Yeni rejimin gölgesinde yerel seçimler ve toplumcu belediyecilik 

Toplumcu belediyeciliği ve halkın örgütlenmesini tartışmamız birçok açıdan önemlidir. Hem Türkiye'de hem dünya genelinde, çok açık şekilde, son yıllarda, acımasızca uygulamaya konulan neo-liberal politikalar, kent topraklarının yağmalanmasından beslenen piyasacı bir devlet yönetimi anlayışını yerleştirmiştir.

Abone ol

H. Ali Ulusoy*

Kentlerimiz hızla “değişmekte”, ancak değişimi belirleyen temel politikaları ne yazık ki kentin gerçek aktörleri yerine, küresel sermaye ve onun yerli ortakları belirlemektedir. Kent toprakları kamu ve toplum çıkarları bir yana bırakılarak yağmaya açık hale getirilmekte ve “yatay/dikey yapılaşma ve ben sana küstüm” tartışmaları arasında hızla beton yığınına dönüşmektedir.

Küresel politikaların bütün dünyada uygulanmaya başlaması ile birlikte uygulamaya konulan kent politikalarının odağındaki “yurttaş” kavramının yerini “müşteri” kavramı almıştır. Küresel güç odaklarının beklentileri doğrultusunda birçok yasal ve yönetsel düzenlemeyi süratle hayata geçiren, merkezi idarenin ekonomi politikalarının temelinde; doğal ve kültürel varlıklarımızın, kıyıların, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin, kamu arazilerinin, orman arazilerinin, zeytinliklerin ve genel olarak kent topraklarının yağmalanması yatmaktadır.

Bu yaklaşımlar sonucunda siyasal iktidar uygulamaya soktuğu kent politikaları ile politik birlikteliğini güçlendirmekte ve kendi “zenginlerini” yaratmakta, diğer taraftan da toplumu mekân üzerinden kendi “ideolojik yaklaşımı” doğrultusunda şekillendirmeye ve dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu yaklaşım temel olarak ideolojinin mekâna yansımasıdır (İktidarın, özellikle Ankara ve İstanbul’da, Cumhuriyet dönemi mimarlık eserlerine karşı tutumu, modern mimarlık örneklerinden, İller Bankası ve AKM gibi önemli yapıların yıkılması).

Esas olarak görevi, yurttaşlarına sağlıklı, güvenli, olanaklarından her kesimin eşit olarak yararlandıkları çağdaş yaşam alanları hazırlamak olan yerel yönetimler, kamucu, sosyal politikaları terk etmişler, bırakın kentin sorunlarını çözmeyi, sorunların giderek daha da ağırlaşmasına sebep olmuşlardır.

'YENİ REJİMİN' SEÇİM ÖNCESİ HAZIRLIKLARI VE KAYYUM BELEDİYECİLİĞİ

Ülkemiz, Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimlerle birlikte, parlamenter sistemin işlevinin ortadan kaldırıldığı, her türlü kararı tek adamın belirlediği, otoriter “yeni rejim”in gölgesinde seçimlere gitmektedir. Ülkemizde bu anlamda, bugüne kadar geçerli olan bütün kurallar değiştirilmiştir. Yerel yönetimlerde seçimle işbaşına gelmiş olan yöneticilerin yerine kayyumlar iş başındadır.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı, yaptığı açıklamalarla, önümüzdeki seçimler konusunda da niyetini açık etmiş ve Kızılcahamam konuşmasında şöyle demiştir; "Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, sandıktan çıkacak olurlarsa, öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok. Anında gereğini yapıp kayyım tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz”. (7 Ekim 2018 Gazeteler)

Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'nda AK Parti oylarıyla kabul edilen ve TBMM Genel Kurulu'na gönderilen torba teklifin 48'inci maddesiyle, belediyelere bütçeden yapılan kaynak aktarım yöntemlerine yeni bir kalem daha ekleniyor. Yasaya eklenen yeni maddeyle ''Belediyelerin ihtiyaç duyduğu yatırım nitelikli projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla Strateji ve Bütçe Başkanlığı bütçesine konulan belediyelere yardım ödeneğini, belediyelerin talebi üzerine kullandırmaya Cumhurbaşkanı yetkilidir" hükmü konuldu. Madde TBMM Genel Kurulu'nda da kabul edilirse, Cumhurbaşkanı, hangi belediyeye ilave kaynak aktarılacağına tek başına karar verecek. (9 Aralık 2018 Gazeteler)

Bu açıklamalar, bizi nasıl bir gelecek beklediğinin de ipuçlarını vermekte ve yapılacak olan yerel seçimlerin meşruiyetini de şimdiden tartışmalı hale getirmektedir.

Bu gelişmeler ışığında, toplumcu belediyeciliği ve halkın örgütlenmesini tartışmamız birçok açıdan önemlidir. Hem Türkiye'de hem dünya genelinde, çok açık şekilde, son yıllarda, acımasızca uygulamaya konulan neo-liberal politikalar, kent topraklarının yağmalanmasından beslenen piyasacı bir devlet yönetimi anlayışını yerleştirmiştir.

Bu sorunun nasıl ele alınması gerektiği ve “Toplumcu bir program etrafında kentin örgütlenmesinin araçlarının yeniden yaratılması” konusu kentte yaşayan bütün aktörlerin ortak sorumluluğu olmalıdır.

Toplumcu belediyecilik anlayışı bağlamında bu kavramları, küreselleşen dünya ve buna bağlı olarak uygulamaya konulan piyasacı, yurttaşı birer müşteri gibi gören liberal politikalara alternatif, kamucu, insanın refahını ve mutluluğunu esas alan, merkezinde insanın olduğu, üretici bir anlayışı yeniden hâkim kılmamız, kentlerimizin geleceği ve demokrasimiz açısından son derece önemli gözüküyor.

Bu bağlamda, halkın yönetime doğrudan katılması ve yerel demokrasinin hayata geçirilmesi konusunda zorlukların olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde katılım sadece alınan kararlara halkın katılması biçiminde ele alınmakta ve uygulanmaktadır. Aslında burada ifade edilen ise, karar alma süreçlerine halkın doğrudan katılımıdır. Belediye bütçesinin nasıl kullanılması gerektiği ve önceliklerin belirlenmesi de bu kapsamda düşünülmelidir.

BM İnsan Yerleşimleri Programı’nın (UNHABİTAT) yayınladığı raporda, “Dünyada şu anda 1 milyar kişinin gecekondularda yaşadığı, kentlerin nüfusu hızla arttığı için gecekondularda yaşayanların gelişmekte olan ülkelerin tümünde artmasının beklendiği” belirtiliyor. Aynı raporda gecekondular “güvenli barınma imkanı ve mekanı olmayan, içilebilir suya kolayca erişilemeyen, sıhhi şartlar ya da mesken güvencesinden yoksun meskenler” olarak tanımlanıyor.

Ekonomik ve sosyal nedenlerle kırdan kente göç, kentlerde doğal olarak barınma, çalışma ihtiyaçlarının ve sosyal gereksinimlerinin karşılanması, eğitim, sağlık vb. sorunlarına dönük tedbirlerin şimdiden planlanması gerektiği” de bu raporda ifade edilmektedir.

Günümüzde kentler giderek daha fazla nüfusu içinde barındırmaktadır. Yapılan sosyal araştırmalarda, genel nüfusun yüzde 60-70’e yakınının kentlerde yaşamak durumunda olduğu ve bu sayının giderek artacağı belirtilmektedir.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ''Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2016 Sonuçları''nı açıkladı. Buna göre, 2015 yılı itibarıyla 78 milyon 741 bin 53 kişi olan ülke nüfusu, 1 milyon 73 bin 818 kişilik artışla 2016 sonunda 79 milyon 814 bin 871 kişiye ulaştı.(TÜİK Ocak 2017)

2014 tarihinde yürürlüğe giren Büyükşehir Yasası ile birlikte, mücavir alan sınırı, il sınırı olarak değiştirilmiş ve birçok köy, kentin mahallesi haline dönüştürülmüştür. Bunun sonucu da kentlerde yaşayan insan sayısını istatiksel olarak artırmıştır. Bu mahallelere hizmet götürme konusu hâlâ tartışmalıdır.

