İmralı Heyeti. Öyle anlaşılıyor ki Pervin Buldan, Ahmet Türk ve
Sırrı Süreyya Önder'den oluşturulan grup için kullanılan bu
adlandırma kabul gördü. Heyetin Meclis'te grubu bulunan partilerle
yaptığı görüşmeler dikkatle takip ediliyor, hiç değilse görüşmeler
medyada yer bulabiliyor. Heyetle görüşen siyasi parti liderleri
ise, en azından şimdilik, olumlu mesajlar veriyorlar. Ahmet
Davutoğlu’nun, geçmişten çıkardığını varsaydığımız derslerle,
yaptığı açıklama bile nispeten umut vadediyor.
Meclis'te grubu bulunan ve İmralı Heyeti ile görüşmeyi en baştan
reddeden, İmralı görüşmeleri karşıtı bir ittifak hazırlığında olan
İYİ Parti ile hariçten gazel okuyan Zafer Partisi, söylemeye hacet
yok, gözlerini MHP'nin oylarına dikmiş, orada oyalanıyorlar.
Haliyle, bundan böyle akacak her damla kanda, hamaset söylemlerinin
payı da olacak.
*
Televizyonlarda boy gösteren akademisyenler, gazeteciler,
stratejistler de sürece ilgisiz kalmıyorlar elbette. Kıymeti
kendinden menkul engin bilgilerini kamuoyu ile paylaşıyorlar.
Paylaşsınlar, bunda bir beis olmadığı muhakkak. Ancak süreci, PKK
lideri Abdullah Öcalan'ı, İmralı heyetini değerlendirirken tercih
ettikleri üslup, kullandıkları ifadeler barışa hizmet etmekten
fersah fersah uzakta seyrediyor. Kimse de bunlara, "Behey akılsız,
barış önce dilde başlar, barışmak arzusunda olduğunuz insanlara
karışı hürmetli bir dil kullanın" demiyor.
*
Dildeki yalpalanma sadece Türk milliyetçisi tandanslı cenahla
sınırlı değil maalesef. Kürtçülük bahsinde mangalda kül bırakmayan
Kürt entelijanyası ve yaygın tabirle klavye şövalyesi Kürtler
arasında da mevcut. Particilik yapanları bir kenara bırakırsak,
süreçten pay kapma gayreti içindeki kimi şahıslar, hem süreci hem
de İmralı Heyeti içindeki insanları hakir göstererek köstek olmaya
çalışıyorlar. Halbuki İmralı'dan İmralı Heyeti'ne kadar yeni bir
sürecin başlaması için riskleri göze alarak elini taşın altına
koyan insanların her türden desteğe ihtiyacı var. Bilinçli ya da
bilinçsiz, süreci ve heyeti değersizleştiren her gayret sağlıklı
bir ruh haline işaret etmiyor. Üstelik heyette yer alanların
mezhebini, zihniyetini ya da etnik kimliğini diline dolamanın
abesle iştigalden öteye varacak bir yeri yoktur. Eninde sonunda
ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Öte yandan "had bilmek" diye
bir şey vardır ki haysiyetli insanlar bunu akıldan çıkarmaz. Demem
o ki Kürt meselesinin çözümü için özgürlüğünü ve hatta bedenini
ortaya koymuş insanlardan söz ederken biraz insaflı olmakta yarar
var.
*
Mevcut durumda havanda su dövenler, bir yere yetişme telaşının
önüne geçemeyenleri andırıyorlar. Her cümle üzerine saatlerce
konuşmak, tespitler yapmak, ahkam kesmek hevesinin anlaşılabilir
bir tarafı yok zannımca. Çünkü bu aceleci tutum, yanlışa düşme ve
mahcup olma ihtimaline teşnedir. Öte yandan kaş yapayım derken göz
çıkarmak tehlikesini barındırır ki bunun sürece zerre katkısı
yoktur. Elimizde Öcalan görüşmesinden paylaşılan 7 maddelik bir
bilgiden başka bir şey yok. İmralı Heyeti'nin siyasi parti
liderleriyle yaptığı görüşmeden ise Sırrı Süreyya Önder'in, "Bu
süreçten daha umutluyum" minvalindeki cümlesi var. Başka?
