Yeni Suriye savaşı
ABD’nin füze saldırısı fiilen sınırlı mahiyetine rağmen, siyasi mesajları ve olası sonuçları itibariyle, Suriye savaşının denklemini ve geleceğini olumsuz yönde değiştirdi. Trump Suriye’yi daha da derin bir çıkmaza soktu.
Faruk Loğoğlu
6 Nisan 1917 tarihinde ABD Almanya’ya savaş ilan etti ve I. Dünya Savaşına katıldı.
Yüz yıl sonra aynı gün Başkan Trump Suriye’de ilk kez rejime ait bir tesise saldırdı ve Humus vilayetindeki Şayrat Hava Üssünü Akdeniz’de konuşlu gemilerinden attığı füzelerle vurdu. ABD bu eylemiyle hem Suriye iç savaşını yeni bir boyuta hem bu savaştaki konumunu farklı bir noktaya taşıdı. Zira Uluslararası Kızılhaç Komitesi yetkilileri Suriye’deki savaşın artık “uluslararası silahlı çatışma” olarak tanımlanması gerektiğini söylüyorlar.
ABD’nin saldırısı genelde Kongre’de ve dışarıda yaygın destek buldu. En hararetli destek Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya ve Avustralya’dan geldi. NATO ve AB de eyleme arka çıktı. Saldırıya en sert eleştiriler ise Rusya ve İran’dan gelirken, Çin de olumsuz tepki verdi.
Her ne kadar Pentagon saldırının tek seferlik olduğunu söylese de, ABD yönetiminde Suriye’ye saldırıların arkası gelebilir diyenler de var. Saldırıyla birlikte Suriye politikası tekrar savrulan Ankara, “olumlu ama yetmez, arkası gelmeli ve ben de varım” diyor. Öbür tarafta, Moskova rahatsız, Tahran tepkili, Şam temkinli.
Trump’ın saldırı kararı, kanımca, iç politik gerekçelerin de etkin olduğu bir adım. Kendisinin ve yakın mesai arkadaşlarının Rusya’yla ilişkilerine dair iddialar konusunda iyice sıkışan ve döneminin sonunu getirebileceğine ilişkin şüpheler giderek artan Trump, ABD’nin Suriye’deki etkinliğini göstermek, İran’a gözdağı vermek ve Tillerson’un Rusya ziyareti öncesi elini güçlendirmek isterken aynı zamanda iç politikada da dikkatleri başka bir noktaya kaydırmak istedi. İdlib Trump’a istediği fırsat verdi, o da adeta üstüne atlayarak ve uluslararası hukuku çiğneme pahasına düğmeye bastı. Ve gündem Çin Devlet Başkanının ABD ziyaretini dahi gölgeleyecek ölçüde değişiverdi. Üstelik birkaç istisna dışında hem kendi partililerinden hem Demokratlardan övgü aldı.
Trump bu kararı ülkesinin ulusal güvenliği için aldığını ifade ediyor. Oysa İdlib’in ABD’nin güvenliğini nasıl ve niçin tehdit ettiğini anlamak güç. Aksine, asıl zarar IŞİD’le mücadelede etkin bir şekilde kullanılan Şayrat Hava Üssü’nü hedeflemekten gelir. Öte yandan, Suriyeli çocukların ölümünü görmekten çok etkilendiğini söyleyen de Trump, o çocukların ABD’ye girmesini engelleyen de Trump. Bu bakımdan, Trump’ın iddiası inandırıcı olmaktan çok uzak.