Bu düzenleme, kırsal bölgeler açısından da hizmetlerin paralı hale gelmesine, sorunların giderek daha çok artmasına neden olmuş, kapatılan belediyelerin sayısı da dikkate alındığında yerel demokrasinin gelişmesine ve yaygınlaşmasına vurulan bir darbe haline gelmiştir.

2025 yılında 5 milyar insanın kentlerde yaşayacağı, 2050 yılında İstanbul’un nüfusunun 25 milyon, Ankara’nın ise 10 milyon olacağı tahmin edilmektedir.

Ne yazık ki bu gelişmelere tekabül eden çalışmalar ve öngörüler yerel yöneticilerin gündeminde dahi yoktur. Oysa bütün bu gelişmelerin sosyal, kültürel ve mekânsal bağlamda düşünülmesi, ele alınması ve buna uygun “kent politikalarının” geliştirilmesi gerekmektedir.

Ortadoğu coğrafyasında yaşanan çatışma ve savaş durumu, birçok insanı yurdundan, topraklarından koparmış ve mülteci konumuna getirmiştir. Bunun sonucunda büyük kentlerde kontrolsüz ve güvencesiz yaşayan milyonlarca insan en temel ihtiyaçlarının karşılayamaz noktaya gelmiş ve sorunlar giderek daha da içinden çıkılmaz olmuştur. Bu gelişmeler ışığında, yerel yönetimlerin uyguladıkları “klasik kent politikalarını” gözden geçirmeleri zorunlu hale gelmiştir.

Bu araştırmalardan da anlaşılacağı üzere kentlerimizde hayata geçecek olan “yeni kent politikaları” bu gelişmeler ışığında ele alınmalı, aklın ve bilimin ışığında, kentin gerçek sahipleri ile birlikte yeniden değerlendirilmelidir. O nedenle halkın karar alma süreçlerine doğrudan katılımının önemi daha da artmaktadır.

  • Kentler, yönetilmeyi ve yalnızca hizmet almayı bekleyen değil, kent yaşamını ortaklaşa bir etkinlik alanı olarak gören, ortak çıkarları karşısında birlikte hareket edebilen kentlilerin katılımıyla ve ancak tüm kent halkı tarafından paylaşılan bir sorumlulukla yaşanabilir yerler haline gelebilir.
  • Kentlilerin yaşadıkları yeri sahiplenmelerinin ve kent yönetiminden sorumlu kimselerin karşılıklı güven ortamını sağlamasının önemi açıktır. Kentliler ancak bir güven ortamında yönetime katılabilir ve ancak bu katılım ile kentler adına önemli adımlar atılabilir, kentler yaşanabilir yerler haline gelebilir ve yerel demokrasi geliştirilebilir.
  • Türkiye’nin de altında imzası bulunan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı belgesinde yurttaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının demokratik bir ilke olduğu ve bu hakların doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğunun altı çizilmiştir.
  • Kamu ve toplum yararını öne çıkaran toplumcu bir belediyecilik anlayışının yeniden “iktidar” olmasının yolu, kentin bütününü kucaklayacak olan bir programı, kentin diğer aktörleri ile birlikte tartışarak ve paylaşarak oluşturmaktan geçmektedir.
  • Bu bağlamda, aklın, bilimin ve planlamanın önderliğinde üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum örgütleri, mahalle dernekleri, esnaf örgütlenmeleri, bölge halkı vb. yapılarla, unutulan ve ihmal edilen halkın birlikteliğini yeniden inşa etmek, onların sorunlarına sahip çıkmak ve çözümleri birlikte üretmek, bu katılımcı modelin araçlarını oluşturmak yerel yönetimlerde iktidara giden yolda önemli bir aşama olacaktır.
  • Kentlerimizde demokratik katılımcılığın hayata geçirilmesi için, kentin bütün bileşenlerini kapsayacak ve onları karar süreçlerinin birer parçası haline getirecek olan örgütlenme mekanizmalarının hızla hayata geçirilmesi gereklidir.
  • Kent kimliğine uygun, tarihi ve doğal değerleri gözeten, üniversitelerin şehircilik, mimarlık, kentsel tasarım ve peyzaj mimarlığı disiplinlerinin temsilcileri ile ilgili meslek odalarının temsilcilerinin katılımı ile oluşturulacak kurulların kurumsallaştırılması, kent planlaması, kentsel tasarım, mimarlık vb. konularda ilgili meslek odaları ile birlikte karar süreçlerinin örgütlenmesi ve kalıcı hale getirilmesi gerekmektedir.
  • Sivil toplum kuruluşları, tüketici dernekleri ve hemşehri dernekleri ile ilişkilerin kurumsal düzeyde sürdürülmesi ve “danışma kurulları” oluşturulması, il genel meclisi ve belediye meclisi üyelerinin belirlenmesinde, mesleki birikimi ve deneyimi olan, kenti tanıyan, kamu ve toplum yararını temel alan katılımcı bir yaklaşımın hayata geçirilmeli, belediye hizmetlerinin denetiminin açık, şeffaf ve anlaşılır hale getirilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır.
  • Toplumcu bir belediyecilik anlayışının geçmiş yıllardaki deneyimleri ve örgütlenme anlayışları bizim için önemli bir birikim ve kaynak oluşturmaktadır.

