıdan ziyaret ederek kadınların durumunu yoklamaları gerektiğini düşünüyorum. Sadece şiddet için çalışan bir hattımız hala yok. Alo 183 bir sürü şey için aranabiliyor. Ayrıca bir durum için 155’i aramak zorunda kaldım ve 15 dakika hatta bekledim. Acil bir durumda erişebilecek daha doğrudan hizmet veren bir hatta ihtiyacımız var. Evet bununla ilgili çalışma yapılıyor ama daha çok şey yapılması gerek. Bunun da altını çizmek istiyorum.
Sürecin en aktif aktörü sağlık çalışanları. Bu dönemde onların ruh sağlığı nasıl?
Sağlıkçılar bu dönemde çok yıprandılar, Çok hak kaybına uğradılar. Çok güzel bir sloganları var “Sizin hakkınız ödenmez dediler dediler hakkımızı ödemediler” diye. Çok ciddi risklere rağmen çalışan birçok insan dönersermayelerle ilgili ödemelerde ya da özlük haklarında çok ciddi kayıplara uğradı. Burada mesele para da değil, sağlıkçılar yapılan işin değerli ve anlamlı olduğu ile ilgili bir geri dönüş bekliyor. Şiddete uğramamak istiyorlar, ötekileştirilmemek istiyorlar. Sağlıkçılar bu dönemde tüm güçleriyle savaştılar. Gerçekten de kendilerini siper ettiler. Açıkçası ertelenen işlemler sebebiyle normalleşmeyle birlikte hastanelerdeki yoğunluk artacak. Bu yüzden sağlıkta şiddetin hortlaması söz konusu olabilir, böyle bir endişem var. O nedenle topluma, sağlıkçılarla ilgili özel bir rehabilitasyon çalışması yapılması gerekiyor. Kamu spotlarıyla bilgilendirme yapılabilir mesela. Burada insanlara anlayışlı olmalarını, öfkenin adresini şaşırtarak sağlıkçılara öfke yöneltmemelerini, onlara yardımcı olmalarını söyleyebilirim. Aslında birbirimiz için varız, sadece kendimiz için bir şey yaptığımızda bir hiçiz. Sen elini yıkasan da karşındaki elini yıkamadığında hastalık sana da bulaşıyor. Sen maske taktığında karşındaki takmadığında hastalık bulaşmaya ve yayılmaya devam ediyor. Burada şunu unutmayalım, karşılıklı saygı ve sevgi içerisinde iletişim sürdürdüğümüzde halledilemeyecek çok az şey var.
65 yaş üstü kişiler yaklaşık 2,5 aydır evden çıkamıyor. Haftada bir gün verilen saatlik izinlerin ise beden ve ruh sağlığı için yeterli olmadığı uyarısı yapılıyor. Bu dönemde evden çıkamadığı için ihtiyaçlarını karşılayamayan bu kişiler, kendilerini başkalarına muhtaç hissediyor. Tüm bunlardan hareketle 65 yaş üstü kişilerin ruh sağlığı sizce ne durumda? Sizin gözlemleriniz ve çözüm önerileriniz nelerdir?
65 yaş üstü kişilerin kısıtlanmış biçimde hala evde olması çok ciddi ruhsal ve bedensel sıkıntıları beraberinde getiriyor ve getirmeye de devam edecek. Saatlik izin uygulaması da haftalar sonra, uzmanların ve sivil toplum kuruluşlarının çok yoğun baskısı ile hayata geçti ama hâlâ yetersiz. Şimdi normale dönüyorsak neden bir grup evlerde sanki tutsakmış gibi tutuluyor? Bu kişilerin riskli davranacaklarına ilişkin genellemelerin bilimsel bir temeli yok. 65 yaş üstü bireyler pek çok kimseden daha bilinçli, daha tutarlı, daha sağlıklı davranıyor olabilir. Dolayısıyla burada derhal bu kişilerin yaşama dönüşü ve temel hak ve ihtiyaçlarına erişimi ile ilgili çalışmalar yapılmalı. Bunun altını çizmek istiyorum. Ayrıca bir kısım insanın çocuklarına, aile büyükleri bakım veriyordu ve şu anda onlar evden çıkamıyor ya da bulaş endişesi ile izole durumdalar. Çocukların evde gözetimsiz kalması sonucu ihmal, şiddet ve istismara maruz kalma riskleri özellikle böyle dönemlerde artıyor. Böyle güçlükler de varken "normal"e dönmek ne derece mümkün. Aileler ve çocuklar haklı olarak kaygılı, bu konuda acilen düzenlemeler yapılmalı.