Trump’ın bu kararına sahip çıkanlar füze saldırısıyla Kuzey Kore ve İran’a da güçlü bir mesaj verildiğini vurguluyorlar. Herhalde mesaj “dikkat et, seni de vurabilirim” olsa gerek. O zaman seçim kampanyası sırasında Trump’ın tutarsız, kontrolsüz kişiliğinden bahisle Hillary Clinton’ın “nükleer silahların anahtarları böyle bir kişinin eline verilmemeli” uyarısını hatırlayalım. Dolayısıyla, Trump’ın mesajı gerçekten “seni de vururum” ise, o zaman dünyamız büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır demektir. Ek olarak, Esad’ın geleceğine Suriye halkı karar verir diyen bir yönetimin neredeyse saatler sonra tam tersi yönde bir eylemde bulunması, Trump’ın öngörülemez olduğu yönündeki savları güçlendiriyor ve dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz tehdit hakkında da iyi bir fikir veriyor.
Trump saldırı kararını, yasal olarak bir mecburiyeti olmasa da, Kongre’ye danışmadan aldı. Bu seferlik sorun olmayabilir. Ancak yeni askeri hamleler gelirse ileride Kongre bakımından sıkıntılar doğar.
Daha önemlisi bu saldırıyı, İdlip olayı için bağımsız bir soruşturma komisyonu raporu henüz yokken ve BM Güvenlik Konseyinin kararı olmadan ABD tek taraflı olarak gerçekleştirdi. Kimyasal silah kullanımına karşı haklı bir tepki olarak görülse bile ABD eyleminin meşruiyeti tartışmaya açık. Uluslararası hukuka uygun olduğu söylenemez. Trump her defasında askeri güce dayalı müdahalelere böyle gelişi güzel başvuracaksa, uluslararası düzenin başı belada demektir.
Füze saldırısının Suriye üzerindeki etkileri de olumsuz olacak.
Saldırı, muhalefeti ve Beşar Esad’ı devirmeyi saplantı haline getirmiş ülkeleri (Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan) cesaretlendiriyor –dolayısıyla savaşın uzama ihtimali güçleniyor. Rejim ise mağduriyet ve egemenlik gerekçeleri ve göreceli üstünlüğüne dayanarak mücadelesinde daha kararlı ve acımasız davranacağa benziyor.
Rusya ve ABD arasındaki görüş ayrılıkları derinleşiyor. Rusya bölgeye yeni savaş gemisi gönderdi, Suriye semalarında ABD’yle koordinasyon anlaşmasını iptal ettiği anlaşılıyor. İran’ın Suriye ve bölgedeki tutumu sertleşebilir. Bu koşullarda ateşkesi sürdürmek, Astana’yı ilerletmek ve Cenevre barış sürecini sonuç alıcı bir etkinliğe kavuşturmak çok daha zorlaşacak.
Ayrıca, Suriye bağlamındaki öncelikler de alt üst olmuş gibi. Füze saldırısına kadar ortak hedef IŞİD’in bertaraf edilmesiydi. Daha geçenlerde “Esad’ın devrilmesi” önceliğimiz değil diyen ABD bu sefer Esad’ı hedef almıştır. Füze saldırısı ABD’nin Suriye politikası değişti mi sorusunu gündeme taşımıştır.
Türkiye, Rusya ve İran’la ateşkes için çalışırken, ABD eyleminden sonra Esad’a daha fazla saldırılar düzenlenmesi için çağrıda bulunuyor, bu yönde atılacak adımlarda ABD’yle birlikte hareket etmeye hazır olduğunu söylüyor. Diğer bir deyişle, Ankara için Esad’ı devirme hedefinin IŞİD’le mücadeleden daha öncelikli olduğunu tekrar görüyoruz.
Sonuç olarak, ABD’nin füze saldırısı fiilen sınırlı mahiyetine rağmen, siyasi mesajları ve olası sonuçları itibariyle, Suriye savaşının denklemini ve geleceğini olumsuz yönde değiştirdi. Trump Suriye’yi daha da derin bir çıkmaza soktu. Ankara, Trump’ın açtığı yanlış yola girmek yerine dikkat ve kaynaklarını ateşkesin yeniden tesisi, Cenevre sürecinin takviyesi ve IŞİD’le mücadele hedeflerine odaklamalıdır. Aksi takdirde Suriye yangını hepimizi kasıp kavuracak yoğunluklara erişebilir.