    70’li yıllarda, çevreci ve toplumcu bir mimar olan Jaime Lerner, üç dönem boyunca Curtiba’da/Birezilya belediye başkanlığını yürütmüş ve toplumcu belediyecilik anlayışı ile dünyada efsane haline gelmiştir.

  • Toplum evleri, eğitim ve sağlığa destek, çevre, altyapı gibi hizmetler, sosyal hizmetler, düşük maliyetli kamu taşımacılığı, katılımcı bütçeyi esas alan toplumcu yaklaşımı önceleyen politikaların yaygınlaştırılması, belediye yatırım ve harcama önceliklerinin belirlenmesinde halkın katılımının sağlanması önemlidir. Örneğin, kentte özel otobüs şirketi yerine, bunun belediye şirketleri eliyle yapılması. Daha derinden bir demokrasinin geliştirilmesiyle, işyeri demokrasisinin kurulmasıyla paralel olarak bu dönüşüm sağlanmıştır. Dolayısıyla, dönüşümü bir eskiye dönüş olarak değil de, yeni bir toplumcu belediyeciliğin inşası olarak görmek gerekir.
  • Aynı yıllarda ise ülkemizde Avrupa'da esen sol rüzgârların da etkisi ile toplumcu belediyecilik yaklaşımı ilk olarak Ankara’da Mimar Vedat Dalokay, Ali Dinçer, İstanbul’da Ahmet İsvan ve İzmit’te Erol Köse döneminde yaşama geçirilmiştir. 12 Eylül faşist darbesine giden yıllarda, devrimci, katılımcı ve paylaşımcı belediyecilik anlayışının halkla birlikte nasıl hayata geçtiğinin özgün bir örneği olarak Fatsa (Terzi Fikri) deneyimi ile günümüzde, Çankaya Belediyesi'nin toplumcu uygulamaları, Tunceli Ovacık Belediyesi çalışmaları önemli pratikler içermektedir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi toplumcu belediyecilik uygulamaları açısından oldukça iyi bir konumdadır. Dikili Belediyesi'nin de hayata geçirmiş olduğu, toplu taşıma uygulamalarının ücretsiz olması gibi. uygulamalar, toplumcu belediyecilik uygulamaları açısından önemlidir.