*
Sivil toplum örgütleri, demokratik kurumlar ve özetle, Kürt
meselesinin çözümünden yana olan herkes, sürece aktif destek
sunmalı. 2013-2015 süreci bittiğinde herkes atıl kalmıştı. Sürecin
devamı için taraflara baskı yapılamamış ve şehir merkezlerine kadar
inen çatışmaların önüne geçilememişti. Atıl ya da seyirci kalmanın
temel nedenlerinden biri, en başından sürece katılmamış olmak gibi
görünüyor. Bunda süreci başlatan tarafların da payı vardı. Ancak
sivil toplum örgütleri, sendikalar, başta MHP olmak üzere siyasi
partiler de sürece katkı sunmak konusunda istekli değillerdi. En
başta söz almamışların en sonda söz alma hakkı da kalmıyor. Bu kez
öyle olmasın. Çünkü Kürt meselesi dediğimiz şey, bütün Türkiye'yi
en derinden etkiliyor.
*
Önder, siyasi parti liderleriyle temasları sürerken Selahattin
Demirtaş ile de görüşeceklerini söyledi. Peşinen söylemek
gerekirse, DEM Parti ile Demirtaş'ın arasına duvar örmeye
çalışanların hevesini kıracak bir görüşme olacak. Zaman ya da süreç
utandırmasın.
*
Temkinliler. Endişeliler. Umutsuzlar. Mevcut durumda hiçbiri
haksız değil çünkü bu hissiyatlar durduk yere
peydah olmadı. Kürtler, oy verdikleri DEM Parti'den sanki
daha temkinli yaklaşıyor devlet ile diyaloğa. Kırk yıldan uzun
süren çatışmalarda çok şey gördüler ve gördüklerinden çok
yoruldular. Çok öldüler. 2015'te başlayan çatışmaların neden olduğu
travmadan daha uzun süre kurtulamayacaklar. Bir kuşak, bu travmanın
izlerini hayatları boyunca taşıyacak. Evet ama haklı talepleri
konusunda ısrarlarını hayatın her alanında sürdürüyorlar. İşinden
ihraç edilmeyi, hapse atılmayı, sürgünü ve hatta ölmeyi göze
alarak. Oy verdikleri parti, bu ısrarı gösterir nitelikte. Temkini
elden bırakmadan oy verdikleri partinin yürüttüğü görüşmeleri
izliyorlar, yorumluyor ve değerlendiriyorlar.
Endişeliler çünkü bayram değil seyran değil, Devlet Bahçeli neden
DEM Partililer ile tokalaştı? Sur'un yarısı yıkıldı geriye kalan
yarısının yıkımı da bu sürecin ardından mı gerçekleşecek? Bu
soruların haksız yere sorulduğunu kimse iddia edemez herhalde.
Umutsuzluk da işte bu sorularla boy veriyor.
Ama "Bişey yapmalı", değil mi? O halde bütün endişelere,
umutsuzluğa rağmen temkinli adım atmalı. Adım atanlar
desteklenmeli.
*
Sırrı Süreyya Önder, yeni başlayan süreç için daha umutlu
olduğunu söyledi. Önder "umutluyum" dediyse "Endişeye mahal yok"
demeyi kim arzu etmez ki. Ama geçmiş deneyimler ile muhattapların
geçmiş pratikleri, bu arzunun önünde bir set gibi duruyor. "Kürt
sorunu benimdir" ile "Kürt sorunu diyorlar, ne Kürt sorunu ya?"
arasındaki mesafeyi varın siz düşünün.
Adı konmamış, ayrıntılarının bir sır gibi saklandığı süreç nereye
evrilecek? İmralı Heyeti siyasi parti liderlerine Öcalan'ın hangi
mesajlarını iletiyor? MHP'nin memnuniyetle karşıladığı mesaj Kürt
siyasi aktörleri tatmin edecek mi? Rojava bu görüşmelerin neresinde
duruyor?
Bütün bu sorular kafa karışıklığına neden oluyor.
Bu soruların cevabını İmralı Heyeti'nin temaslarının ardından
öğreneceğiz gibi görünüyor. Ancak süreci başlatan Devlet Bahçeli'ye
teşekkür etmek dışında konuşmayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, 11 Ocak'ta Diyarbakır'a gelecek. Partisinin il kongresine
katılacak olan Erdoğan, yine Diyarbakır'da "Kürt sorunu benim
sorunumdur" diyerek süreci sahiplenecektir belki. Nihayetinde ocak
ayında Öcalan ile bir görüşme yapılacak ve muhtemelen sürece bir ad
konacak, sürece bir yol haritası çizilecek gibi görünüyor. İşte o
vakit, ekim ayından bu yana süren kafa karışıklığı giderilmiş
olacak. Tartışmalar somut bir gündem üzerinden gerçekleşecek ve bir
yol almış olacağız.
Evet, barış talep edenler ve bu uğurda mücadele edenler sabırla
sınanıyor. Ama zaten barışa giden yol, en uzun ve en dikenli yol.
Engeller, sürece çomak sokmak isteyenler yine sabırla ve iyi
niyetle aşılacak.