Yine Eskişehir’de, Büyükerşen önderliğinde ortaya konan belediyecilik anlayışı, kentin herkes için yaşanılır kılınması, kültür ve sanata yapılan yatırımlar, toplu ulaşım, kentin yaya dostu ve yeşil bir kent olması, Porsuk Çayı'nın ıslahı vb. konular da birçok belediye açısından yol gösterici uygulamaları içinde barındırmaktadır.

KIRSAL ÜRETİMİN DESTEKLENMESİ, KENT VE TARIM ÇALIŞMALARI

5747 sayılı “Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması Kanunu” (22 Mart 2008) ile 2014 tarihinde yürürlüğe giren, Bütünşehir Yasası ile birlikte birçok köy tüzel kişiliği ortadan kaldırılmış ve köy statüsünde olan kırsal yerleşimler, mahalleye dönüştürülmüştür.

Ülkemizin tarım politikalarına alternatif, bölgelerin kendine has ihtiyaçlarına yönelik kırsal mahallelerde sorunları çözmek, doğal dokuya uyumlu, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlamak amacıyla yerelde “kent ve tarım danışma kurulları” oluşturulmalıdır. Bu konuda üretici birlikleri, üniversiteler, ilgili kamu kurumları, kooperatifler ve STK temsilcileri ile birlikte yeni bir “üretim modelinin” kurgulanması “kentin beslenmesi” açısından önemli bir adım olacaktır.

ÇİFTÇİ KADINLAR İLE ÜRETİM

Bazı belediyelerde başarıyla uygulanan çiftçi kadınların yerel ürünlerin satışını arttırmaları için üretim, gıda güvenliği, beslenme ve insan sağlığı konularında kadınlara eğitim verilerek ürünlerin pazara hazır hale getirilmesi için çalışmalar yapılmalı, kadınların üretime katılmaları teşvik edilmelidir.

ÜRETİCİDEN HALKA DOĞRUDAN SATIŞ

Doğrudan üreticiden halka satışlar, mevcut pazar yerlerinin kullanılması, yeni satış alanlarının ve modellerinin düzenlenmesiyle, ürünün doğrudan kentliye ulaşması açısından, stratejik önem taşımaktadır. Belediye birlikleri, tarım üretim kooperatifleri vb. yapılar bu konuda bir araya getirilerek modelin hayata geçmesi sağlanabilmelidir.

YEREL KALKINMA VE HAYVANCILIĞA TEŞVİK

Mahalle statüsü kazanan ve tarımsal üretimin devam ettiği mahallelerde, giderek azalan tarım arazilerinin korunması, tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin desteklenmesi, üretilen ürünlerin kent halkına sunulması ve satışı konusunda, yerel yönetimlerin sorumluluk alması gerekmektedir.

Tarımsal kalkınma ve üretimin teşvik edilmesi vb. uygulamalar toplumcu belediyecilik açısından önemli adımlar olacaktır.

Ülkemizin birçok bölgesinde benzer uygulamalara rastlamak mümkündür ve bu örnekler çoğaltılabilir.

  • Önümüzdeki yerel seçimlerde, kentlerimizi daha yaşanılır kılmak; insanı, doğayı, tarihi ve kültürel değerlerimizi, çevreyi ve mimarlığı önemseyen, meslek insanına değer veren yerel yönetimlerin oluşturulması ülkemizin ve demokrasimizin geleceği açısından önem taşımaktadır.
  • Kamu yararını önceleyen, insan odaklı politikaların yeniden hayata geçirilmesi konusundaki iradenin güçlü bir şekilde ortaya konması, programlanması ve toplumla paylaşılması önemlidir.

Bu bağlamda toplumcu belediyecilik anlayışını hayata geçirecek olan yerel yönetim programının oluşturulması, bu konuda toplumun çeşitli kesimlerini de kapsayacak bir çalışmanın şimdiden oluşturulması, demokrasinin, yaşanabilir kent parçalarının ve iyi bir geleceğin inşası için bu zorunludur.

*Mimar/Mimarlık Vakfı 2'nci Başkanı